İstanbul seferi 28 Şubat’a kadar sürecek olan 15. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali, 3-6 Mart tarihleri arasında da Ankara ve İzmir’e uğrayacak. Geçtiğimiz Perşembe günü başlayan festivalde merak ettiğim filmlerden bir kısmını izleme fırsatı buldum. İşte onlara ait kısa notlar.

Nazi Punks Fuck Off!

Green Room !f 2016

Murder Party (2007) ile dikkatimizi çeken, Blue Ruin (2013) ile kendine hayran bırakan Jeremy Saulnier’in yazıp yönettiği Green Room, bir dizi aksilik sonucu ırkçı dazlakların takıldığı bir barda hiç hesapta olmayan bir konser vermek zorunda kalan Ain’t Rights isimli punk rock grubu üyelerinin, tesadüfen şahit oldukları bir cinayet sonrası yaşadıklarını anlatıyor. Misafir oldukları barın daracık kulisine hapsolan grup üyeleri, bar sahibi ile yardakçılarının pala, pompalı tüfek, tabanca ve hatta dövüş köpekleri kullanarak gerçekleştirdikleri saldırıları püskürtmeye çalışıyor. ‘Home invasion’ (ev istilası) alt türünün kalıplarına biraz tersten bakarak kurulan yapı mükemmel çalışıyor. Grubun, Dead Kennedys’in hit parçalarından Nazi Punks Fuck Off’u dazlakların yüzüne karşı ‘cover’ladıkları an ise tadından yenmiyor. Özellikle bilgisayara yüz vermeden kotarılan kanlı cinayet sahnelerinin çiğliğine dikkat!

[box type=”info” align=”aligncenter” class=”” width=””]

Green Room / Dehşet Odası
ABD – 2015 – 95′
24 Şubat 2016 / 21:30 / Cinemaximum City’s Nişantaşı Salon 7
27 Şubat 2016 / 23:59 / Beyoğlu Fitaş Salon 4 [/box]

Pamuk Prenses ve İhsan

Ceset Pınar Sinan

Pınar Sinan, ilk uzun metraj denemesinde Türk Sineması’nda görmeye pek alışık olmadığımız sularda geziniyor. Ceset’in merkezinde bir hastanede hademe olarak çalışan İhsan var. Sessiz sakin bir kişiliğe sahip İhsan, işyerinde, mahallesinde ve hatta alt katında ev sahibinin oturduğu evinde bile neredeyse görünmeyen adam gibi dolaşan, varlığıyla yokluğu belli olmayan, asosyal biridir. Boğucu yalnızlığının yükü altında ezilen ölü bir adamdan farkı yoktur. İhsan’ın hayatı, hastanenin morguna gelen bir kadın cesedi ile beraber kökünden değişir. En başta Nekromantik (1987) olmak üzere Jörg Buttgereit sinemasıyla akrabalık bağları kuran Ceset, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalının prensesiyle prensini de ters açıdan yakın markaja alıyor. Cinlerin hâkimiyetindeki korku-gerilim sinemamız için taze bir soluk. Saplandığı kısır döngüden sıyrılması için alternatif çıkış kapılarını işaret etmesi de cabası.

[box type=”info” align=”aligncenter” class=”” width=””]

Ceset
Türkiye – 2015 – 83′ [/box]

Acıdan Mizah Üretmek

Tig !f 2016 kısa notlar

Tig isimli belgesel, Amerikalı komedyen Tig Notaro’nun biyografisini beyazperdeye yansıtmaya çalışırken daha çok Notaro’ya kanser teşhisi konmasından sonraki döneme odaklanıyor. Art arda bir dizi kötü olay yaşayan Tig’in hayatı, bu yaşadığı talihsizliklere mizahi yönden yaklaşıp stand-up komedi şovunda kullanmasıyla beraber değişmeye başlıyor. Seyircinin ve ulusal basının ilgisini üzerinde toplamayı başarıyor ve hiç beklemediği (ya da umduğunun ötesinde) bir şöhrete kavuşuyor. Amerika bu tip başarı (ya da küllerinden yeniden doğanların) hikâyelerine bayılır. Amerikalı bisikletçi Lance Armstrong’un hafızalarımızda hala tazeliğini koruyan hayat öyküsünü hatırlayın. Öykünün gücü dünyanın öbür ucundaki ülkemize kadar ulaşmış ve burada bile bir sürü insan o sarı bilekliklerden satın alıp takmaya başlamıştı.

“Kendimi hep dünyanın en şanssız şanslı insanı olarak görmüşümdür ve böyle de hissediyorum.” Tig Notaro

[box type=”info” align=”aligncenter” class=”” width=””]

Tig
ABD – 2015 – 90′
26 Şubat 2016 / 21:30 / Cinemaximum City’s Nişantaşı Salon 3 [/box]

Kafası Güzel Bir E.T. Masalı

Der Nachtmahr

Akiz takma adını kullanan Alman sanatçı Achim Bornhak’ın yazıp yönettiği, Almanya yapımı Der Nachtmahr, 17 yaşındaki Tina’nın yetişkinliğe geçiş sancılarını hiç umulmadık bir şekilde anlatıyor. Alkol, uyuşturucu, elektronik müzik ve dans ile iç içe bir hayat süren Tina, ilgili ailesi ve yakın arkadaşlarını da hesaba katarsak dünya üzerindeki nadir şanslı(!) gençlerden biridir. Bütün düzeni, sadece kendisine görünen bir yaratığın ortaya çıkmasıyla kökünden değişir. Der Nachtmahr’ın yolu, 80’lerin en popüler filmlerinden E.T. (1982) ile sıkça kesişiyor ama o denli basit ve neşeli bir film değil. Tam aksine izleyeni içinden çıkılması güç bir muammanın tam orta yerine bırakmayı başarıyor.

“Umarım izleyici olarak kendinize şu soruları sorarsınız: Bu film doğum hakkında mı? Yoksa ölüm hakkında mı? Böylelikle filmin özünde yatan fikre gerçekten yaklaşmış olursunuz.” Akiz (Yönetmen)

[box type=”info” align=”aligncenter” class=”” width=””]

Der Nachtmahr
Almanya – 2015 – 88′
28 Şubat 2016 / 13:00 / Cinemaximum City’s Nişantaşı Salon 7 [/box]

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

A Night of Horror vs Fantastic Planet 2013

Can Yalçınkaya, Avustralya'dan bildiriyor! Yeni bir festival günlüğü: A Night

MUFF: Düşler Diyarında Film Festivali

Hiç dinlenmeden bolca gezerek fırsat bulduğumuz her an film izleyerek