Tarla sürmek için satın alınan ancak savaş çıkması üzerine bir süvari subayının atı haline getirilen “Joey” isimli bir atın hikâyesinin anlatıldığı Steven Spielberg’ün “War Horse” (2011) isimli filminden hareketle; orduların önünde yürütülen filler, filleri ürkütmek için canlı canlı yakılarak savaş meydanına sürülen domuzlar, içine patlayıcı yerleştirilerek kömürlerin arasına karıştırılan fareler, mancınıkla düşman üstüne atılan arılar ve yılanlar, deniz altındaki şüpheli cisimleri tespit etmek için kullanılan yunuslar, gözcülük yaptırılan babunlar, kara mayınlarını tespit etmek için eğitilen sıçanlar, yayılmadan önce zehirli gazları tespit etmesi için cepheye götürülen kanaryalar ile evcilleştirildiği günden itibaren insanın her türlü hizmetini görmeye zorlanan atlar ve köpeklerin savaşlardaki hikâyesine değinmeye çalışacağım. Kesilmek için cepheye götürülen veya düşman eline geçmesin diye topluca katledilen tavuklar, koyunlar, inekler vb. göz önüne alındığında bütün hayvanları saymak olanaksız olsa da hiçbir hayvanın insanın sömürüsünden kurtulamadığını en baştan söyleyerek başlamamız gerekir.
Bu yazı, birer silaha dönüştürülen ve binlerce yıldır insanın kendi arasındaki savaşında bedel ödettirilen hayvanları listelemek için değil böyle bir kullanım şeklinin farkına varılması maksadıyla yazıldığından eksikliklerin olması doğaldır. Zaten hangi devletin hangi laboratuvarında veya hangi harp karargâhında, hangi gizli politikaların yürütüldüğünü öğrenmek mümkün olmadığı gibi geçmişte at, deve, köpek, fil vb. kullanılırken, günümüzde biyolojik savaş maksatlı böceklerin kullanılmasına yönelik hazırlıklar yapıldığını tahmin etmek hiç de güç değildir.
“Hidralar da çıkardı ortaya
Harika Ejderhalar, Deniz Canavarları,
Dev Arslanlar
Kudurmuş Bekçi Köpekleri, Akrep-İnsanlar
Saldırgan Canavarlar
Balık-İnsanlar, Dev Boğalar:
Hepsi de amansız silahlarını sallıyordu
Dövüşte korkusuzdular.” (Enuma eliş)
Babil Yaratılış Destanı Enuma Eliş, ejderhaların, deniz canavarlarının, dev aslanların, kudurmuş köpeklerin, saldırgan canavarların, dev boğaların” dövüşlerde korkusuz olduklarını dile getirirken Herodotos insanın insanla savaşında hayvanların nasıl savaş meydanlarına sürüldüğünü “Bir adama karşı bir adam, bir ata karşı bir at ve bir köpeğe karşı bir köpek savaşıyordu.” sözleriyle ifade etmiştir. Sahip oldukları özellikler dolayısıyla insanın yanında savaşlara sokulmuş olsa da bu hayvanlar niçin orada olduklarını hiçbir zaman bilememişlerdir. Günümüzden yaklaşık beş bin yıl önce yazılmış olan Hint destanı Mahabharata ise insanların ve “iblislerin” hayvanları nasıl savaşa sürdüğünü şöyle anlatır.
“Dünyada yaşanan huzurlu dönem fazla uzun sürmedi, zira insanlarla birlikte iblislerin soyu da yavaş yavaş çoğalmaya başladı. Diti’nin oğulları, Aditi’nin oğullarından sayıca üstün gelince her iki soy arasında bir savaş başladı ve bu savaşta Aditi oğulları yenilgiye uğradı. İblisler gökyüzünü bu şekilde egemenlikleri altına alıp, her tarafı yağmaladıktan sonra, yeryüzüne adım attılar. Tıpkı gökyüzünde olduğu gibi yeryüzünde de yayılmak isteyen iblisler, inekleri, eşekleri, atları, develeri, bizonları, Rakşasaları, filleri, geyikleri ve diğer varlıkları kullandılar.” (Mahabharata)
Jeopolitiğin kurucusu sayılan Halford Mackinder, günümüzde Batı’nın özellikle ABD’nin askeri gücünün büyümesi ile dünyanın geri kalanının askeri mücadele ruhunun azalmasının teknoloji sayesinde mümkün olduğunu söylemiş ve bunu “deve ve at binen adamlar artık yok” sözleriyle ifade etmiştir. Macknder’in dediği gibi gelişen teknoloji hayvanları savaş meydanlarından uzaklaştırsa da gelecekte hangi hayvanın kullanılacağını tahmin bile edemeyeceğimizi ve pek ümitlenmemek gerektiğini söyleyebilirim.
