Evet sayılı gün çabuk geçiyor, eğer gününüzü film izleyerek dolduruyorsanız daha çabuk geçiyor… Aksanat’tan Beyoğlu’na dağılan sinema yazarları olarak her çiçekten bal alan arılar gibiyiz… Markus Schleinzer imzalı Michael herkesin ağzında dolaşan ve ‘izledin mi’ diye sordukları bir film. Bu sayede genelde herkes izledi, film pedofiliye eğiliyor ve bu suçu çepeçevre sarıyor. Yönetmeni aynı zamanda Haneke’yle çalışmış bir görüntü yönetmeni…
İran’dan gelen Yas herkesi büyüledi, bazılarını büyülemedi, sessiz olan filmin oyuncularının gerçek hayattaki sessizliği onları sıktı ve salondan çıkanlar oldu. Filmin yönetmeni Morteza Farshbaf, Abbas Kiorastami’nin öğrencisi olunca işler hakikaten Kirazın Tadı kıvamında gelişiyor…
Yarı Yolda Andreas Dresen yönetmenliğinde içimizi burup burup atan filmlerden biri oldu. Konu beyninde ur olduğunu öğrenen bir adamın hayatını ve onun etkisi altına girmesini anlatıyor. Konu gerekten de iç burkucu ama oyunculuk müthişti. Gerçekten de hasta olan, kötüleşen, dengesizleşen birinin ruh haline girdik girdik çıktık! Tebrikler Milan Peschel.
Bu festivalde herkes her şeyin bir şeyi… Görüntü yönetmeni, asistanı, öğrencisi vs… Cesaret’in yönetmeni Greg Zglinski de Kieslowski’nin öğrencisi. Gerçi bir önceki yazımda bahsetmiştim ama bir kez daha düşündüm evet duygusal değil, arıza bir mod olsaydı bu hikayenin sonu daha iyi olurdu bence!
Gökyüzünde Bir Ayna geçen sene gösterilen Yağmuru Bile’nin yönetmeninin bir diğer filmi… Eğer bir yönetmenin ilk filmi güzel olursa ikincisi kendiliğinden referans oluyor ve akın ediyoruz ama bu kez pek başarılı olmayan bir öyküye aktık, Yağmuru Bile aradık! Yoksulluk ve Nepal, konu çarpıcı ama, aması var işte!
Halit Refiğ’in Gurbet Kuşları Groupama tarafından restore edildi diğer filmler gibi. Yine kokteylli, güzel bir akşamdan sonra Gurbet Kuşlarını pırıl pırıl bir kopyayla izledik, hüzünlendik, güldük ve eski filmleri sevdiğimize bir kez daha karar verdik!
Bu sene festivalde dikkatimi çeken konulardan birisi de arınma filmleri yani.. Yani delilik sınırı, şehir hayatının saçma dayatmaları ve buna dayanamayıp aklı da, malı da mülkü de savıp satan insanların filmleri. Ormandaki Kulübe baş karakterine (Martin) o kadar naif bir yol çiziyor ki, sempati duymamak imkansız. Zaten doğaya odaklı bir yaşamı kim istemez ki! Ama sistem bir kere deli damgası vurunca kafanıza isteseniz de kaçamıyorsunuz, çocukluğunuzu bile alıyorlar elinizden… Etkili, sıcak ve naif bir film. Martin’i rahat bırakın diyesi geliyor insanın…
Carlos Sorin yeni filminde gizemli bir gerilime imza atıyor ve belki de korkularınızda haklısınız demeye getiriyor. Olayları şaşırtmaca usulü anlatmayı seçen yönetmen sürmenaj olan Luis’in eve dönmesinin ardından karısı Beatriz’in yaşadığı paranoyayı anlatıyor. Hem komik hem de gerilimli ve keyifli!
Neredeyse yarıladığımız festival yolunda şimdilik bu kadar. Bünye yorgun ama yeni filmler için istekli… Hadi bakalım, başka neler var!