Klasik İngiliz Korku Sinemasında Bir Usta
Sadece birkaç yıl içinde; “Time Without Pity” (1957), “Room at the Top” (1959), “Sons and Lovers” (1960), “Saturday Night and Sunday Morning” (1960), “Never Take Sweets from a Stranger” (1960), “The Innocents” (1961) gibi bugün artık ‘klasik’ statüsüne erişmiş (‘Yeni’) İngiliz filmlerinin görüntü yönetmenliği ile dünya çapında büyük bir saygınlık kazanan, başta Amerikalı film eleştirmeni Pauline Kael olmak üzere, etkili film eleştirmenlerinin övgüsüne mazhar olan Freddie Francis; Karel Reisz’ın unutulmaz çalışması “Night Must Fall”dan (1964) sonra görüntü yönetmenliğine 16 yıl ara verir.
Francis’in görüntü yönetmenliğine geri dönüşü ise yine muhteşem olur. David Lynch’in “Elephant Man”i (1980) ile başladığı ikinci dönem yolculuğunda “The French Lieutenant’s Woman” (1981), “Dune” (1984), “Memed My Hawk” (İnce Memed; 1984), “Glory” (1989), “The Man in the Moon” (1991), “Cape Fear” (1991) gibi önemli yönetmenlerin, iyi bilinen, sağlam ve ödüllü işlerine imza atar. Son görüntü yönetmenliği ise David Lynch’in “The Straight Story” (1999) adlı yaşlılığa adanmış başyapıtıdır. “Sons and Lovers” (1960) ve “Glory” (1989) ile 2 kez ‘En İyi Görüntü Çalışması Oscarı’ kazanan Freddie Francis; “The Straight Story” çekildiğinde başroldeki Richard Farnsworth’an 3 yaş daha büyüktü. Tam 82 yaşındaydı.
Freddie Francis Filmleri
1917 doğumlu Freddie Francis’in görüntü yönetmenliğinin yanı sıra önemli bir özelliği daha vardı. 1962-1975 arasında, bu sefer ‘yönetmen’ olarak görev aldığı, bugün kendi türünde önemli ve saygın kabul edilen bir dizi düşük bütçeli filmle İngiliz korku ve gerilim sinemasına yeni bir soluk getirmişti. Filmlerinin gişe başarısı nedeniyle kısa sürede birbirinden farklı yapımevlerinden teklifler alan Francis, 1962-1975 yılları arasında bazıları kendi türünde referans kabul edilen 20’yi aşkın uzun metraj film çekti.
Francis; hınzırca bir komedi olarak niteleyebileceğim “Two and Two Make Six” (1962), Oliver Reed’in başarılı performansıyla öne çıkan “Paranoiac” (1963), hoş sürprizler barındıran bir Sangster hikayesi “Nightmare” (1964) ile türden türe atlamasına rağmen belirli bir kaliteyi tutturur. Özellikle “Paranoiac” (1963) gerçekten çok güzel bir filmdir. Lakin Francis arada; “The Deadly Bees” (1966), “Trog” (1970), “The Ghoul” (1975) ve “Legend of the Werewolf” (1975) gibi ‘izlemez olaydım’ dediğim, kötü fantastik filmlere de imza atar. Freddie Francis iyi bir yönetmendir ama her Francis de iyi bir Francis değildir yani, dürüst olmak lazım.
Fantastik sinemanın bu önemli yönetmenini keşfetmeniz için, sadece korku/dehşet filmlerinden oluşan küçük bir izleme listesi hazırladım. Ben bu filmleri izlerken keyif aldım, umarım sizler de keyif alırsınız:
“The Evil of Frankenstein” (1964)
Francis’ten, Hammer’in meşhur Frankenstein serisine ustaca bir dokunuş. “The Revenge of Frankenstein”ın (1958) yarım bıraktığı yerden devam eden Francis, seriye ivme kazandıran sürükleyici bir işe imza atıyor. Peter Cushing, gelmiş geçmiş en iyi Baron Frankenstein olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Kendinden emin, kararlı, güçlü ve vakur. Bilim için herşeyi göze almaya hazır. Beş parasız kalmışken bile.
Dr. Terror’s House of Horrors (1965)
Bugün bile ilk günkü tazeliğini koruyan, İngiliz korku başyapıtı “Dead Of Night”ın anlatı yapısını esas alan filmlere İngilizler “portmanto filmler” (belirli bir konseptle biraraya getirilen, birbirinden farklı orta metraj korku hikayeleri) adını verirler. Bu geleneği yeniden hortlatan, bana sorarsanız pek de iyi yapan, Amicus Yapımevi’dir. İlk filmleri de Dr. Terror’s House of Horrors (1965) olmuştur.
