Güney Koreli yönetmen Joon-ho Bong ve Fransız yönetmen Michel Gondry ile birlikte aynı çerçeve içerisinde değerlendirebileceğimiz Yeni Dalga’nın bir başka yaramaz çocuğu Leos Carax, uzun bir aradan sonra Holy Motors ile arkasında bıraktığı kuraklığa yağmur yağdırarak bizleri insanların birbirlerine yabancılaştığı bir dünyanın maneviyatına sürüklüyor.
Öteki Sinema için yazan: Buğra Şengül
Bildiğiniz üzere Pola X sonrası aldığı olumsuz eleştirilerden dolayı uzun bir süre Carax projelerine rastlayamamıştık. Ama şu an rahatlıkla söyleyebiliyorum ki Tokyo! ile sahalara geri dönerken Holy Motors ile çerçeveyi buluyor. Sinemaya öylesine sert bir dönüş gerçekleştiriyor ki Cannes Film Festivali’nde Michael Haneke Amour ile Altın Palmiye’yi kazanırken Holy Motors’ın daha ilk gösteriminde büyük bir ilgi uyandırmasından ve Gaspar Noé’nin Enter The Void’u gibi esrik bir zihin yaratmasından bunu çok rahat bir şekilde anlayabiliyoruz. Ama temelde, üstkurmaca bir teknikten çok daha derin bir yapıya sahiptir. Eh, zaten bu da bir bakıma postmodernizmin hilesidir.
Carax’ın metruk mekânlara karşı bir tutkusu var. Paris’in okşayıcı bir sabahı, Denis Lavant’ın kusursuz bir performans gösterdiği Oscar ve aynı şekilde Edith Scob’un canlandırdığı Céline karakterleriyle birlikte beyaz bir limuzinin içinde Paris caddelerine doğru yola koyuluyoruz. Carax’ın dokuz randevuluk bu macera dolu yolculuk hikâyesi, Cronenberg’in Cosmopolis’i ile arasında benzerlik gösterebilir, ancak, Cronenberg’e nazaran Carax çok daha karmaşık, görsel olarak çarpıcı ve bir o kadar da eğlenceli bir film yaratarak sinemanın büyüsünü tekrar ortaya çıkarıyor -ki açılış sahnesinden de bu çok rahat anlaşılıyor. Gelelim ki Holy Motors, ormanı tasvir eden duvar kâğıtlarıyla çevrili bir otel odasında -Carax’ın oynadığı- pijamalı bir uyurgezerin uyanışıyla başlıyor. Kendisine çıkış yolu arıyor gibi görünen pijamalı adamın boşluğu dinleyişini ve sağ elinin orta parmağında beliren anahtarla hareketsiz bedenlerle dolu sinema salonunun kapısını açtığını görüyoruz. Koridor boyunca Carax ile birlikte yürürken bir de ne görelim? Ekranda King Vidor’un sessiz klasiği The Crowd var. A-ah! Sinemayı hissediyorum. Ayrıca salondaki insanların ölü ya da izledikleri filmin anlamsız olduğunu düşünebilir, tek bir bakış açısıyla olmaksızın istediğiniz şekilde yorumlayabilirsiniz. Yeni Dalga yönetmenlerinin de yaptığı gibi yorumu eleştirmenlere ve izleyicilere bırakmayı tercih ediyor, Carax. Ama yapılan yorumların kesinliği söz konusu değil. Röportajlarındaysa “Doğru ya da yanlış, gerçek ya da yalan, ben Holy Motors ile çeşitli sanal kimlikler yaratmak istedim. Çünkü bizler dijital bir dünyada yaşıyoruz,” diyor. Belli ki güncel sinemanın ve toplum durumunun üzerine iddialı bir yorum getiriyor.