Atlar
Atın ilk olarak Orta Asya bozkırlarında evcilleştirildiği, bozkır kavimlerinin atların gücü sayesinde diğer kavimler üzerine akınlar düzenledikleri hatta at üzerinde yemek yedikleri ve uyudukları söylenmiştir. Atlar birçok savaşta katır, öküz, eşek ve develerle birlikte ağır silahları, topları, cephaneleri ve diğer malzemeleri cepheye taşımış veya süvarilerle birlikte sıcak çatışmaya girmişlerdir. Hızlı, güçlü ve dayanıklı olmalarının bedelini savaş meydanlarında ödeyen, binlerce yıldır okların, mızrakların, mermilerin ve bombaların hedefinde yaşayan atların sonu, cepheye sağ ulaşsın ya da ulaşmasın hep aynı olmuş, savaşta ölmeyenler ise kasaplara satılmıştır. Bir fikir vermesi açısından yazmak gerekirse Birinci Dünya Savaşı’nda 10 milyona yakın at, eşek, öküz ve katır öldürüldüğünü söylemek gerekir.
Atı evcilleştiren ilk kavimlerden olan Türklerin, ata büyük değer verdiği ve önde gelen komutanların atıyla birlikte gömüldüğü, hükümdarların cenaze törenlerinde ise atının kuyruğunun kesildiği, eyerinin ters konulduğu ve ağlıyor gözükmesi için gözlerine tuz serpildiği anlatılır. İnsanbiçimci anlayışın tezahürü bu uygulamaların nasıl olup da ata verilen değerin göstergesi olarak anlatılageldiği büyük bir muammadır. Bu sevginin göstergesi olarak Fatih Sultan Mehmed’in ve Genç Osman’ın atlarına mezar yaptırıldığı rivayet edilse de, ender görülen uygulamalar olduğunu söylemek mümkündür.
Filler
İri gövdeleri, kalın bacakları, büyük kafaları ve sivri dişlerinden dolayı savaşlarda kullanılan filler, düşmanı ezmek, atları korkutmak ve süvari birliklerini dağıtmak için orduların en önünde savaşa gönderilmişlerdir. Derileri kalın olduğu için kolayca durdurulamayan fillerin tam anlamıyla kontrol edilemediği, korktuklarında, yaralandıklarında veya bekledikleri komutları alamadıklarında hedef gözetmeksizin hareket ettikleri, her iki taraftan da ölüme ve yaralanmaya sebep oldukları ifade edilmektedir.
Fillerin, ilkçağlardan itibaren savaşlarda kullanıldığı, Hannibal’ın, Büyük İskender’in veya Timur’un ordularında fillerin bulunduğu ve ordulara “zaferler” kazandırdığı bilinmektedir. Savaşlarda filleri en çok kullananların Gazneliler olduğu, Sultan Mahmud’un yaptırdığı büyük geçit törenine binden fazla teçhizatlı filin katıldığı söylenir. Genelde esir tutulup beslenerek tarımda kullanılmak üzere İndus Vadisi’nde ehlileştirilen filleri savaş alanında ilk kez kimlerin kullandığı bilinmese de Sanskrit destanı Mahabharata’da savaş fillerinden söz edilmesi manidardır.
“Krişna’dan tüm gelişmeleri öğrenen Pandavaların silahlarını kuşanıp, düşmanı yok etmek için savaşa hazırlanmalarının, Hastinapura’dan savaş için yaya askerlerin, atlı askerler ile savaş arabaları ve fillerin yola çıkmasının ve arada daha birçok hayranlık uyandıran hikâyeleri anlatacağım sizlere.” (Mahabharata)
Köpekler
Günümüzde uyuşturucu madde, bomba, çay, tütün, mayın vb. tespitinde dedektör maksatlı kullanılan köpekler hem savaşlarda hem de sınırlarda nöbet tutmaları için kullanılmaya devam edilmektedir. Birçok savaşta askerler arasında haber, ilaç ve cephane taşıyan, yaralıları tespit eden, hassas noktalarda bekçilik yapan, hem cephe gerisinde hem de çatışmanın içinde kullanılan köpekleri ilk kez Lidyalılar kullanmış hatta köpeklerden oluşan bir tabur kurmuşlardır.
