İnsanlaşan Makinenin Fedakarlığı: I’m Here (2010)

13 Nisan 2011

İnsan-makine münasebetinin aklımıza ilk etapta kıyamet sonrası bilimkurgularının savaş alanlarını getirdiği doğrudur. Fakat video klip sektörünün köprüsünü, her bir karışında hakkını vererek arşınlamış olan Spike Jonze’un, nev-i şahsına münhasır sinema dili I’m Here da romantik bir hikayenin iç sesi oluyor.

blankJonze, John Malkovich Olmak ve Adaptation ile birlikte yedinci sanat için yapacaklarının ayrıksı noktalarını haritaya dökmüştü. Bu iki uzun metraj deneyimi sonrasında yeniden R.E.M. ve Chemical Brothers gibi isimlerin videolarına el attı. Geçtiğimiz yıl When The Wild Things Are ile, yine kendi üslubunu konuşturan bir iş çıkardı ortaya. Jonze’u asıl diri tutan özelliği ise kısa metraj ile olan bağını asla kopartmaması.

Öyle görünüyor ki I’m Here, yönetmenin hem video sektörü için yaptıklarından, hem uzun metraj kulvarındaki deneyiminden fazlasıyla güç alan bir yapım.

Hikayemiz Sheldon adındaki orta model bir robotun etrafında dans ediyor. İnsan – robot münasebetinin sıradan karşılandığı “zamansız” ve mekansız bir dünyadayız. Fakat alışıldığı üzere hizmet sektöründe oldukça iş gören robotlar yine de etraflarına belli başlı kural duvarları örülerek sıkıştırılmış vaziyetteler…Önemli değil…Ne de olsa kurallar çiğnenmek için değil midir?

Sheldon kurallara birebir uyan ve günlük rutinini bozmayan sıradan bir robot. Metropollerde yaşayan ve kalabalıkların içerisinde, diğer bireyler ile paylaşacak neredeyse hiçbir şeyi bulunmayan, mekanik iş bölümünün ve paylaşımsızlığın bütün duygularını ve heyecanını sıyırıp yok etmesine izin veren günümüz insanının, alt model bir tenekeye indirgenmiş hali. Sheldon’un bu rutini Francesca ile karşılaşmasıyla son buluyor.

Francesca, kuralları hiçe sayan ve insanların kısıtlamalarına kulak asmayan üst model bir dişi robot. Eğer bir temsili hak görecek olursak, eğlence arayışında, dikkatsiz ve tecrübesiz metropol insanı örneği aslında o da.

Fakat kutup farklılığının birbirini çekme faktörü, Jonze’un bu romantik kısasında da hızla iş görüyor. Aşırı gergin ve temkinli olan Sheldon, bir süre sonra Francesca’yı kollamayı kendisine görev belliyor. Başını belaya sokmak konusunda usta olan Francesca ise her geçen gün eksilen parçalarına rağmen Sheldon’ın hem maddi hem de manevi desteği ile hayatını sürdürmeye devam ediyor. Sheldon’ın bütün çekimserliğine rağmen iki farklı model (aynı zamanda iki farklı kültüre mensup ve biraz daha üzerine gidilecek olursa iki farklı sınıf) yakınlaşıyorlar.

blank

I’m Here’ı bir anti-tüketim filmi olarak görebilmemiz mümkün mü? Bu, hikayeye baktığımız gözlüğün çerçeve ebatları ile doğru orantılı bir cevap barındırıyor aslında içerisinde. Elbette Jonze’un asıl derdi kafasındaki –kağıt üzerinde sıradan- gözüken bu hikayeyi dengeli bir görsellik ile sunabilmek –ki bunun altından da rahatlıkla kalkıyor.-

Diğer taraftan Francesca, başına açtığı her belada Sheldon’dan da bir parça koparıyor. Sheldon, artık günümüzde örneğine daha da az rastladığımız fedakar “insan” portresinin içine çoğu zaman abartılar eşliğinde dalıveriyor. Bu abartılı anlatım, onun fedakarlıklarının, artık sadece gayri ihtiyari bir biçimde ağızdan dökülen “senin için canımı bile seve seve veririm” mottosu ile bıyık altından dalga geçmesini de sağlıyor. Francesca’nın bütün umarsızlığına rağmen Sheldon’ın fedakarlıkları sınır tanımıyor. Hermafrodit mitinin direğinden dönmesini sağlayan nokta ise, Sheldon’ın tek parçası kalana kadar kendi vücut yapısını muhafaza ederek yoluna devam edebilmesi.

Jonze’un video klip tecrübelerini en iyi kullandığı kısımlardan biri de hiç kuşkusuz başarılı müzik seçimleri. Orta metraj için görece kısa; kısa metraj için ise haliyle cüsseli sayılan I’m Here için 30 dakikalık komplike bir video klip tanımını kullanırsak eğer, kimsenin güceneceğini sanmıyorum.

Geçtiğimiz yıl, Sundance ve Berlin Film Festivallerinden sonra ilk kez İstanbul Modern Sinema’da gösterim şansı elde eden I’m Here, aynı zamanda Spike Jonze’un bu zamana kadar yaptığı işlerin kaba bir özeti aynı zamanda. İyi Seyirler…

blank

Fatih Yürür

İlk sinema deneyimi, bir Stephen King uyarlaması olan “Geri Döndüler” olmuştur. Yazmaya başladığı dönem ise aslen lise yıllarıdır. Saçma sapan korku hikayeleri kaleme almaktadır ve asıl amacı bir gün bunları görselleştirebilmektir. Çeşitli platformlarda oyun incelemeleri ve film eleştirileri yazar. Yaratmış olduğu RüyadaM adında bir animasyon ve çizgi hikaye karakteri bulunmaktadır.

1 Comment Leave a Reply

  1. çok çok çok çok teşekkür ederim Fatih Yürür… inanılmaz bir öykü… kalemine sağlık

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Ersin Karabulut Öyküsü Kısa Film Oldu: Eski Koltuklar

Tanju Berk, Eski Koltuklar adlı distopik çalışmasıyla Öteki Sinema takipçilerinin
blank

Tim Burton’ın İlk Kısası: Vincent (1982)

Vincent, Tim Burton’ın ilk kısa film denemesidir. 6 mistik dakika