İşkence Odası’nda seyirciye yapılan işkence:
Biz bunu hak etmiyoruz!
Pascal Laugier’nin 2008 tarihli kült filmi Martyrs (o zaman da İşkence Odası adıyla gösterilmişti yanılmıyorsam) muhtemelen tüm zamanların en şok edici şiddet sahnelerinden bazılarını içeren ve korku sineması tutkunlarının bile kolay kolay tahammül edemedikleri filmlerden biriydi.
İçerdiği şiddetin yoğunluğu sebebiyle “işkence pornosu” olarak nitelendirilmiş, Fransa’da filmleri sınıflandıran resmi kuruluş Martyrs’e +18 vererek benzeri olmayan bir karara imza atmıştı. Bakanlık, meslek birlikleri falan bir araya geldiler de sonradan filmin rating’i +16’ya çekildi.
Öte yandan 2010’ların başlarından korku türünde uzmanlaşmış sinemacılar, oyuncular ve eleştirmenler arasında yapılan bir anket sonucu martyrs 100 film arasından 31. seçilmişti. Hemen her yabancı korku filmini hızla kendilerine uyarlayan Amerikalılar neden Martyrs’in remake’ini çekmek için bu kadar beklediler bilinmez (muhtemelen bu şiddeti izleyici karşısına nasıl çıkaracaklarını bilememişlerdir) ama nihayet 8 yıl sonra karşımızda Hollywood elinden çıkma bir İşkence Odası var. Ne var ki bu kez işkenceyi bizzat seyirci görüyor kanımızca.
Yönetmenliğini Kevin ve Michael Goetz kardeşlerin (Scenic Route adlı filmi çekmişlerdi en son) üstlendiği İşkence Odası, Laugier’nin filmiyle bir süre paralel gidiyor ama bir noktadan sonra anayolda ayrılıyor ve saptığı tali yolda tıkanıp kalıyor.
Laugier’nin filmi çarpıcı ve hızlı bir şekilde açılıp, şiddet ve gerilim dozunu gitgide artırırken, Goetz kardeşlerin filmi aynı açılışı –Laugier kadar becerikli olmamakla birlikte- yapıyor ama sonrasında hem şiddet dozunu bir hayli düşük tutuyor hem de onun yerine sağlam bir gerilim ikame edemediği için sıkıcılaşıyor, sıradanlaşıyor. Orijinal filmi de izlememiş olanlar varsa diye özetleyelim: öteki dünyada ne olup bittiğini merak eden bir grup ihtiyarın oluşturduğu tuhaf bir tarikat, ellerine geçirdikleri küçük kızlara işkence ederek onları ölümün kıyısına kadar sürüklemekte ve onların şehadetiyle ölümden sonra başlarına ne geleceğini anlamaya çalışmaktadır. Laugier’nin yüksek işkence dozuyla anlattığı öykü bir hayli nihilist bir tavra sahipken (ve muhtemelen gücünü de bu nihilizmden alırken), Goetz kardeşlerin filmi, tam da Amerikan seyircisine uygun şekilde, umut ışığı içeriyor ve bir şekilde mutlu sayılabilecek bir finalle bitiyor.
Ne var ki -iki film arasındaki yol ayrımı bir yana- oyuncu tercihleri göz önüne alındığında, Goetz kardeşlerin filminin bariz bir şekilde zayıf kaldığını ve hemen hiç bir roldeki oyuncu performanslarının Laugier’nin oyuncularına yaklaşamadığını belitmek gerek. Bu da, sıradan bir intikam hikayesine dönüşen yeni versiyonun fena halde aleyhine dönüşen bir durum zira Laugier’nin orijinal hikayesine dayanan film izleyiciyi herhangi bir karakterle özdeşleşmeye teşvik etmiyor ve bir intikam hikayesinde de ne yazık ki bu şart aslında. İzleyici o intikam ateşini içinde hissedecek ki, son hamlede bir rahatlama hissetsin. Ama heyhat, ne bir katarsis ne bir nebze rahatlama…
Doğru dürüst bir gerilim, insanı oturduğu yerde huzursuz eden bir korku atmosferi de olmayınca, film, özellikle de korku sineması meraklıları için tam bir işkenceye dönüşüyor: sıkıntı işkencesine.