İkinci Dünya Savaşı’nda ise Ruslar köpekleri canlı bomba (1) olarak kullanmayı denemişlerdir. Tankların altında yiyecek olduğunu düşünecek şekilde yetiştirilen köpekler, uzun süre aç bırakıldıktan sonra sırtlarına içinde patlayıcı bulunan bir çanta bağlanarak düşman tankları üzerine gönderilmişlerdir. Yiyecek bulma ümidiyle tankın altına giren köpekler, böylece patlayıcıyı tetiklemiş ve kendisiyle birlikte tankı havaya uçurmuşlardır. Almanların gördükleri yerde köpekleri öldürmeye başlaması üzerine düşman ateşinden kaçan köpeklerin Sovyet tanklarını diğerlerinden ayırt edemedikleri için iki tarafa da zarar vermeye başladıkları ve projenin iptal edildiği söylenir. (2)
Roma askerleri arasında zırhları ve çivili tasmalarıyla savaşa hazırlanmış köpekler bulunduğu, Attila’nın devasa Molosser köpeklerini ön cephede kullandığı, İngilizlerin iri cüsseli Mastiff ve Danua cinsi köpekleri kullanarak düşman atlarını ürkütüp üzerindeki askerlerin düşmesini sağladığı, İspanyol istilacıların ise Güney Amerika’daki işgalleri sırasında yerlileri öldürmek üzere köpekleri eğittikleri, kadınları ve çocukları bu köpeklere parçalattıkları bilinmektedir.
“Yerliler bu insanlık dışı, merhametsiz ve vahşi İspanyolların zulmünden kurtulabilmek için dağlara kaçtılar. Dağlara kaçan yerlilerin peşine düşen İspanyollar, yerlileri kılıç, bıçak ve mızrak darbeleriyle katlettiler, yaralıları köpeklerine yedirdiler. Hamile kadınları kazıklara çaktılar veya köpeklere parçalattılar. Hıristiyanlar köpeklerine saldırıp yerlileri parçalama eğitimi vermişlerdi.” (Bartolarneo de las Casas, Yerlilerin Gözyaşları)
Güvercinler
Günümüzden yaklaşık 6 bin yıl önce güvercinlerin hiçbir eğitim almalarına gerek olmadan içgüdüsel olarak eve uçtukları keşfedilmiş ve nereye bırakılırsa bırakılsın yuvalarını bulabilmeleri güvercinlerin haberci olarak kullanılmalarına yol açmıştır. Kağıda yazılmış bir mesajın küçük bir tüpün içine konması ve tüpün güvercinin ayağına bağlanması geleneksel kullanımı sayılabilir. Günümüzde deniz kuvvetleri muhabere sınıfının işaretinin güvercin kanatları olması güvercinin haberciliğine bir göndermedir.
Bilinen ilk posta güvercininin Mısır’da uçurulduğu, önemli ziyaretçileri taşıyan gemilerden bırakılan güvercinlerin, bu ziyareti ev sahiplerine önceden haber verdikleri söylenir. Akad Kralı Büyük Sargon ise bütün habercilerine birer güvercin taşıma emri verdiğinden, güvercini saraya geri dönen habercinin yakalandığı anlaşılır ve yeni bir haberci yola çıkarılırdı. Güvercinleri izlemek ya da vurmak, herhangi bir insanı izlemekten veya bir uçağı vurmaktan daha zor olduğundan yalnızca haberleşme için değil boyunlarına takılan fotoğraf makineleriyle düşman siperlerini de görüntülemeyi başarmışlar ancak on binlerce güvercin öldürülmekten kurtulamamıştır.
Develer
Keskin görüş açısı, ileri koku alma yeteneği ve yüksek sıcaklıkta bile günlerce aç-susuz kalabilme dayanıklılığından dolayı develer taşımacılıkta olduğu kadar savaşlarda da kullanılmışlardır. Afrika ve Asya’da atın yerini alan devenin savaşlarda kullanımı Herodotos tarafından şöyle ifade edilmiştir.
