İki Arada Bir Derede: Jeg Er Din / I Am Yours (2013)

14 Mayıs 2022

blankPakistan asıllı Norveçli yönetmen Iram Haq’ın ikinci uzun metrajlı filmi Hva Vil Folk Si / What Will People Say (2017) hakkında epey atıp tuttuktan sonra Haq’ın çektiği ilk uzun metrajlı film olan Jeg Er Din / I am Yours’u (2013)  izleme imkanı buldum.

What Will People Say, Haq’ın hayatının bir dönemini, ailesi tarafından hizaya getirmek için Pakistan’a gönderildiği ilk gençlik çağını anlatıyordu. I Am Yours ise daha yeni zamanları anlatıyor. Filmin kahramanı Mina’nın, What Will People Say’in kahramanı Nisha’nın 30’lu yaşlardaki hali olduğunu düşünebiliriz. Gene de Mina veya Nisha’nın öyküsünün Haq’ın hayatıyla %100 örtüşmesini  beklememek lazım.

I Am Yours filminin kahramanı Mina (Amritha Acharia) oğlu Felix (Prince Singh) ile yaşayan bir oyuncudur. Mina, ailesi, oğlu Felix ve hayatına giren erkekler arasında bir denge kurmaya çalışırken sıkışıp kalmıştır ve bir çıkış yolu bulamamaktadır.

Haq, Mina’nın içine sıkıştığı şeytan üçgenini üç çatışma hattı ile oluşturmuş. Mina’yı kimse ile paylaşmaya yanaşmayan ve sürekli ilgi bekleyen oğlu Felix ile arasındaki inişli çıkışlı ilişki bunlardan birincisi. Mina’nın hayatını paylaşabileceği bir sevgili arayışına karşılık küçük hesaplarla onu bir nevi stepne olarak kullanıp sonra bagaja geri atmak isteyen erkeklerle arasındaki çatışma ikincisi. Üçüncü hat ise Mina ile muhafazakar anne ve babası ile onların tamamlayıcısı olan Oslo’da yaşayan Pakistan diasporası arasındaki çatışma. Haq’ın ilk iki çatışma ile ilgili olan tasvirleri ikna edici. Muhafazakar aile ile olan ilişkisine What Will People Say filminden aşina olduğumuz figürler hakim. Dominant bir anne, “elalem ne der” temalı sıkıcı konuşmalar, falan filan… Ufak bir fark var. I Am Yours filmindeki baba daha çekinik. Haq’ın burada oldukça karikatürize bir Pakistanlı aile portresi çizmesi gözden kaçmıyor. Bu yüzden bu kısımdaki çatışma çok klişe kalıyor ve bu yüzden ikna edicilikten uzaklaşıyor. Neyse ki filmin ana çatışması olmadığı için filme çok zarar veremiyor.

blank

Haq’ın, Mina’nın  muhafazakar aile ve Pakistan diasporası ile olan ilişkisini tasvir ederken sergilediği yavanlık bana şunu düşündürdü: İlk gençliğinde zorla Pakistan’a gönderilerek orada 6 ay yaşamak zorunda bırakılması onda çok güçlü bir travmaya neden olmuş. Haq filmlerinde bu travmayı hatırlatan şeylere değindiği anda (muhafazakarlığa, Pakistanlılığa, aileye vs.) sinema dilinde bir kekeleme, tasvirlerinde bir karikatürize etme eğilimi oluşuyor. Analiz yeteneği ise tamamen rafa kalkarak yerini ağır bir yaftalamaya bırakıyor.(1) Çünkü Haq henüz travmasını analiz etmekten uzak. Yanlış anlaşılmasın, kimseye “niye travmanı atlatamadın?” diye hesap sorma odunluğu peşinde değilim. Yaşadıklarının ağırlığını peşinen kabul ediyorum. Ama işaret ettiğim şey travmayı atlatmak değil, ona bakabilmek, analiz etmek. Travmanızı analiz etmek, onu atlatmak anlamına gelmez. Bazı travmalar hiç atlatılmaz. Ama analiz, travmanın en azından çözüm yoluna girmesini sağlayabilir. Anlaşılan Haq henüz bunun çok uzağında ve bu da eserlerine yansıyor.

