Euro-exploitation (avrupa-sömürü) filmlerinin en utanmaz örneklerinden biriyle karşı karşıyayız. Zamanında Video Nasties listesine alınmış olan Island of Death (1975), bir b-film ile z-film olmak arasında gidip gelen bir çizgiye sahip. İçerdiği kimi akılalmaz detaylarıyla kesinlikle unutulmaz bir film izleme tecrübesine dönüşen film, posterinden de anlaşılacağı üzere hiçbir şeyi umursamayan bir mizaca sahip. Rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu sene izlerken en eğlendiğim ve en şaşırdığım filmlerden biri.
Hikayemiz 1970’lerin sessiz sakin Yunan adası Mikanos’ta geçiyor. Sırf bu özelliğiyle bile türünün diğer örneklerinin arasından sıyrılan film, orjinal ve çok romantik mekanlarla dolu. Adadaki Yunan balıkçıları ve esnafın, ülkemiz Ege insanına olan tıpatıp benzerliği, Türk seyirciler için filmi daha da keyifli kılıyor. Konu basit: Bir İngiliz turist çift, ziyarete geldikleri Mikanos’ta açıklanamaz terbiyesizlikler yapmaya ve daha sonra insanlık suçları işlemeye başlıyorlar. Bu çift salt kötü yürekli mi, yoksa ruhen hastalar mı, tam belli değil. Bonnie & Clyde ve Mickey & Mallory gibi çiftler, bu filmin yanında süt dökmüş kedi gibi kalıyorlar.
Filmin Yunan yönetmeni Nico Mastorakis, oldukça ‘inanılmaz’ bir karakter. Merak edip, Wikipedia’dan Nico Mastorakis’in kim olduğuna baktığımda, önce onun 50’lerde bir gazeteci olduğunu öğrendim. 1941 doğumlu Mastorakis, 18 yaşındayken, kendi ülkesinden kaçmış olan ünlü Prenses Soraya ile bir röportaj yapınca bir anda tanınan bir isim haline gelmiş. Ardından türlü gazetecilik ödülleri alıp, Yunanistan’ın ilk otomobil sayfasını yazmaya başlamış. Daha sonra büyük bir paparazzi fotoğrafçılığı bombası patlatarak, gizlice girdiği Senatör Ted Kennedy’nin evliliğinden fotoğraflar çekip, olayı basına sızdıran isim olmuş.
Z-film yönetmeni Mastorakis’in hikayesi gittikçe daha da ilginçleşiyor. Mastorakis 1950’de hazırladığı 22 ayrı radyo programıyla 1950’lerde, pop müziği Yunanistan’a ilk getiren isim olarak kabul ediliyor. Bu dönemde, Blade Runner ve Chariots of Fire gibi filmlerin müziklerini yapan Vangelis‘i de keşveden yine Mastorakis oluyor. 1960’ların sonlarına doğru Beatles ile tanışıp John Lennon‘la arkadaş olan Mastorakis, 1967’de Yunanistan’daki ilk enternasyonel konseri organize ederek Rolling Stones‘u getiriyor! Bu da yetmiyor, Yunan televizyonunun en önemli ilk isimlerinden biri oluyor. Sayısız program ve dizi yapıyor, yazıyor, yönetiyor. Bu yaptıkları arasında en dikkatimi çeken ‘‘Invasion From Anatoher Planet” adında kendinin yazıp, yönettiği bir bilim-kurgu dizisi oluyor. Bu dizi Yunan televizyonlarında filme çekilerek gerçekleştirilen ilk yapım oluyor! Daha da bombası, Mastorakis, darbe zamanında Yunanistan’ın askeri kanalında, 2 kameralı stüdyosuna John Lennon ve Yoko Ono’yu getiriyor!
Yani, Mastorakis’in hikayesi Kenan Erçetingöz gibi başlıyor, daha sonra Cem Ceminay’dan Barış Manço’ya, ordan Ahmet San’dan, hatta belki Ahmet Ertegün’lere sıçrıyor. Ki bunları okurken Mastorakis’in daha sonraki yıllarda Island of Death gibi bir film yaptığını bilmek olayı daha da enteresan bir hale getiriyor. Daha sonra 70’lerin sonuna doğru Yunanistan’da politik durumlar iyice kötüye gidince bu durumdan Mastorakis de payını alıyor. Yasaklar, cezalar derken, biraz reklam ve dizi çektikten sonra, ülke dışına çıkıp sinemaya atılıyor. Island of Death’i de tam bu sıralarda çekiyor. Sonrasında Paramount’la anlaşma imzalıyor ama anladığım kadarıyla bir daha Island of Death’den daha ünlü bir film ortaya koyamıyor, ve bir z-film yönetmeni olarak sinema tarihinde yerini alıyor.
Bu enteresan hikaye ile daha da bir anlamlı hale gelen Island of Death‘i, bütün Öteki Sinemacı’lara tavsiye ediyorum. Kaçırılmayacak bir kült film! (Özellikle keçi yavrusuna tecavüz ve uçağın kanadına bağlanan adam sahnelerine dikkat!)