“Kyros karşısındaki Lidyalıları görünce şöyle bir savaş düzeni aldı: Bunu Medialı Harpagos’un önerisiyle yaptı. Ağırlıkları taşıyan ve en arkadan gelen develeri bir araya toplattı. Üzerinden mallan indirip askerleri bindirdi. Daha sonra develeri Kroisos’un atlarının üzerine saldı. Yayalar ise develerin arkasından geliyorlardı. En arkada da süvariler yer almıştı. Develerin atların karşısına sürülmesinin nedeni ise atların develerin kokusuna ve görüntüsüne dayanamayıp kaçacak olmalarıydı. Böylece Kyros, Lidya’nın usta atlılarını yenmek için bir çözüm bulabilmişti. Savaş başlayınca atlarla develer karşılaştılar. Kyros’un da beklediği gibi atlar develeri görünce kaçtılar.” (Herodotos, Tarih)
Yunuslar
Soğuk Savaş döneminde gerek Amerikan gerekse Sovyet güçlerinin birbirlerine üstünlük kurmak için yunuslar başta olmak üzere deniz memelileri üzerinde çeşitli araştırmalar yaptıkları söylenmiştir. Mayınların tespiti, gemilerin ve denizaltıların bulunması, üzerlerine yerleştirilen kameralar aracılığıyla çeşitli keşif gözetleme faaliyetlerinin yerine getirilmesi veya üzerlerine patlayıcı yerleştirilen balığın düşman gemileri üzerine gönderilmesine yönelik çalışmalar bunlardan birkaçıdır.
Fareler
İkinci Dünya Savaşı’nda İngilizler, yakaladıkları farelerin içine patlayıcı madde yerleştirmişler ve içi patlayıcı dolu bu fareleri Almanların kömür stoklarının içine karıştırmışlardır. Bu farelerin kömürlerle birlikte ateşe atılacağı, böylece kazan dairesinin patlatılması ve çevredeki askerlerin öldürülmesi planlanmış olsa da pek başarılı olunmadığı belirtilir.
Arılar
Savaşlardan önce arı kovanları, içerisindeki arılarla birlikte toplanır ve bir mancınık vasıtasıyla düşman ordularının üzerine atılır, kovanın yere düşmesiyle dışarı çıkan arıların gördüğü her şeye saldırması hedeflenirdi. Böylece savaş başlamadan, arı saldırısına uğrayan düşman ordusunun paniklemesi sağlanırdı.
Domuzlar
Savaşlarda kullanılan hayvanları etkisiz hale getirmek için yine hayvanlara başvurulmuştur. Nasıl haberci güvercinleri avlamak için şahinler, atları ürkütmek için filler kullanılmışsa, fillere karşı koymak için de domuzlar kullanılmış ve canlı canlı ateşe verilen domuzlar fillerin üstüne gönderilmiştir. Can çekişen domuzlar fillerin üzerine koştuklarında fillerin ürküp geriye kaçması ve kendi askerlerini ezmeleri beklenirdi.
Böcekler
Biyolojik savaş, zehirli maddeler kullanılarak insan, hayvan ve bitkilerin öldürülmesi veya etkinliklerinin kısıtlanmasına yönelik bir savaş yöntemidir. Biyolojik savaşın alt türlerinden biri olarak kabul edilen entomolojik savaş ise böceklerin kullanılmasıdır. Günümüzden yaklaşık 3 bin yıl önce ilk biyolojik silah olarak tularemi hastalığının (tavşan ateşi veya avcı hastalığı) Hititler tarafından kullanılmış olması insanın acımasızlığının göstergesidir. (3)
Nazilerin esirler üzerinde tifüs taşıyan pirelerle deneyler yaptıkları, Sovyetlerin Moğolistan’da insanlar üzerinde hastalık taşıyan pireler kullanarak deneyler yaptığı saptanmıştır. ABD’nin de özellikle bit, pire ve sivrisineklerce taşınan bazı hastalıklar üzerinde biyolojik silah üretme amaçlı çalıştığı, Kuzey Kore’nin ve Çin’in ABD pilotlarının hastalık taşıyan bitleri, pireleri, çekirgeleri, karıncaları ve diğer bazı böcekleri ülkenin kırsal alanlarına attığı iddia edilmiştir. 1950’lerde ABD bir ayda 130 milyon sarıhumma hastalığı taşıyan sivrisinek üretme kapasitesine ulaşmış ve bunları bombalara ve füze başlıklarına yerleştirerek kullanmayı planlamıştır. Bu çalışma ile Sovyetler ve müttefiklerinin önemli şehirlerinin hedef alınması düşünülmüş ve hastalık taşımayan sivrisineklerin yayılma ve sokup-emme kapasiteleri Amerikan şehirlerine gizlice böcek salınarak test edilmiştir. (4) Ne var ki verilere erişim kısıtlı olduğundan detaylı bilgi edinmenin pek mümkün olmadığını söylemeliyim.
