Murat Tolga’nın yazmış olduğu Orphanage – Yetimhane yazısını okuduktan sonra bir kez daha farkettim ki İspanyol korku sineması hakikatten atağa kalkmış durumda. Son yıllarda ardarda patlayan bombalar ve ünlenen yönetmenler de bunu kanıtlıyor.
Başta Guillermo del Toro ve Jaume Balagueró aklıma geliyor. Guillermo del Toro ilk filmlerinden Cronos ve Devil’s Backbone’un yanı sıra kıymeti bilinmeyen ama benim sevdiğim Mimic, Pan’s Labyrinth ve yukarıda bahsettiğim Orphanage adlı filmlere imzasını atmıştı. Bu filmlerin korkudan çok fantastik yanı ağır basıyordu, kendisi de bir çizgi roman tutkunu olan yönetmen bana göre serinin en iyi filmi olan Blade 2’nin ve Hellboy ile devam filminin yönetmenliğini üstlenmişti. Jaume Balagueró’ya geldiğimizde ise ülkemizde adı ciddi olarak Darkness ile duyulmuştu, bir sene sonrasında Beyoğlu’ndaki Cervantes Enstitüsü’nde yönetmenin daha önceki döneme ait Los Sin Nombre adlı filmi Adsızlar ismiyle yayınlanmıştı. Sonradan filmin DVD’si İsimsiz adıyla yayınlandı. Bu filmi sanal marketlerde 2,5 3 YTL’ye satın alabilirsiniz. Ardından Balagueró, 2005 yapımı bir film olmasına rağmen bizde 2007 yılında gösterime giren Fràgiles isimli filmiyle ülkemizde daha çok duyuldu, zaten sonrasında [REC] gibi bir fenomene imza attı. [REC]’in ikincisi üzerinde hala çalışılıyor. Alejandro Amenábar ise drama ağırlıklı filmler çekmesine rağmen iki adet korkugerilim filmine sahip bir yönetmen. Bu iki film ülkemizde çok iyi bilinen The Others ve The Others kadar olmasa da yine iyi bilinen Tesis.
Bu yönetmenlere 90’lardaki kısa metraj filmleriyle ünlenen Nacho Cerdà (ki kendisi daha sonradan After Dark Horrorfest için The Abandoned adlı filmi çekmişti, filmin DVD ve VCD’si ülkemizde de yayınlandı)’yı da ekleyebiliriz. Cerdà’nın Aftermath, Genesis ve Awakening isimli filmlerden oluşan üçlemesi yönetmenin ünlenmesine bir hayli katkıda bulunmuştu. Fakat The Abandoned önceki filmlerine göre yumuşak ve çok formülize bir film olduğu için yönetmeni önceden tanıyanlar tarafından pek sevilmedi. Ancak önceki filmlerini izlemeyenler için gayet güzel bir seyirlikti. Daha underground sinemaya indiğimizde ise karşımıza Isidro Ortiz çıkıyor. Yönetmen Fausto 5.0, Sangre, Shiver ve Somne isimli filmlerinin yanı sıra televizyon için de iki tane film çekmiş. Aynı şekilde kısa film yönetmenliğinden gelen Héctor Carré’nin de yönetmenliğini ve yazarlığını yaptığı bir kaç korkugerilim filmi var. Bunlar Burn Me, The Promise ve Dame Algo.
Yönetmenleri geçtiğimizde bir de karşımıza “bir sıkımlık yönetmenlerin” tek sıkımı olan filmler karşımıza çıkıyor. Nos Miran (Bizi İzliyorlar), H6: Diario de un asesino (H6: Bir Seri Katilin Günlüğü), Hipnos (Hipnoz), Barbykiller, morirás por ella (Seksi Katil) ve Tuno negro (Siyah Serenat) kalburüstü filmler. Son on yıla ait İspanyol korku sinemasına ait öne çıkan örnekler hemen hemen bunlar.
Bütün bunların dışında İspanyol korku sineması dendiğinde aklıma gelen bir örnek var ki evlere şenlik. 2005-2006 yıllarında çekilmiş olan 6 filmden oluşan Péliculas Para No Dormir (6 Films to Keep You Awake – Sizi Uyutmayacak 6 Film) ‘altılama’sı doğrudan televizyon için çekilmiş olsa da sinema filmlerini aratmıyor ve kimi yerlerde daha da üste çıkıyor. Filmler ortalama 70-75 dakika sürüyor. İsmi ve içeriği ile 1964 yılında başlayıp 1982 yılında biten, televizyon için çekilmiş olan Alacakaranlık Kuşağı benzeri program “Historias para no dormir”e bir saygı duruşu olan seri gayet başarılı. Spoiler olmaması için fazla anlatmamaya özen göstererek kısaca filmlerden bahsedeyim:
Serinin ilk filmi olan Spectre – Return to Moira’nın yönetmeni Mateo Gil. Alejandro Amenábar’ın kankası ve yönettiği filmlerin senaristi olan Gil, hem filmin senaryosunu yazmış hem de yönetmiş. Yazdığı filmler arasında Tesis, Open Your Eyes (sonradan Vanilla Sky) ve The Sea Inside bulunan yönetmenin önceki senaryolarına baktığımızda nasıl bir filmle karşı karşıya olduğumuzu anlamamız mümkün. Son yıllarda pek tutulan “sesi ver, ani görüntüyü patlat, izleyiciyi korkut” mentalitesinin aksine Spectre atmosfer üzerine kurulu, ağır ilerleyen bir film. Fakat ağır ilerlemesine rağmen izleyeni sıkmıyor, uyutmuyor. Filmde karısının ölümünden sonra doğup büyüdüğü kasabaya dönen Tomas adlı bir adamı izliyoruz. Tomas’ın kasabaya dönmesi ardında doğaüstü sebepler var ve filmi izledikçe olayların sebebini anlıyoruz (zaten anlamasak neden bahsedeyim, sakın izlemeyin der geçerdim.).
