Sinema dünyasında değeri az bilinen yaratıklardan biri kurtadamlar olmuştur. Ne vampirler ne de zombiler kadar seveni vardır şu alemde. Kıllı dostlarımızın filmleri o kadar büyük ses de getirmez genelde. Tabii birkaç istisna hariç.
Türe gerektiği önemi veren An American Werewolf in London (1981) ve Dog Soldiers (2002) gibi filmler de olmasa neredeyse B film için yaratılmış bir korku öğesi olarak kalacaktırlar. Benicio Del Toro, Anthony Hopkins, Emily Blunt gibi isimleri bir araya getiren The Wolfman (2010) bile istediği başarıyı yakalayamamıştır.
Biraz da bu yüzden belki de son yıllarda yaratıklarımız iyice terk edilmiş kasaba havasına girdi. Eli yüzü kıllı bir kurtadam filmi seyretmeyeli seneler olmuştu. Ta ki düşük bütçeli bağımsız İngiliz filmi Howl’u görünceye dek.
Neil Marshall’ın en iyi filmlerinden The Descent ve Doomsday’in efektlerini yapan Paul Hyett’ın ilk yönetmenlik denemesi olan film, gerek türe olan saygısı, gerekse yarattığı atmosfer bakımından son derece başarılı ve mütevazi bir seyirlik.
Joe Griffin (Ed Speleers) tren yollarında çalışan, hem üstleri tarafından hem de yolcular tarafından itilip kakılan bir biletçidir. İşinin tek sevdiği yanı catering servisi veren, aşık olduğu Ellen (Holly Weston) ile birlikte çalışabilmektir. Bir gece Eastborough yolunda bilet keserken ve yolcuların aşağılamalarına tahammül ederken tren bir anda durur.
Yolcuları yatıştırmaya çalışan Joe, makinist’in trenin altına giren geyiği temizlemesini beklemektedir. Ancak çok geçmeden makinistten haber alamadığını yolculara anlatmak zorunda kalır. Hesapta olmayan bu gecikme yüzünden yolcular şikayet ederken çok daha büyük bir tehlikenin yanı başlarında olduğunu anlayacaklardır.
Yolculardan Ged (Duncan Preston) aynı olayın daha önce de yaşandığını, aynı ormanlık alanda tüm yolcuların bir gün sonra parçalanmış bedenlerinin bulunduğunu anlatır. Yakından gelen uluma sesleri artık tehlikenin enselerinde olduğunu göstermektedir. Onları tek tek avlayacak olan bir kurtadam ile başları derttedir.
Paul Hyett İngiliz sinemasının neredeyse her filminin efektlerini, yaratık dizaynlarını yapmış bir isim. Özellikle Marshall’dan etkilendiğini filmin klostrofobik ortamında görmek mümkün. Yaratık dizaynı CGI’a kaçmadan plastik makyaj ile iyi bir şekilde kotarılmış. İnsandan yaratığa değişim hali de iyi verilmiş. Yönetmenin teknik bilgisinin filmin özüne güzel bir şekilde yansıdığını görüyoruz.
Özellikle büyük çoğunluğu tren gibi dar bir mekanda geçen film, sıkmadan heyecanla konuyu anlatmayı başarıyor. Ormana çıkıldığı bölümlerde de o sıkışmışlık halini vermekte başarılı. Oyuncular da İngiliz sinemasını takip edenlerin bildiği isimler. Zaten az kişiden oluşan kast rollerinde oldukça başarılı ve inandırıcı.
Ne olduğunu bilip büyük bütçeli filmlerle boy ölçüşmeye çalışmayarak tadında bir seyirlik olmayı başarıyor. Tabi ki bu durum bir kısım seyirci için yeterli görülmeyecek ve beğenilmeyecektir ancak korku filmlerinin bu tarz düşük bütçeli sağlam hikayeli filmlere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Çok güzel bir site elinize kolunuza aklınıza sağlık