Hastalık taşıyan böceklerin geçmişte biyolojik silah olarak kullanıldığına dair birçok örnek mevcuttur. Amerika kıtasında Kızılderililerin nüfusunu azaltmak için İngiliz Generali Jeffrey Amherst’in emriyle görüşme yapılan Kızılderili şeflerine çiçek hastalarının yattığı hastaneden battaniyeler verilmiş ve hastalık kısa sürede Kızılderililer arasında yayılmıştır.
“Kolomb’un kıtaya ulaştığı zaman Meksika’nın kuzeyinde yaşayan 10 milyon Kızılderili nüfusu bir milyonun altına düştü. Kızılderililerin büyük bir bölümü beyazların getirdikleri hastalıklar nedeniyle ölmüştü. New Holland’ı ziyaret eden Hollandalı bir gezgin 1656’da şunları yazıyordu: “Hıristiyanların buralara gelip çiçek hastalığını Kızılderililere bulaştırmalarından önce Kızılderililerin sayısı şimdiki sayının on katıymış; bu hastalık onların nüfusunu eritip onda dokuzunun ölmesine neden olmuş.” (Howard Zinn, Amerika Birleşik Devletleri Haklarının Tarihi)
Yakın zamanlarda ise Japonya, bu yöntemi Çin’e karşı kullanmış ve bunu yaptığı bilinen tek devlettir. Veba bulaştırılmış pireler ve kolera ile kaplı sinekler uçaklardan Çin topraklarına atılmış ve bu böceklerin sebep olduğu salgınlar neticesinde yaklaşık 500 bin insan ölmüştür.
Biyolojik savaş maksatlı kullanıldığına yönelik kanıtlar bulunmasa da ülkemizde son yıllarda “Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi” hastalığı dolayısıyla kenelere karşı büyük korku duyulmaya başlamış, çeşitli yer ve zamanlarda tarlaların üzerine kene atıldığının görüldüğü iddia edilmiştir. Bu korku geniş kitleleri içine almış ve büyük huzursuzluk yaratmış, milyonlarca insanın pikniğe gitme, açık havada oturma alışkanlıklarında değişme yaratmıştır. Bütün dünyayı etkisi altına alan küresel korona virüsü salgınının çıkış kaynağı olarak yarasanın görülmesinin ise biyolojik savaş konusunda insanların büyük kaygı sahibi olduğunu göstermektedir diyebilirim.
Fareden keçiye, kaplandan penguene, kangurudan tilkiye, kediden kaplumbağaya, köpekten tavuğa kadar pek çok hayvan askeri birliklerin maskotu olarak kullanılmış (5), kızaklar köpeklerle çekilmiş, emirler güvercinlerle ulaştırılmış, gaz saldırısı olup olmadığı kanaryalarla tespit edilmeye çalışılmış, erzaklar kedilerle korunmuş, üstün “yararlılık” gösteren birçok hayvana madalyalar verilmiş hatta Londra’da “Animals in War” (Savaştaki Hayvanlar) isimli bir anıt dikilmiştir. “Tarih boyunca İngilizlerin ve müttefiklerinin yanında hizmet ederken can veren tüm hayvanlara ithaf edilen” bu anıtın üzerine büyük harflerle “They Had No Choices” (Onların Seçeneği Yoktu) yazılıdır. Güzel bir fikir olsa da “İngilizlere ve onların müttefiklerine hizmet eden” denmesini eksik hatta çok yanlış bulduğumu söylemeliyim. Hem seçenekleri yoktu demek hem de seçeneği olmayan hayvanları “düşman” saflarına yerleştirmek, insanbiçimci davranış biçiminden kurtulamadığımızın göstergesi değil midir? Ve düşman ordusundaki bir at, geçekten düşman mıdır?
Öteki Sinema için yazan: Salim Olcay
Dipnotlar
(1)
(2) odatv4.com/sovyet-kopeklerinin-bilinmeyen-hikayesi-0510161200.html
(3) newscientist.com/article/dn12960