Hüseyin Urçuk ile Ankara Film Festivali’nde tanıştık, o da zaten festivalde “iki filmle yarışan kısacı” olarak nam salmıştı. Kısa film sektöründe yeni olduğunu, bir deneyen olduğunu sık sık gündeme getiren Hüseyin’e sorularımı yönelttim. İyi okumalar.
Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir
Merhaba Hüseyin seni biraz tanıyalım…
Merhaba ben Hüseyin Urçuk. Aslen Akhisarlıyım. 2007 yılından itibaren iş hayatım nedeniyle Fethiye’de yaşıyorum. Mühendisim. Özel bir firmada yönetici olarak çalışıyorum. Lise yıllarından itibaren aktif olarak tiyatro ile ilgilenmeye başladım. Okulun birçok tiyatro oyununda oyuncu olarak yer aldım. O yıllarda Akhisar’da birçok özel tiyatro vardı. Özel tiyatrolarda oyuncu olarak yer almaya başladığımda sahnenin büyüsüne kapılmaya başladığımı hissettim. Ve ortak bir paylaşım ile birlikte bir şeyler üretmenin duygusunu çok sevdim. Ardından mühendislik eğitim sürecinde de kendi tiyatro ekibimi kurarak üretimlerime devam ettim. Bu üretimler Fethiye’ye yerleştiğim zamandan itibaren de devam etti. Ta ki 2014 yılında fotoğraf ve sinema sanatı ile ilgilenmeye karar verdiğim güne kadar. Tiyatroyu halen çok seviyorum. Benim ilk göz ağrım. Ama sanat ile ilgilenen kişilerin bazen farklı sanat dalları ile ilgilenip kendisini geliştirmesi gerektiğine inanıyorum. Sinema ile ilgili bir şeyler üretmeye karar verdiğimde -bu işin kökeninin fotoğraf olduğuna karar verdiğim zaman- hem serbest öğrenci okumalarımı o tarafa doğru kaydırdım hem de bu işin biraz da teknik bir yönünün olduğunu görünce iki yıllık fotoğrafçılık ve kameramanlık ön lisans eğitimi alıp küçük bir pencereden o dünyayı izlemeye koyuldum. 2016 yılında tiyatronun kazandırdığı kalem oynatma yetisi ile ilk kısa film çalışmam Entropi’yi yazdım. Fethiye’de oluşturduğumuz küçük bir ekip ile Entropi’yi beyazperdeye taşıdık. Deneysel olan bu film çalışmamız yurt dışı ve yurt içi birçok festivalde yer aldı. Bu güzel gelişmelerin sırtımızı okşaması ile ardından birçok kısa film çalışmalarını kıymetli ekip arkadaşlarım ile birlikte hayata geçirdik. Halen Fethiye’de iş hayatıma, fotoğraf ve sinema üretimlerime devam ediyorum.
Kısa film tarzını daha çok deneysel üzerinden tanımladığını söylemek mümkün, bu tarzla olan yakınlığını ve temaları nasıl belirlediğini anlatabilir misin?
Evet, bu doğru. Yapmış olduğum filmlerin çoğu deneysel özellikte olan filmler. Tiyatrodan sonra çok farklı bir sanat dalı ile ilgilenmeye başladığımda farklı bir dünya içerisine gireceğimi öngörmüştüm. Sanatın içindeki üretimlerinizi hemen öyle pata küte devam ettiremezsiniz. Ayağınızı yorganınıza göre uzatmalısınız. Çünkü sanat basit düşünen ve şımarık olan adamları sevmez. Misafirliğe gitmiş bir kişi gibi gördüm öncelikle kendimi. Bir köşeye oturup küçük küçük çayımı yudumlarken konuşulanları dinledim. Gelen misafirleri, yaşanılanları gözlemledim. Kahkahaları, dedikoduları duydum vs. Sinemayı biraz tanımak algılamak adına Entropi’yi çekerken bir nevi laboratuvarda çalışan biri gibiydim. Deneyip görmek istediğim birçok şey oldu. Tabi olumlu, olumsuz her şeyin sonucuna katlanarak yaptım bunu. Aynı zamanda mühendislik bilgi birikimi ve duygusundan hareketle pratikte sahada görürsünüz o işin gelişimini, sonuçlarını. Bu duygulardan hareketle ilk çalışmalarımın deneysel olması gerektiğine inandım. Aynı zamanda soyut anlatımı seven biriyim. İfade özgürlüğünü savunan bir kişi olarak söylemek istediklerimi deneysel çalışmalarla daha iyi ifade edebileceğimi düşündüğüm için de deneysel çalışmalarla başladım. İyi ki de öyle başlamışım. Bazen sinema ile ara ara özel sohbetlerimiz de kulağıma fısıldıyor. “Hişt! Artist balıkçı! Kürek çekmeye devam et bakalım. Limana çok var daha” diyor. Yavaş yavaş arkadaşça birbirimizi tanıyarak ilerliyoruz. Bazen o benim salçalı ekmeğimden bir ısırık alıyor. Bazen de ben onun elmasından dişliyorum. Dostça devam kısacası.