Holy Motors ile Carax, Oscar karakterini yaşlı dilenci bir kadına, akrobatik bir partnerle seks yapan bir adama, yeşil kıyafeti ve turuncu saçıyla libidal enerjinin kaotik güdülü Merde’e, yaralı bir gangstere, katedralde müzik grubunun öncüsü olan akordiyoniste, kızının sosyal dışlanmışlığıyla ilgilenen orta yaşlı bir babaya, yas tutan yeğenini rahatlatmaya çalışan ölüm yatağındaki yaşlı bir amcaya, Kylie Minogue’un canlandırdığı eski aşkı Eve Grace’ı -şarkının verdiği hüzün gibi- parçalara ayıran karakterlere dönüştürüyor. Anlayacağınız, Oscar’ın hayatında maskelerin altındaki kişiyi, bir aktör olarak sıkıntılarını ve sağlık problemlerini hatırlatacak birçok madde var. Yaşamı hissedebildiği kadar ölümü de hissedebileceğini ortaya çıkarır -ki rol yapsa da yapmasa da Lavant bunu kusursuz performansıyla yansıtır. Şimdi bakıyorum da her birimizde Oscar’ı görüyorum. Diğer yandan da Goffman’ı hatırlıyorum. Kanadalı sosyolog Erving Goffman’a göre hayat bir tiyatro sahnesi gibiydi, herkes rolüne göre maskesini takmalıydı. Çünkü hiçbir birey toplum içerisinde kendini tam olarak ortaya koyamazdı. Tabii ki istisnalar vardır. En basitinden, Nou Camp’da hemen yanımdaki Katalana sergilediğim tavrı gidip de Sandro Rosell’e karşı sergileyemem, değil mi? Anlayacağınız, her sahne için ayrı bir maskemiz var. Rolümüzün gerektirdiği maskeyi takarak sahne önünde oyunumuzu oynuyor ve sahne arkasında başka bir maskeyi takarak diğer bir oyunumuzu oynamak için tekrar sahneye çıkıyoruz, tam olarak da Oscar’ın yaptığı gibi.
Son olarak diyebilirim ki; Holy Motors, heyecan verici bir deneyimdir. Oscar’ın randevularının kendi içinde bir kısa film niteliği taşıması ise Holy Motors’ı son zamanların en özgün filmlerinden biri konumuna getirmiştir. Ha, yüz on iki dakika boyunca nefret edebilir, filmi terk edebilirsiniz. Ama tüm samimiyetimle söylüyorum ki her şeyin sonunda, belki de tüm bu nedenlerden dolayı Carax’a sevgi duyacaksınız.
Leos Carax, Yeni Dalga’ya dahil değildir, seksenli yıllarda ilk filmini çekmiştir. Fransız Yeni Dalga filmlerini sever Carax ama Carax tıpkı Luc Besson ve Jean-Jacques Beineix gibi Cinéma du look akımındandır.
Carax’ın şiirsel-duygusal üslubuyla seksenlerde çektiği filmleri hatırlarsak Cinéma du look akımındadır diyebiliriz, evet. Dediğin gibi, Yeni Dalga’dan ve özellikle Godard’dan etkilenmiştir, Carax. Ama bilirim ki Oscar gibi bukalemun özelliği taşıyor. Holy Motors’ı izlerken de bi’ duruyorum. Kylie Minogue’un parçalayıcı şarkısından sonra “Yeni Dalga’nın varisi Carax,” dedim ve bundan daha önce, Mauvais sang’da Juliette Binoche kullanımıyla da aynı şeyi dediğimi hatırlıyorum. Eh, bununla birlikte temeliyle Cinéma du look diyebilir, ama bütünüyle diyemem. Doğru ya da yanlış, nihayetinde öznel ifadeler kullanıyorum. Ayrıca ilgin ve eklemelerin için memnuniyet duyuyorum. Belli ki bir eksiklik gördün ve doldurmak istedin, bu iyi bir şey. Sevgiyle kalın.
Bu film için Nurgul Yeşilçay a teklif gittiği ve onunda Türk örf ve adetlerine uygun olmadığı gerekçesi ile red ettiği doğrumudur arkadaşlar? Eğer doğru ise bu filmi seyretmiyeceğim :)