Murat Kızılca; “Goke, Body Snatcher From Hell” (1968) hakkındaki yazısına “sinema tarihinin en garip filmlerinin listesini yaptığınızda, eğer listedeki filmlerin büyük çoğunluğu Japonya yapımı değilse, listenizi bir daha gözden geçirin derim” diye başlamış.
Valla, yüzde yüz haklı. İş, bir şeyin sınırlarını zorlamaya hatta cılkını çıkarmaya geldi mi, mutlaka, “acaba Japonlar ne yapmış” diye bakacaksınız. Aşağı yukarı her türlü ekstremist üretimde bu adamların mutlaka söyleyecek bir sözü olmuştur, es geçemezsiniz. İstismar Sineması (exploitation) sökün edince de, Japon abilerimizden bazıları, “bunu mu istiyorsunuz, gerçekten bunu mu istiyorsunuz, madem öyle, ondan kolay ne var canım, alın size şöyle bir şey yaptım” deme ihtiyacı hissetmişler, tabii ki. Böylelikle de, sinema tarihine bir eşi bir benzeri olmayan, ne idüğü belirsiz, yığınla kült Japon filmi adeta yağmur olmuş yağmış. Açıkçası hâlâ da yağmaya devam ediyor. Bunların en eskilerinden (benim de favorilerimden olan) bir tanesi de Teruo Ishii’nin “Horrors of Malformed Men”i (Kyôfu kikei ningen: Edogawa Rampo zenshû, 1969).
Hangi akla hizmet çekildiği pek anlaşılmayan “Horrors of Malformed Men”i (Kyôfu kikei ningen: Edogawa Rampo zenshû, 1969) ilk izlediğimde, kendi kendime acaba bu filme kaynaklık eden romanı yazan Rampo Edogawa, senaryoyu nihai olarak bu hale getiren Masahiro Kakefuda ile filmi peliküle aktaran Teruo Ishii acaba normalde nasıl bir insandırlar, şayet evimin etrafında onları görürsem, her ihtimale karşı onları pompalı tüfekle vurmalı mıyım diye kendi kendime sordum.
Takeshi Miike’yi bilirsiniz. Gerçi kendisi son 10 yılda biraz duruldu ama onun erken dönem sinemasında, hani şu senede 5-6 uzun metraj çektiği dönemde birbirinden şok edici, sarsıcı bir düzineyi aşkın film vardır. Mesela; hazmedip de “Bijitâ Q”yu (2001) izlemeyi başarabilirseniz, ne dediğimi iyi anlarsınız. Neyse işte, bu biraz mide-gerektiren Takeshi Miike sinemasının tarihsel köklerinde, şahsi kanaatimce, okulunda okuduğu ve asistanlığına kadar yükseldiği Shôhei Imamura’dan çok, bambaşka tarzda işler yapan üç sürpriz isim vardır. Bunlardan ilki, yine “Kült Filmler Zamanı”nda ele aldığımız “Blind Beast”in (Môjû, 1969) yönetmeni Yasuzô Masumura, diğeri “Tetsuo: The Iron Man”in (1989) yönetmeni ve aynı zamanda çağdaşı olan Shin’ya Tsukamoto, sonuncusu da bu yazıda ele alacağımız Teruo Ishii. Bence, Miike bu adamların çektiği sıra dışı filmleri izledi ve sinemasında da yer yer küçük dokunuşlarla bunun sinyallerini verdi, takip edebildiğim kadarıyla, vermeye de devam ediyor. “Full Metal gokudô” (1997), “Kuime” (2014), “Koroshiya 1” (Ichi the Killer, 2001) ve “Dead or Alive” üçlemesi ve bilhassa da üçlemenin 2002 tarihli son bölümü “Dead or Alive: Final” ilk aklıma gelen örnekler. İleride Takeshi Miike Sineması üzerine ayrıca yazılar yayınlayacağım için şimdilik bu konuyu geçiyorum.