5 yabancı bir tren kompartında biraraya gelir. Gizemli bir yabancı beşinin de tarot fallarına bakar ve hepsi de faciayla sonuçlanan beş korkunç hikaye anlatır. Francis, karanlık tablolar sunar ve dehşet bir finalle izleyiciyi ters köşeye yatırır. Sanat eleştirmenini takip eden kesik el bölümü, unutulacak gibi değil.
The Skull (1965)
Bu, bütünüyle uyduruk film beni ekranın karşısına adeta mıhladı. Hikayenin saçmalığına bakın Allah aşkına? Marquis de Sade’nin olduğu söylenen bir kafatası var ve bu kafatası, insanları büyüleyip, kötülük yapmasına sebep oluyor? Niye? Çünkü içinde korkunç bir ruh var. Üstelik kafatası hareket de edebiliyor. Hatta başka güçleri de kontrol ediyor gibi.
Sadece Freddie Francis ayarında bir yönetmen böylesi bir hikayeden dört başı mamur bir fantastik sinema filmi çıkarabilirdi. İnsanın tüylerini diken diken eden bir film.
Dracula Has Risen from the Grave (1968)
Şahsi kanaatimce, fantastik İngiliz sineması’nın en büyük ismi Terence Fisher’dır, kendisine detaylı bir yazıyla ayrıca değineceğim. İşte o meşhur Terence Fisher kaza geçirince, “Prince of Darkness”ın (1966) devamı niteliğindeki “Dracula Has Risen from the Grave”i (1968) çekmek Freddie Francis’e düşer. Francis, hikayeyi Fisher’ın bıraktığı yerden alır ve Hammer tarihinin en kârlı filmine imza atar. “Dracula Has Risen from the Grave” (1968), en iyi devam filmlerinden biridir. Christopher Lee’yi Christopher Lee yapan “Dracula” (1958) filmini ve de “Prince of Darkness”ı beğenenlerin asla kaçırmaması gerekir.
Tales from the Crypt (1972)
Anıt mezarlara yaptıkları turistik bir gezi sırasında, labirentimsi koridorlarda kaybolan 5 kişi bir mezar odasında kendilerini bekleyen birini bulur. Ve gizemli adam beşine de, aslında nasıl öldüklerini anlatır. Daha sonra sayısız filme ilham veren “Tales from the Crypt” (1972), birbirinden tuhaf ve sıradışı bir dizi ürpertici öyküye sahiptir. “Tales From The Crypt”, “The Vault of Horror” ve “The Haunt of Fear” gibi sağlam kaynaklardan uyarlanmışlardır, daha ne olsun? Noel Baba kılığındaki seri katiliyle hafızalarda yer eden filmin görme engelliler bakımevinde geçen hikayesi şahsi favorim. Francis formunun zirvesinde!
Küçük notlar düşelim: Bu film Robert Zemeckis’in Halloween’de izlemeyi gelenek haline getirdiği bir filmmiş. “Tales from the Crypt”i (1972) yeniden çevirmeyi düşünen Stephen King ve George Romero’nun maceraları da gelmiş geçmiş en iyi portmanto korkularından “Creepshow”la (1982) sonuçlanmış. (Bu müthiş portmanto filmine, Creepshow’a ileride değineceğim.)
The Creeping Flesh (1973)
Kabul ediyorum dağınık ilerleyen bir film ama gotik yapısı nedeniyle beni en çok etkileyen Francis filmlerinden biri. Yeni Gine’den getirdiği kemiklerle, tuhaf çalışmalar yapan Profesör Hildern’in, bilimsel hırsları, bir aile trajedisi gölgesinde şaşırtıcı bir şekilde ilerliyor.
Her daim genç, dinamik ve yenilikçi bir yönetmen olarak tanınan Scorsese’ye “Cape Fear”da neden ihtiyar Francis’le çalıştığını sormuşlar? “Gotik atmosferin ne demek olduğunu en iyi o bilir de, ondan” demiş. Scorsese’nin anlatmaya çalıştığı şeyi öğrenmek için birkaç ‘formunda’ Francis izlemeniz yeterli. Bu da onlardan biri. “The Creeping Flesh” (1973), bugüne kadar izlediğim en karanlık filmlerden…
Tales That Witness Madness (1973)
Francis filmografisindeki portmanto filmlerinin en ürküncü, en groteski bu olsa gerek. Sizi temin ederim, kalitelidir değildir o ayrı bir tartışma konusu ama, bu filmi izlerseniz buradaki hiçbir hikayeyi unutamazsınız.
Her bölüm en az bir diğeri kadar tuhaf ve sıradışı. Francis, sansürün ve yapımevinin prensiplerinin el verdiği ölçüde, birbirinden rahatsız edici hikayeler anlatıyor.
Hiçbir hikaye akıl karı değil, ne kaplanlı hikaye, ne ağaçlı hikaye, ne de insan eti ziyafeti. Mide bulandırıcı bir çılgınlık!
Öteki Sinema için yazan: Ertan Tunç