Entropi ilk çalışman, orada bir sistem devamlılığı anlatıyorsun, var olan sistemi her zaman devam ettirecek birileri mutlaka vardır. Biraz da seni ilk filmini çekmeye iten durumu anlatabilir misin?
Evet, Entropi bir sistem eleştirisi filmi. Dediğin gibi sistemi devam ettirecek birileri mutlaka var. Ya da bulunup sisteme dâhil ettiriliyor. Beni bu filmi yapmaya iten durumu şöyle anlatabilirim.
Günümüz toplumlarında farklı kültür, inanç, görüş ve düşüncede olan bireyler için kendi varlıklarını korumak her geçen gün daha da zorlaşıyor. Kendi kimliğiyle var olmaya çalışanların ötekileştirilip yalnız bırakıldığı toplumumuzda, azınlıkta kalan ötekiler ancak kendi öz benliklerinden vazgeçip sistemin dayattığı kurallara uymaları halinde toplumsal dengenin bir parçası olabiliyorlar. Fakat bir süre sonra bireyin kendi kimliğinden tamamen vazgeçip büründüğü toplumsal kimlik de sistem için yeterli olmaz. Kazanç odaklı bu sistemde tek önemli olan sistemin devamlılığı ve bu devamlılığın ne kadar kar sağladığıdır. Matematikteki sayı doğrusunda sayıların kimisinin pozitif, kimisinin negatif değerde olması gibi bireyler ayrıştırılmakta; birey hem kendisine hem de içinde yaşadığı topluma benzeme çabası oranında yabancılaşıyor. Sadece siyah ve beyazların kabul edildiği bir dünyayı yaşamamız isteniyor. Gökkuşağındaki diğer bütün renklerin yok sayıldığı ülkemizde de, istikrar ve denge uğruna bir taraftan bireyler benzeştirilirken öte yandan da bir ayrıştırma politikası uygulanıyor. İşte bu ironik dengesizlik içinde her geçen gün kendi karanlığımıza gömülmemek için, toplumda bir farkındalık oluşturabilme duygusu ile böyle bir film yapmaya karar vermiştim. Umarım ilk kısa film çalışmamda bunları aktarabilmişimdir.
İzolasyon bir pandemi filmi, sen hangi tarafından bakıp yorumlamayı tercih ettin? Pandemide yaşadığımız yerlerin (şehir ya da köy) ruh halimize etkisi de farklı oldu. Sen bu filmi Fethiye’de mi çektin?