“Horrors of Malformed Men”in; Takeshi Miike’nin “Dead or Alive”ının finali üzerinde etkisi olduğu düşünüyorum hatta bir adım ileri giderek, ensest ilişkinin yapısı ve etkileri bağlamında Chan-wook Park’ın intikam üçlemesinin en deli-işi olanı “Oldboy”un (İhtiyar Delikanlı, 2003) finalinde de izlerini sürmek mümkün. Hatta belki, İngiliz Korku Sineması’nın en önemli filmlerinden “The Wicker Man” (1973) üzerinde de… Bu yazı dizisinde, sık sık incelediğim kült filmlerin başka bazı yönetmenler ve filmler üzerindeki etkilerini anlatmamın sebebi şu. Şahsi kanaatimce, sağlam bir “kült film”, adı üstünde, (ama iyi ama kötü) kendi kültürünü yaratmayı başarmış bir filmdir ve sinema tarihinde en azından ufak tefek izlerini sürmek mümkündür. Yani sıkı bir kült filmin, salt seyircisi üzerinde değil, seyircilerinin içindeki sinemacıların da üzerinde bir etki yaratmış olması gerektiği kanaatindeyim. “Horrors of Malformed Men” (1969) de bunu başaran kült filmlerden.
Peki ne anlatıyor bu film? Aslında, bu meşhur ‘istismar filmi’ kolay izah edilebilir bir şey değil çünkü, özellikle ada sahnelerinden itibaren sözlerden çok görüntülerin görevi devraldığı dehşet verici bir film bu. Hikaye ile ilgili detay vermekten kaçınacağım. Yine de merakınız artsın diye söylüyorum, bu filmde cinayet, uzuv kesme, ensest, zehirleme, yamyamlık, ensest, insan kaçırma ve alıkoyma, ensest, çıplaklık, boğarak insan öldürme ve ensest var. Evet, ensest! İnsanların üzerinde yapılan birbirinden korkunç deneyler, işkenceler ve vücut bütünlüklerini yitirmelerine (ve filme de adını veren sakatlıklara) sebep olan dehşet verici ameliyatlar da cabası!
Teruo Ishii’nin “Horrors of Malformed Men”inin (Kyôfu kikei ningen: Edogawa Rampo zenshû, 1969); H.G. Wells’in 1896 tarihli meşhur romanı “The Island of Dr. Moreau” (Dr. Moreau’nun Adası) ve ilk kez 1963 yılında okuyucularının karşısına çıkan “X-Men” çizgi romanının tuhaf bir karışımı olduğunu öne sürmek mümkün. Tabii bu hikaye, özünde Edogawa Rampo’nun eseri olunca, yani en sevdiği yazar Edgar Allen Poe’nun Japonca okunuşunu (evet, “Edogawa Rampo” kelimeleri onun için öyleymiş!) müstear ismi yapacak kadar deliren birinin, Poe’nun eserlerinden etkilenmemiş olması da düşünülemez. Benim tespit edebildiğim, Edgar Allen Poe’nun birçok eserinde sıklıkla kullandığı, “ölmeden evvel gömülme korkusu”na dair temaları içeren, özellikle “Premature Burial” adlı hikayesinden ve belki bir nebze “The Fall of the House of Usher”dan etkilenmiş olabilir. Aynı şekilde Poe’nun “The Pit and the Pendulum”unda, “The Fall of the House of Usher”ında ve “The Black Cat”inde yaşanan “aile faciaları” (tabii ki, Poe’nun deneyimlerinden besleniyor!), çok net bir şekilde “Horrors of Malformed Men”deki eşine sadık olmayan kadının başına gelen felaketi önceden haber vermektedir. Bağlantılar o kadar net ve sahihtir ki; Edogawa Rampo’nun bunlardan etkilenmemiş olabileceğini öne sürmek şahsi kanaatimce imkansızdır. Neyse, sinemada Edgar Allen Poe etkileri hakkındaki bir çalışmamda bunlara detaylıca değineceğim. Söz.
