İşte Malatya Film Festivali’nin gizli sürprizlerinden biri daha. Xavier Legrand’nın ilk uzun metrajı Custody (Velayet, 2017), insanın tüylerini diken diken eden psikolojik (ve finalde, fiziksel) bir aile içi şiddet gösterisi ama bunu yaparken aynı zamanda gerçekçi yapısından milim taviz vermeyen bir insan draması. Buram buram yaşanmışlık ve tepeden tırnağa saf dehşet içeren, iyi bir sinema filmi. İyi sinema, er ya da geç seyircisini bulur. Bu sene listelerde kendine yer bulamadığına bakmayın, Custody de zamanla hayranlarını bulacaktır.
Xavier Legrand, 2014 yılında En İyi Kısa Film Oscarı’na aday gösterilen ilk kısa filmi Just Before Losing Everything (Avant que de tout perdre, 2013) ile dikkatlerini çeken bir yönetmen. Legrand, o filminde, iki çocuğunu sağı solu belli olmayan babaları Antoine’dan korumaya ve kaçırmaya çalışan bir annenin (Miriam) çaresizliğini kısıtlı bir mekânda ve gerçek zamanlı anlatarak, dehşetin ayak seslerini hepimizin yaşadığı dünyaya getirir ama gerek Miriam’ın işyerindeki çalışma arkadaşları gerekse yöneticisi bize umut aşılamaya devam eder.
Aslında Custody, Just Before Losing Everything’in devamının uzun metraja dönüşmüş hâli. Legrand; ana fikri geliştirmiş, temayı bütünüyle, kadroyu hemen hemen (bir iki eksikle) korumuş. İlk iki filmde de aynı karı-kocayı canlandıran Léa Drucker (Miriam) ve Denis Ménochet (Antoine) ile ilk filmi olmasına rağmen küçük Thomas Gioria (Julien) müthiş oynamışlar. Legrand, uzun metrajında da, bir taraftan insan menşeli dehşetin adım adım inşasını gerçekleştirirken (ki Legrand bu tansiyon artışını bu sefer kapısı, penceresi, dört bir tarafı kapalı olan bir eve usul usul yayılan bir gaz kaçağı gibi resmediyor), diğer taraftan, dünyada hayatı yaşanılır kılan iyi insanların (karşı komşu, acil yardım telefonundaki adam, duyarlı kız kardeş vb.) olduğunu muştulamaktan geri kalmamış. Custody’de, umut ve hayal kırıklığı atbaşı gidiyor, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi…
Custody’de, Miriam, kendisine sürekli şiddet uyguladığını anladığımız ama film boyunca detaylarına bir türlü vakıf olamadığımız kocası Antoine Besson’dan boşanmayı başarmış ve ailesinin yaşadığı şehre taşınmıştır. Filmin açılışında anne ve babayı, yanında avukatlarıyla birlikte yargıç karşısında görürüz. Bu bir velayet duruşmasıdır. Besson çiftinin iki çocuğundan büyüğü (kızları Joséphine/Josephine), yasa tarafından uygun görülen yaşa geldiği için babasının herhangi bir hak talep etme hakkı yoktur, kararı kızı verecektir. Sayısız defa şiddete tanık olduğuna emin olduğumuz Josephine, tabii ki anneyi seçer. Öte yandan, küçük Julien’in (çiftin oğlu) belirli aralıklarla babasında kalmasına karar verilir çünkü baba, oğlunu görebilmek için aynı şehirde bir iş bulmayı başarmıştır ve şimdilik kendi ailesinin yanında ikamet edecektir. Yargıç, Julien’in iki haftada bir hafta sonları babasının yanında kalmasına hükmeder.