Iram Haq’ın kurduğu çatışmaların aksayan yanlarını özetledikten sonra doğru kurduğu çatışmaları da övmeden geçmek olmaz. Zira film ağırlıklı olarak bunların üzerinde dönüyor. Eşinden boşanmış olan Mina’nın sevgilileri ile olan ilişkilerinde hep ikinci planda kalması, Martin’den (Trond Fausa) stepne muamelesi görmesi, Jesper’in (Ola Rapace) Mina ve oğlu Felix ile yaşama sorumluluğuna katlanamaması, onu bir uca taşıyor. Mina kendini gece hayatına ve içkiye verirken kendi olmaktan vazgeçiyor ve başkalarının seveceği bir şey haline gelmeye çabalarken kendi duvarlarına çarpıp çöküşe geçiyor. Dirk’in (Tobias Santelmann) önünde gözyaşlarına boğulduğu sahne bu beyhude çabanın sonu oluyor. Gerilmiş bir yayın ilk başta uç noktaya varan genlikler arasında gidip gelmesi, sonra genliğin yavaş yavaş dengeye gelmesi… İnsani bir durumun, iki arada bir derede kalmanın, gayet gerçekçi bir tasviri…

What Will People Say için pek de iyi şeyler söyleyememiştim ama I Am Yours, eksiklerine rağmen beğendiğim, dengeli ve ayakları yere basan bir kesit filmi.

Öteki Sinema için yazan: S. Özgür Ilgın

blank

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]

(1) Budizm’in Mahayana koluna ait olan “Tathata” diye bir kavram var. Sanskritçe olan “Tathata” (İngilizce: Suchness, Thusness) Türkçe’ye çevrilmesi zor olan bir kelime. “Böylelik, Böylesilik” anlamına geliyor. İnsanın kendini hayatın akışına bırakabilmesi ve dünyayla uyumlu bir hayat sürebilmesinin tathata’nın anlaşılabilmesi ile mümkün olduğuna inanılır. Yani “şu şöyledir, bu böyledir” ama bunun ötesinde hiçbir şey iyi, kötü, güzel, çirkin, uzun, kısa, ağır veya hafif değildir. Zihin bu ayrımı yapmamalıdır. Her şey “böyle”dir ve olduğu gibi kabul edilmelidir. Tathata’nın zihnin analiz süzgecini devre dışı bırakmak olduğu söylenebilir. Aynı anlayışın Zen Budizmi’nde ve Zen’in beslendiği bir diğer kaynak olan Taoizm’de de bulunduğunu ve etkilerinin Ortadoğu’dan Uzak Doğu’ya ve Asya’nın en ücra köşelerine yayıldığını söylemek yanlış olmaz.

Aynı coğrafyada tathata’ya tepki olarak başka bir düşünme biçiminin doğduğunu, bunun da kişileri, nesneleri ve olguları doğrudan yadsıma şeklinde özetlenebileceğini gözlüyorum. Karşıtından doğan bu muhalif düşünme sistemi  karşıtı ile ortak bir metodu kullanarak zihnin analiz işlevini askıya alıyor. Yadsıdığı şeyin neden yadsınabilir olduğuna dair bir çözümleme yapmaktan kaçınıyor. Haq’ın  What Will People Say filminin eleştirisinde bahsettiğim ve bu filmde de kısmen görülen çözümleme eksikliğinin nedeni bu olabilir. Filmin “Pakistanlılar muhafazakardır, çünkü Pakistanlıdır” şeklinde özetlenebilecek çiğ oryantalizmi, muhafazakarlığın kökenleri hakkında etraflı bir analiz yapmaktan kaçınmakta ve bir çeşit karşı-tathata anlayışı ile çözümlemesiz salt yadsıyıcı bir yavanlığa düşerek hedefi ıskalamaktadır. [/box]

blank

S. Özgür Ilgın

1977 Yılında Aydın'da doğdu. Üniversitede bir elin parmakları kadar üyesi olan Felsefe Topluluğunun çıkardığı, iki elin parmakları kadar “tirajı” olan Yitik adlı fotokopi fanzinde öykü ve albüm tanıtımları yazdı.

Blues, Heavy/Rock, Doom, Thrash, Death, Jazz ve Proggressive müziğe bayılıyor. Sergio Leone'yi David Lynch'i, Stanley Kubrick'i, Metin Erksan'ı, Ertem Eğilmez'i, Nuri Bilge Ceylan'ı, Zeki Demirkubuz'u ve Yılmaz Atadeniz'i çok seviyor, sinema ve müzik gibi eğitiminin olmadığı konularda ukalalık etmekten çok hoşlanıyor.

2 Comments Bir yanıt yazın

  1. İlk kez duyuyorum bu filmi merak ettim bulup izleyeceğim güzel yazı olmuş teşekkürler s.özgür ılgın abi.

  2. What Will People Say’i fazla basmakalıp ve karalayıcı bulmuştum ama Haq’ın bu filmi ona nazaran daha dengeli. Norveç sinemasından güzel filmler çıkıyor ama artık eskisi kadar sık çıkmıyor maalesef.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

A Fantastic Fear of Everything (2012)

Hikayenin lokomotifi Pegg’in performansından ziyade Mills’in öykü anlatımı olsa da,
blank

Şiddet Sinemasında Liberal Fantezi: The Forever Purge (2021)

Tür sineması ucuza çıkan ve seyircide karşılık bulan fikirleri kemiğinden