“Horrors of Malformed Men” (Kyôfu kikei ningen: Edogawa Rampo zenshû, 1969); iğrenç işlerin döndüğü korkunç diyarlara yapılan bir yolculuk. Seride, incelediğim diğer filmlere kıyasla, Ishii’nin bu filminin, özellikle kadın bedenini sömürme konusunda “ero guro”dan (erotik-grotesk) çok “istismar sineması”na ve hatta, biraz daha ileri giderek “pinku”ya daha yakın durduğunu kabul etmek durumundayız. Aslına bakarsanız bu filmdeki cinsellik (Butoh dansçıları falan), hikayenin kendi içindeki işlevine uygun düşmüyor yani düpedüz gereksiz. Görsel şoklar ise, 2000’lerin ‘Human Centipede’ gençliğine hafif gelebilir ama yine de bazı imgeler aklınızı alabilir, baştan uyarayım. Özellikle, hayatta kalmak için, normal şartlarda tüketilmemesi gereken “bir şey” yemek zorunda kalan bir insanı gösteren sahne, hayli mide bulandırıcı. Bir tür “Freak Show” gibi ilerleyen ada sahnelerinde şekli değiştirilmiş bazı insanların ise seyri güç, bunu da belirtmiş olayım.
Bu filmin 1960’lı yıllarda çekildiğini göz ardı etmemek lazım, biri şimdi böyle bir şey çekse, o kadar da önemli olmaz. Sinemada istismar normalleşti çünkü. Ya da filmin çekildiği tarihlerde (1960’larda) yazılmış bir hikayede ya da bir çizgi-romanda, mangada bunları görsek yine normal karşılarız. Burada dehşet verici olan adamın birinin bu ucubeyi uzun metraj filme dönüştürmüş olmasıdır. Yani son olarak size şu kadarını söylemekle yetineyim, genişlik ve esneklik söz konusu olduğunda Japon Sineması her daim biraz daha özgürlükçü olmak yönünde saf tutmuştur. Bildiğim kadarıyla bunun tek istisnası, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki sansür kuruludur ve bilen bilir, o dönem bu kurulun başkanlığını gelmiş geçmiş en önemli yönetmenlerden Yasujiro Ozu yapmaktadır. Ozu’nun başkanlığı kabul etmesinin sebebi, “dur, şu filmleri ben biçeyim” düşüncesi değildir, o dönem (Mizoguchi ile beraber) en saygın Japon yönetmen olarak “kurulun ben başında olursam, daha az sansür olur ve daha çok filmimiz gösterime kesilmeden (ya da yasaklanmadan) girer, sansürü baskılayabilirim” düşüncesidir. Bunu Ozu ve Kurosawa’yı (olumlu anlamda) ilk kez karşı karşıya (ya da belki biraraya getiren demem lazım) getiren olay bağlamında ayrıca bir yazıda anlatacağım. Neyse, çok dağıldık, kaldığımız yerden devam edelim.
Japonlar özellikle 1960’lardan sonra, sansür meselesinde her zaman büyük kolaylıklar sağlamışlardır. Yani aşağı yukarı tüm filmler sansürden geçmiştir, hatta geçmesine bir türlü inanamayacaklarınız bile. Ama “Horrors of Malformed Men” (Kyôfu kikei ningen: Edogawa Rampo zenshû, 1969) Japonya’da bütünüyle yasaklanmıştır. Dikkatinizi çekiyorum, yaş sınırı ya da sahne kesintisi falan da değil, (bilhassa engelli insanları rencide ettiği için) filmin gösterimi yasaklanmıştır. “Neyi var abi bunun?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Film, Japonya’da gösterilemediği için, ticari metaya da (video kaset, DVD, festivallere iştirak vb.) dönüştürülememiş, bu nedenle de uzun yıllar boyunca, uzun yıllar derken on yıllar boyunca (2000’lerin başına kadar) herkes namını duyduğu ama hiç kimse seyredemediği için, gizliden gizliye bir efsaneye dönüşmüştür. Film hâlâ Japonya’da yasaktır. Evet, hâlâ yasak! Bu nedenle de birçok kaynakta “Horrors of Malformed Men”in (1969) “Japon Sineması’nın Gelmiş Geçmiş En Kötü Şöhretli Filmi” olarak anıldığını okursanız, hiç şaşırmayın.
Eski japon filmlerinin en sevdiğim özelliği olur olmadık yerde insanı şaşırtma kapasitesine sahip olmasıdır. Bu filme IMDB-de takılırken rastlamıştım tesadüfen. İzledikçe tarzımı ne kadar güzel yansıttığını fark ettim. Absurd-lükle nostalji birleşince ortaya çıkan güzellik dolu film..