Xavier Legrand, uzunca bir zamana yayılıp sündürülme imkânı taşıyan hikâyesini toplu ve diri tutabilmek için ekonomik bir senaryo yazmış. Kişilerin özel hayatlarına dair detayları (okul, iş, yeni girdikleri ilişki vb.) büyük ölçüde törpülemiş. Noktalar çok belirgin. Sırasıyla; velayet duruşması, Julien’in iki haftada bir çocuğunu aldığı günler ve Josephine’nin, Julien’in babasında kalması gereken hafta sonuna denk gelen doğum günü. Arada geçen süreyi değerlendirmek ve sürenin uzunluğunu belirgin hâle getirmek içinse iki yöntem kullanmış. Birincisi, Antoine’ın çocuğunu aldığı hafta sonlarında yaşanan sıkıntılar. Julien’in okul defterine ebeveynlerinden hangisinin adını yazdığına dair bölüm, Antoine’ın eski karısının cep telefonunu öğrenmeye çalıştığı bölüm, Antoine’ın çocuklarının ve eski karısının yeni yaşadıkları evin yerini öğrenmeye çalıştığı bölüm ve doğum günü sekansı. Öfkenin adeta bir imbikten süzülürcesine damla damla birikip sonra da bir şelale gibi çağladığı final sahnesinde bu dört sahneyi düşünsel anlamda birleştirmiş ve tamamlamış/bütünlemiş oluyor.
Legrand’nın geçen zamanı aksettirmek için ikinci yöntemi daha ilginç. Kızı Josephine’nin yaşadığı ilişkinin aşamaları üzerinden bunu yapıyor. Onun sevgilisinin gidişleri, gelişleri ilk başta gereksizmiş gibi görünebilir, nitekim bu minvalde yazılan eleştiriler okudum ama Legrand, bu yöntemle bir taşla iki hatta üç kuş vuruyor. Josephine’nin hamile kaldığını öğrendiğimizde; onun sevgilisiyle yaşadığı ilişkinin düzeyini ve birkaç ay geçtiğini anlamış olmakla kalmıyoruz. Legrand; Josephine’nin hassas ilişkisini, hamileliğini ve doğum günü sahnesini (ve hemen ardından gelen ortalığı toplama sahnesini), finaldeki şoku katmerleyen bir yanıltma aracı olarak kullanıyor. Ama bence asıl önemli olan, Legrand, o küçük detayla birlikte Miriam’ın hangi koşullar altında Antoine ile evlendiğine dair de sinsice bir dipnot düşmüş oluyor. Legrand film boyunca bu tip küçük detaylarla birçok mesaj veriyor. Mesela Antoine’ın babasının dediğim dedikçi buyurgan tavırlarını, kırıcı tarzını ve öfke patlamalarını görünce ve en büyük merakını öğrenince, Antoine’ın hangi koşullar altında böylesi bir psikopata dönüştüğüne dair bazı cevaplar almış oluyorsunuz. Sağlıklı olmayan ebeveynler, sağlıklı çocuklar yetiştiremezler demiş oluyor Legrand.
Legrand, parçalarını seyircisinin birleştirmesini istediği küçük sürprizlerle hikâyesini zenginleştirmeyi başarıyor. Örneğin, Miriam’ın başka bir eve taşındığında bile Julien’i babasına kendi ebeveynlerinin evinden teslim etmesi ya da ilişki yaşadığı kişinin belli belirsiz anlarda kendini göstermesi gibi. Çocukların okul otobüsü beklediği durak bile, film ilerledikçe anlıyoruz ki hikâyeye hizmet ediyor. Açılış sahnesinden kapanışa kadar derli toplu bir sinema inşa etmeyi başaran Legrand’nın hikâyeye layık gördüğü final ise tek kelimeyle olağanüstü.
Finalin ayrıntıları hakkında bir şey yazmayacağım, sadece 2017 yılı içinde izlediğim 300’ü aşkın film içinde, korku filmleri de dahil olmak üzere beni en çok geren ve huzursuz eden filmin Custody olduğunu söylemekle yetineceğim. Resmen koltuğa yapıştım ve keman yayı gibi arkaya doğru gerildim. Hatta son saniyelerde kaskatı kesildim. Tabii bunda, filmdeki olayın bana bazı yaşanmışlıkları hatırlatmasının payı büyük. Her zaman söylerim, asıl dehşet verici olan (yani saf korku), her zaman insan deneyimidir. Bir sohbetimizde Murat Kızılca bana şöyle demişti: “En korktuğun şey sorusuna cevabım hiç değişmedi: İnsan.” Gerçekten de insandan daha korkunç bir şey yoktur. Custody (Velayet, 2017) de onu anlatıyor.
Öteki Sinema için yazan: Ertan Tunç