İzolasyon pandemi sürecinde oluşan bir film. Evet, bu filmi Fethiye’de çektim. Şöyle ki ben fotoğrafçılık ve kameramanlık eğitiminin ardında sinema ile yoğun bir şekilde ilgilenmeye başlayınca pratik ve teorik eğitime önem veren bir kişi olarak yıllar sonra tekrar üniversite sınavına girip İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü’nü kazandım. İkinci bir lisans eğitimine başlamıştım. İzolasyon son sınıfta bitirme projesi olarak başladı. Değerli danışman hocam Doç. Dr. Onur Akyol bitirme projesi dersi için pandemi konulu bir kısa film belgesel ya da röportaj tadında bir şeyler yapmamızı istemişti. Ben de dışarı çıkma yasaklarının çok yoğun bir şekilde yaşandığı dönemde sevgili eşim, rahmetli kayınvalidem ve tüm filmlerimin görüntü yönetmeni olan değerli dostum Can ile röportajlar yapmıştım. Tabi birçok yasağın yaşandığı dönemde gizli gizli dışarı çıkıp dış çekimleri Can ile birlikte yaptık. Hatta o dönemde sahile inince bile para cezası yazılıyordu. Çekimler bittikten sonra kurgusunu yapıp ödevini teslim eden ve mezun olan bir öğrenci edası ile rahatlamıştık. Ama senin de bildiğin gibi pandemi süreci çok uzun süren bir süreçti ve aynı şeyleri tekrar tekrar yaşayınca İzolasyon’u tekrar raftan indirip biraz daha dış mekan çekimleri yapıp tekrar kurgu sürecine girip yeniden yorumladık. Biz bu projede konuya şu açıdan bakıp yorumlamaya çalıştık. İzole edilmiş hayatların ilk korkuları, endişeleri, bilinmezlikle karşı karşıya kalmaları ve pandeminin ilk günlerindeki insanlar üzerine etkisini göstermeye çalıştık. Burada enteresan olan şuydu. Filmin yönetmeni olarak çok yakınlarım ile röportaj yapıp onların duygularını öğreniyordum. Ama bir yandan da onların endişeleri beni de kötü etkiliyordu. Çıkmaz bir sokakta kalmış bir kişi gibi hissetmiştim kendimi. Ayrıca iş hayatım devam ettiği için sık sık seyahatlerim oluyordu. O seyahatler içinde kaymakamlıktan izin almam gerekiyordu. Sıkıntılı günlerdi yani. Üzücü olan da cennet gibi bir yer olan Fethiye’de yaşıyorsunuz ve bir dönem evlere kapanmak zorunda kalıyorsunuz. Umarım bir daha böyle bir süreç yaşamayız. Hepimize geçmiş olsun.
Son iki deneysel filmin de kadın üzerine. Çamaşır İpi deneysel kalıplar içeren etkili bir çalışma. Dikiş Makinesi ise daha düz bir çalışma. İki filminle de Ankara Film Festivali’nde yer aldın. Bu durumu eleştirenler oldu, senin duygularını alalım…
Öncelikle Ankara Film Festivali yetkililerine, değerli ön jüri heyetine festivalde her iki kısa filmimize yer verdikleri için çok teşekkür ediyorum. Ben de festivalin kısa film bölümüne her iki filmimiz de seçildiği haberi gelince biraz şaşırmıştım. Ankara’ya gelmeden önce sosyal medya aracılığı ile bu durumun eleştirildiğini gördüm. Bu eleştirileri ve sitemleri gayet anlayışla karşılıyorum. Çünkü Ankara Film Festivali ülkemizin en önemli festivallerinden biri. Tüm kısa film yönetmenlerinin yer almak istediği bir festival. Onun için “Aynı yönetmenin iki filmini birden seçmişsiniz” eleştirilerini anlayışla karşılamak gerektiğine inanıyorum. Saygı duyuyorum. Ama dana önceden bahsettiğim gibi sinema dünyasında daha çok yeniyim. Onun için tanıdığım insan sayısı da çok az. Filmlerimizle festivallere başvuru yapıyoruz. Bazen belli bazen de belli olmayan bir ön jüri var. Ön jürinin değerlendirmesi sonucu festivallere dâhil ediliyorlar. Ben, her iki kısa filmimin finalist olmasından daha çok kadınlarımızın her geçen gün farklı birçok sorun, zorluk, sıkıntı içerisinde kaldığı şu günlerde kadın sorunlarına değinmeye çalıştığımız Çamaşır İpi ve Dikiş Makinesi isimli filmlerimizin ön jüri tarafından gözden kaçmayıp festival programına dâhil edilmesine mutlu oldum. Çünkü biz filmlerimizi kendimiz izleyelim diye çekmiyoruz. Birçok kişiye ulaştırıp onların hayatında farkındalık oluşturabilmek ve kendi hayatlarını gözden geçirmesine bir nevi vesile olabilmesi için çekiyoruz. Bu durum ülkemizin önemli film festivallerinde yer almayı biz kısa film yönetmenleri için çok önemli hale getiriyor. Ayrıca bu arada Ankaralı sinemaseverlere buradan teşekkür etmek istiyorum. Tüm seansları doldurdular. Çok kıymetli ve kaliteli bir izleyici. Çok yoğun bir talep vardı. Ben bile kendi filmimin seansına girmek için sıra bekledim. Bu benim için çok önemli ve kıymetli idi. Ankara Film Festivali benim için; “Kendi filmini izlemek için sıra beklemektir.”