İkinci filmimiz Blame. Yönetmen Narciso Ibáñez Serrador’u 70’li yıllarda çektiği “Who Can Kill a Child?” ve “The House that Screamed” adlı filmlerden tanıyabilirsiniz. Ayrıca eski seride bir çok bölümün yönetmenliğini ve yazarlığını yapmış. Filmde Gloria adında bekar ve çocuklu bir hemşire Ana adlı bir jinekologun evine taşınır. Fakat evde bir takım dolaplar dönmektedir. Şahsi fikrim bu filmin serinin en zayıf halkası olduğu yönünde.
Bir sonraki filmimiz Christmas Tale’in yönetmeni Paco Plaza ise Jaume Balagueró ile beraber [REC] filmlerini yöneten kişi. Ek olarak senaryosunu yazdığı, ülkemizde Kurban olarak yayınlanan Second Name adlı filmi ve yine bizde DVD’si çıkarılan Romasanta’yı yönetmiş. Serideki en güzel filmlerden biri olan Christmas Tale 80’li yıllarda geçiyor. Ormanda oynarken bir çukura düşmüş bir kadını bulan bir grup çocuğu anlatıyor. Kadın Noel Baba kıyafeti giymiş ve yaralanmış halde. Çocuklar durumu anlatmak için polise gittiklerinde kadının tehlikeli bir soyguncu olduğunu öğreniyor ve polislere bir şey söylemeden geri dönüyorlar. Stand by Me adlı filmin biraz daha psikopat versiyonu diyebiliriz.
Dördüncü filmimiz A Real Friend. Yönetmen Enrique Urbizu daha önceden Roman Polanski’nin Ninth Gate adlı filminin senaryosunu yazanlar arasında. Daha önceden sadece yazıp yönettiği Box 507 adlı filmini duymuştum ama izlememiştim. Filme baktığımızda, Estrella adında küçük bir kızı anlatıyor. Korku filmlerine düşkün bir kız olan Estrella kendisi için hayali arkadaşlar yaratıyor. Filmde bir çok ünlü korku ikonunu ve göndermelerini görmek mümkün. Aklıma ilk gelen örnek Leatherface. Estrella daha sonradan bir vampirle karşılaşıyor. Ama onun hayal mi gerçek mi olduğu belli değil.
Nihayet en sevdiğim film olan Baby’s Room’a geldik. Mutant Action, Day of the Beast, Common Wealth, 800 Bullets gibi filmlerin yönetmeni olan Álex de la Iglesia kadar oyuncular da çok iyi bir iş çıkarmış. Bebekleriyle beraber eski bir eve taşınan bir çifti anlatan film insanı fena halde geriyor. Hele bir sahne var ki gece gece üzerime içeceğimi dökmeme sebep oldu. Bunu ve bundan sonraki filmi şiddetle tavsiye ediyorum.
İşte son filmimiz To Let. Yönetmenimiz ise taa yazının başında bahsettiğim [REC] filminin yönetmeni Jaume Balagueró. Bu film hakkında bir şey anlatmak istemiyorum. Tek isteğim izlemeniz yönünde. Jaume yine yapacağını yapmış diyorum.
Sonuç olarak, genel olarak baktığımızda 6 Films to Keep You Awake, İspanyol sinemasının güzel örnekleri arasında pek bahsi geçmemesine rağmen her filmiyle izlemeye değecek bir seri. Yönetmenleri ve oyuncularının kalitesi ortada, onlar da bu kalitenin altında bir iş çıkarmamış. Tavsiye ediyorum.
Öteki Sinema için yazan Xkyoya
Baby’s Room’a geçenlerde bir TV kanalında denk gelmiştim. Bu sayede seriden haberdar olmuş, diğer filmleri de izlemeye karar vermiştim.
Ancak sanırım daha sonra es geçmiş olmalıyım ki hala izlemiş değilim. Bir ara kalanları da izlemek lazım…
Sitemizin gizemli yazarı Xkyoya hızlı bir dönüş yaptı. Sanırım bu yazı İspanyol korku/gerilim sinemasını beğenenler için iyi bir referans olacaktır.
yeni gelenler ve dönenler olması güzel oldu ama bence en güzeli sürekli korku filmleri hakkında yazıyor olmaları :)
izleyecek bi sürü korku filmi birikti :)
EK NOT: Guillermo del Torro, İspanyol değil Meksikalı’dır. İspanyolca konuştuğu için ve İspanya ile ortak projeler yürüttüğü için sıklıkla yanlış yapılıyor ve İspanyol olduğu yazılıyor.
İspanyol korku sinemasının gittikçe hayranı olmaya başladığımdan bu yazı ilgimi çekti. Güzel bir yazı olmuş ve gördüğüm kadarıyla internette forumlar başta olmak üzere Péliculas Para No Dormir (Sizi Uyutmayacak 6 Film) başlığında hep bu yazı kullanılıyor. Neyse serinin 6. filmi To Let’i izledim ve atmosfer ve gerilimiyle oldukça hoşuma gitti. Yönetmenin Jaume Balagueró olmasıda bunda etkili olabilir. Yazıdaki öneriye göre bir dahakinde Baby’s Room’u izlicem. Seriden oldukça umutluyum. Umarım tüm filmler aynı kalitededir.