Incendies poster1989 yılında gerçekleşen ve Montreal Katliamı olarak bilinen okul baskınını konu alan 2009 yapımı Polytechnique adlı oldukça başarılı bir filme imza atan Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve tarafından Wajdi Mouawad’ın tiyatro oyunundan sinemaya uyarlanan ve “En İyi Yabancı Film” dalında Oscar adayı da olan ancak heykelciği Hævnen’a kaptıran Incendies / İçimdeki Yangın, tek kelimeyle sizi derinden sarsacak, adeta patlamaya hazır bomba etkisinde bir yapım.

Öteki Sinema için yazan: Begüm Özdemir

Film Lübnan’ın bir köşesinde saçları tıraş edilen çocukların görüntüleriyle açılış yapıyor. Siz daha gördüklerinizi sorgularken kulağınıza çalınan şarkıyla irkiliyor ve belki de filmi ilk saniyelerinden sevip sevmeyeceğinize karar vermiş oluyorsunuz. Evet duyduğunuz Radiohead’in Tony Blair’in küreselleşmeden yana olan tutumuna karşı Amnesiac adlı albümlerinde yer verdikleri “You and Whose Army” şarkısı. Sonrasında Lübnan’ın bu ücra köşelerinden uzaklaşıyor ve Kanada, Montreal’de bulunan bir noterin ofisinde buluyoruz kendimizi. İki kardeş Arap asıllı bir Kanada vatandaşı olan anneleri Nawal Marwan’ın ölümünün ardından bir süre sekreterliğini de yapmış olduğu noter Jean Lebel’ın karşısında onlara bıraktığı vasiyeti dinlemektedirler.  Annelerinin yazdığı vasiyette Nawal ikiz çocuklarından Jeanne’a babasını, Simon’a da ağabeyini bulmasını, onları bulduktan sonra da her ikisine de birer mektup vermelerini istemektedir. Zamanında çok şey yaşamış, çok acılar çekmiş olan Nawal, bu istekleri yerine getirilmeden önce mezarına kesinlikle bir taş dikilmesini ve üzerine adının yazılmasını istememektedir. Annelerinin sırlarla dolu geçmişinden haberleri olmayan bu iki kardeş, okunan vasiyetin ardından annelerinin isteğini yerine getirebilmek için bu sırlarla dolu geçmişe doğru yolculuğa çıkacak ve yanlarında bizi de götüreceklerdir. Çıktıkları bu acılarla dolu yolculuk sırasında öğrenecekleri ise ne onlar için ne de biz izleyiciler için hiç de hazmı kolay olmayacaktır.

Incendies 2

“Çocukluk, insanın boğazına oturan bir yumru gibidir, kolay kolay yutulmaz.”

Jeanne ve Simon, vasiyetin ardından geçmişe doğru çıktıkları bu yolculuk sayesinde annelerinin hayatına yıllar sonra da olsa dahil olmuştur. İlk önce Jeanne babasını bulabilmek için Lübnan’a gider. Gerçeklere ulaşabilmesi için annesini tanıyan birilerini bulması gerekmektedir. Bunu başarabilmesi için de elinde bulunan tek şey daha sonra hapishanede çekilmiş olduğunu öğreneceği annesinin gençlik fotoğrafından başka bir şey değildir. Adım adım annesinin yaşadıklarını öğrenmeye başlayan Jeanne’ın yanında biz izleyiciler de, annesinin hayatına yapılan flashback / geri dönüşler sayesinde tanık oluruz ve gerilimi ve endişeyi had safhada yaşar, tıpkı Jeanne gibi öğreneceklerimiz karşısında nefessiz kalırız.

Incendies 1

“Ama yakında sessizliğe gömüleceksin, çünkü gerçeğin karşısında susmak gerekir.”

Başta da bahsettiğim gibi bir oyundan sinemaya uyarlanan Incendies / İçimdeki Yangın, bir Ortadoğu ülkesinde yaşanan siyasi ve askeri olayların, toplumsal yıkımların ortasında vuku bulan bir bireysel yıkım hikayesi. Bir yandan 70’li yıllarda Lübnan’daki Hristiyan-Müslüman halklar arasında meydana gelmiş çatışmalara tanık olurken, bir yandan da bu dramdan beslenerek daha üst bir noktaya ulaşan aile dramına tanık oluyoruz. Hiç kuşkusuz bu noktada başarılı bir şekilde kotarılmış kurgunun da payı büyük. 70’li yıllarda yaşanan bu olaylarla paralel ilerleyen hikaye, belki de bu kadar sarsıcı ve etkileyici olmasını en çok buna borçlu.

Filmin anlattıklarını ifade edebilmek aslında hiç de kolay değil. Hikayeyi anlatmak da öyle. Geçmiş ile şimdiki zamanı iç içe geçirerek, gizem ve gerilim dozajını da son derece yerinde kullanan film, tek tek açığa çıkan sırlar ve acılar sayesinde iki saat boyunca seyirciye kafa yordurmayı başarıyor. Filmin sonunda ise en vurucu darbeyi indiriyor ve boğazınıza okkalı bir yumruk çakıp sizi olduğunuz yere seriyor. Sindirimi mümkün olmayan ve uzun süre aklınızdan çıkmayacak olan Incendies, Simon’un da dediği gibi bize bir artı bir’in her zaman iki etmeyeceğini acımasızca kanıtlıyor ve yaşadığımız dünyanın ne kadar da pis bir yer olduğunu tekrar hatırlatıyor. Siz siz olun bu eşsiz sinema deneyiminden mahrum kalmayın ve en kısa zamanda izleyenler kervanına katılın. Pişman olmayacaksınız.

blank

Begüm Özdemir

1982 doğumlu yazar ilk sinema deneyimini L’ours (The Bear) filmiyle yaşamış olup Öteki Sinema'da yazmaya 2011 yılında başlamıştır. Sinema yazıları yazmasının yanı sıra dizi ve film çevirileri de yapmaktadır. Ayrıca büyük bir Stephen King ve Queen hayranıdır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Drakula İstanbul’da (1953)

Bu eleştiri, Yıldız Haftalık Sinema Mecmuası’nın 14 Mart 1953’te yayınlanan
blank

Japonya’dan Sert Bir İşkence Pornosu: Grotesque (2009)

Grotesque; sadizm, tecavüz, işkence, adam öldürme gibi öğeleri ardı ardına