Çamaşır İpi’nde kadınları temsil eden materyalleri bir ipe asıyorsun, değişik bir hafıza ve hatırlatma algısı olmuş. Dikiş Makinesi’nin hikayesi özdeşlik kuran ama biraz daha zayıf. İki film için motivasyonun neydi?
Aslında öncelikle bu iki filmimizin oluşum aşamasına çok kısa değinmek istiyorum. 2023 yılı 7. Sabancı Vakfı Kısa Film Yarışması’nın konusu “Ne Eğitimde Ne İstihdamda Genç Kadınlar” idi. Benim için çok önemli bir konuydu bu. Çünkü kadınlarımızın toplumumuzda her alanda yer alması gerektiğine inanan ve eğitime önem veren bir kişiyim. Keza eşim de öğretmen olduğu için bu konularda kendisi de hassas ve aynı düşünceler içerisinde. Ekibimle bu yarışma için bir kısa film yapmak istedik. Ben öncelikle Dikiş Makinesi isimli kısa film çalışmasının senaryosunu yazdım. Ve ilk bu filmi çektik. Ama filmin süresinin 5 dakikayı geçmemesi gerekiyordu. Filmimizin süresi 5 dakikayı geçmiş ve hikayesi, temposu, duygusu biraz daha farklı olmuştu. Dedik ki olsun, bu kendi bünyesinde farklı bir film oldu. Bu böyle yoluna devam etsin. Sonra ben hem mühendislik hem de sanat üretim sürecinde bir şeyleri yarıda bırakmayı seven bir kişi değilim. Oturdum kısa sürede Çamaşır İpi’nin senaryosunu yazdım. Filmi çektik. Yarışmaya seçildik. Sağ olsunlar dereceye de layık gördüler.
Bu filmi beni yapmaya iten asıl şey konusunun çok evrensel olması. Her ne kadar ister bizim gibi eğitim ve istihdam hayatı sıkıntılı olan ülkeler olsun ister sıkıntıların daha az yaşandığı ülkeler olsun sorun ortak bence. Kadının ikinci plana atılması, birçok olanak ve imkânlardan mahrum edilmesi, kendi söylemek istediklerinin duymazdan gelinmesi; kısacası yok sayılması.
Bu evrensel sorunu ben de yine evrensel bir dil oluşturmaya çalışarak metaforik hisler ve kadına dair nesneler ve objelerle deneysel tatta, içine de biraz kavramsal sanatı dahil ederek ekibimle bir film yapmaya çalıştık. Kadınlarımızın bu kısa yaşam içerisinde onlara dayatılan hayatı yaşamak zorunda kaldıklarını ama beklenmedik bir anda bir rüzgarla her şeyin değişebileceğini ve kendi istedikleri zaman ve mekanda, kendi tercihleri doğrultusunda o Çamaşır İpi’ne istediklerini asabileceklerini anlatmaya çalıştık.
Dikiş Makinesi’nde de evet, konuya düz bir anlatımla yaklaşmaya çalışmıştık. İş hayatında sudan sebeplerle işinden edilen kadınlarımızın kendi ayakları üzerinde durabilme çabasını, bir makine üzerinden anlatmaya çalıştık. Makineleştirilmeye çalıştırıldığımız ve maalesef bozuk bir nesne gibi çöplüğe atıldığımız günleri yaşıyoruz. İşte bence kadınlarımız olsun ya da emeği ile ayakta durmaya çalışan işçi sınıfının bireyleri olsun o çöplükten yine kendimizi var edebileceğimize inanan bir kişiyim. Her şeye rağmen bir çıkış noktası olduğunu, umudunu kaybetmeyen bir kadın karakter üzerinden işlemeye çalışmıştık. Bu arada filmde oyuncu olarak yer alan ve hiçbir tecrübesi olmamasına rağmen çok güzel bir iş çıkartan Zeynep Kumaş Çini ve Sabiha Kuru’ya buradan da çok teşekkür ediyorum. Eksikleri, hataları ile benim için yine güzel, anlamlı bir film oldu. Film de birçok festivalde yer alıp yeni filmler için bize umut oldu.
Bu sene Fethiye’de ilki yapılan film festivalinde de yer aldın. İlk yılına rağmen çok iyi oldu, değişik alanlarda farklı deneyimler yaşatan bir festivaldi. Umarım devamı gelir. Festivallerin devam etmesi için gereken motivasyon nedir sence?
Evet. Işıklar kenti Fethiye’mizde ilk kez yapılan Fethiye Film Festivali’nde yer aldığım için çok mutluyum. Buradan Fethiye Fotoğraf ve Sinema Sanatı Derneği Başkanı Sayın Canan Yıldırım Tor Hanım’a çok teşekkür ediyorum. Festivali yapmak istediği zaman beni ve değerli dostum Can Paçacıoğlu’nu derneğe davet etti. Böyle bir film festivali yapmak istediğini aktardı. Biz de bu oluşuma seve seve destek vereceğimizi aktardık. Ara ara yapmış olduğumuz toplantılarda ilk olması sebebiyle ne yapmak istediğimizi çok tartıştık ve fikir alışverişinde bulunduk. Yarışmadan daha çok bir kısa film gösterimi, atölyeler, etkinlikler ve sektör paydaşlarının bilgi alışverişinde bulunabileceği bir organizasyon olması gerektiğine karar vererek hareket ettik. Film Seçki Komitesi’nde yer alarak ülkemizde yapılan çok kıymetli kısa film çalışmalarını Fethiye’mize taşımış olduk. Basından dostları, üniversitelerden hocaları, sektörün önemli paydaşlarını ve kıymetli yönetmenleri bir araya getirip farklı bir organizasyon yapmaya çalıştık. Çok güzel, olumlu geri dönüşler aldık. Ayrıca uzun metraj filmi ile bize destek olan okuldan hocam Prof. Dr. Ceyhan Kandemir’e de buradan teşekkür etmek istiyorum. Bu günlerde 2. Fethiye Film Festivali için çalışmalarımıza devam ediyoruz.
Festivallerin devam etmesi için öncelikle “Ne istiyoruz?”un cevabını iyi vermek gerekiyor. Nasıl bir festival, yarışma ya da etkinlik istiyorsun bunu cevaplamak önemli bence. Çünkü organizasyonun çatısı bunun üzerine kurulacak. Davet edeceğin misafirler, seçeceğin filmler, yapacağın workshoplar, etkinlikler, sunumlar vb. işler hem bu soruya cevaben olacak. Tabi ki bu organizasyonlar ekip işi, ekip olmazsa olmaz. İyi bir iletişim de çok önemli.
Kısa filmin içinden gelen biri olarak film festivali düzenleyenlere neler önerirsin, kısacılar festivallerden neler istiyor, ne kadarı karşılanıyor sence?
Kısa filmle ilgilenen biri olarak en başta biz değer görmek istiyoruz. Kısa film üreten bir kişi de yönetmendir. Bu iş birkaç kişinin bir araya gelerek yaptığı hobi gibi bir şey değildir. Çok büyük emek vardır. Zaman vardır. Para harcıyordur. Anlatmak istedikleri vardır. Hayalleri vardır. Kısacası bir derdi vardır. Birçok kişi, roman ya da hikâye yazabilir. Ama unutmayın şiir yazmak zordur. Herkes yazamaz. Biz sinemanın şairleri olarak festival düzenleyenlerden öncelikle değer görmek istiyoruz. Ülkemizde mevcut ekonomik durumların çok kötü olduğunun ve bu organizasyonların artık çok zor yapıldığının farkındayım. Ama festivallere sadece ünlü birkaç kişiyi çağırıp ya da sadece jüri heyetini davet edip kendilerinin çaldığı kendilerinin oynadığı etkinliklere karşıyım. Unutmasınlar ki yaptıkları kısa film yarışması ya da festivalleri, bizlerin kendi cebinden para harcayarak çektiği filmler sayesinde oluyor. Onun için ilk davet edilmesi gerek kişiler o filmlerin yönetmenleri, görüntü yönetmenleri, oyuncuları ya da emekçi ekip çalışanlarıdır. Biliyorum zaten çok zor olanaklar ile gerçekleştiriyorlar. O zaman ilk çağırılması gereken bizleriz. Biz o filmleri üreten yönetmenler bir araya geleceğiz ki o festival ya da yarışmalarda sen filmini nasıl çektin, nasıl zorluklar ile karşılaştın, filminde bu görüntüyü nasıl elde ettin diye konuşacağız, tartışacağız. Gelişim ve değişim bu şekilde olur. Bence bunu karşılayan çok az festival var. Buna birçok büyük festival de dâhil. Bu konu ile söylemek istediğim bir gözlemim de şu; ben tiyatro ekiplerinin içerisinden gelen bir kişiyim. O ekiplerde dayanışma çok daha fazla. Özelikle kısa film üreten biz yönetmenlerin egolarını bir kenara koyup daha fazla dayanışma içerisinde olmamız gerektiğine inanıyorum.
Kişisel sinema yolculuğunda bundan sonra neler çekeceksin, bir sonraki projen belli mi, yoksa tesadüfler mi eşlik ediyor sana ?
Çok yakın bir zamanda senaryosunu daha önce yazmış olduğum Ergonomik Monologlar isimli kurmaca kısa film çalışmamızı bitirdik. Şu günlerde yurt dışı festival sürecine dâhil oldu. Başvuru süreçlerini yaptık ve bekliyoruz. Öncelikle yurt dışındaki festivallerde yer almasını, daha sonra da ülkemizdeki festivallerde izleyici ile buluşmasını hedefliyoruz. Senaryosu üzerine uzun bir süre çalışmıştım. Sonra araya Dikiş Makinesi ve Çamaşır İpi isimli çalışmalarımız girince onun çekim tarihini ertelemiştik. Ayrıca oyuncu arkadaşımızın bizim takvimize uyması için de bekledik. Umarım festival yolculuğu başlar. Heyecan ile bekliyoruz. İlerleyen yıllarda biraz kavramsal sanat ve animasyon sanatı ile ilgili bir şeyler de düşündüğüm için Anadolu Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nde yeni bir lisans eğitimine de başladım. Kısa filme dâhil yapmak istediğim yeni kurmaca projeler de olabilir. Çevremdekiler yok mu uzun metraj diyor. Bakalım hayatımda hep hissettiğim şeyleri yaptım. Sinemada daha çok yeniyim. Emekleyen bir çocuk gibi. Bazen o dolabı açıyorum. Bazen bir vazo kırıyorum. Bazen sevimli bazen de yaramaz ağlayan bir çocuğa dönebiliyorum. Bakalım zaman gösterecek. Ama şunu biliyorum. İçimde bir dert oluşmaya başladıysa oturup yazmaya başlıyorum. Kalemin sihirli ucu beni beyaz sayfalardan beyazperdeye muhakkak götürüyor.
Son olarak neler söylersin?
Öncelikle bu güzel söyleşi için ve bana, düşüncelerime, söylemek istediklerime fırsat oluşturduğun için sektörün emekçi gazetecisi olarak sana çok teşekkür ediyorum. Ayrıca sinema yolculuğumda bana destek olan bazı önemli kişilere buradan da teşekkür etmek istiyorum. Başta her zaman ve her konuda yanımda olan sevgili eşim E.Nilay Şan Urçuk’a, bu yolculukta ve tüm filmlerimde bana omuz veren dostum Can Paçacıoğlu’na, uzun yıllar birlikte tiyatro yaptığımız, şimdi filmlerimde oyuncu ve seslendirme sanatçısı olarak destek veren Hasan Tanay ve Sibel Seyhan Bayhan’a, tüm filmlerimde bize ses olan Özgür Ökten’e ve çalışmalarımıza katkı sağlayan tüm dostlara teşekkürler.
Son olarak biz kısa film yönetmenlerinin çok büyük gemileri yok belki. Ama küçük bir sandalı da olsa yetiyor bazen. Önemli olan o sandalla limana varabilmek. Sinemanın şairleri olan biz kısa film yönetmenleri, yakamoz altında çok güzel şiirler yazıp beyazperdeye taşımaya devam edeceğiz. “En güzel deniz gidilmemiş olandır” demiş şair. O zaman en güzel film daha henüz çekilmemiş olandır.
O zaman “Işıklar Fora! Kamera tam yol ileri!”