İstanbul Film Festivali’nin 32.’sini de açtık nihayet… Festivali notları ile gözlemlerimi paylaşmaya başlayayım. Almodovar’ın filmiyle açmanın değişik hüznü bir yana açılış gecesini bu kadar kalabalık görmemiştim son yıllarda. Adeta merdivenler doldu taştı! Onur ödüllerinin tadı, Emek sineması protestosu artık festivalin rutinleri arasına girmeye başladı. Kadir Topbaş’ın Mehmet Ali Alabora’nın sunduğu gecede Pazar günü (bugün) yaptığımız Emek sineması protestosuna çağrı duyurusunu yanlışlıkla alkışlayıp, sonra apar topar kendini toplaması gözümden kaçmadı.
Öteki Sinema için yazan: Banu Bozdemir
Almodovar’ın Aklımı Oynatacağım filmi dans sahnesi dışında pek yavandı, o yüzden tatmin izleyici sayısı pek azdı. Çok fazla film çekmek de o kadar hayırlı bir durum değilmiş onu anladık bu filmle!
Two Mothers / Yasak Aşk Anne Fontaine imzalı denize özendiren, ıssızlığın koynunda biraz zorlama aşk hikâyesi… Ama Naomi Watts ve Robin Wright’ın hakkını vermek lazım tabii. Filmdeki tekrar duygusunu ancak onların oyunculukları katlanır kılabiliyor…
Erkek Aklı Roman Coppola’nın yazdığı, yönettiği bir film. Tabii filmde Wes Anderson etkileri alıyoruz hafiften ama filmin havası tam oraya kadar yükselemiyor. Aşk acısı çeken bir adamın karışıklığı değişik bir şekilde yansıyor, kimi zaman başka bir filmin içine sızıyoruz, kimi zaman düşünceler başkalaşıp önümüzde sıralanıyor ama yine de Coppola’nın Erkek Aklı’na fazlaca ısınamıyoruz. Yapımcılık devam etmeli belki de!
Kon -Tiki Norveç’ten gelen güzel bir deniz filmi… Kon-Tiki salın adı, yolculuğun yazıldığı kitabın adı. 1950 yılında yayınlanan kitap dört yıl sonra belgesele alınmış ve yıllar sonra da filme de! Tabii ki çok güzel, güzel görüntülerle bezeli, acısı tatlısıyla kendinizi hemen bir deniz yolculuğuna atacağınız bir film, tavsiye edilir.
Jeon Kyu-Hwan imzalı Yük, sert sahneleriyle Venedik Film Festivali’nde büyük sansasyona yol açtı diyor tanıtım metninde. Biz gayet sakin izledik, sansasyonel bir durum göremedik, çünkü bugüne kadar neler izledik neler demek istiyorum. Bedenler ve onu kullanım şeklimiz üzerine, yaşamın bize bindirdiği yükler, sorumluluklar üzerine iyi bir deneme diyebilirim ama yine de kendisi fazla kapıp koyvermiş bir filmdi. Ama izlemek de fayda var tabii.
Apres Mai / Aşk Kokusu Olivier Assayas imzalı 70’ler kafasında giden bir film. Aşk, özgürlük, sanat ve üretim dengeleri arasında yollarını bulmaya çalışan gençlerin hali bir yer altı kültürünü işaret etse de ruh olarak ne yazık ki yakalamıyor izleyiciyi. Müziklerini sevebileceğiniz film, ‘çiçek çocuklar’ dünyasına girmeye çalışıyor ama ne yazık ki olmamışlık hissi daha ağır basıyor!
Festivalin ikinci günü belki de çok fazla sinemaseveri ilgilendirmeyen ama belli bir kesimin de dişiyle tırnağıyla sahiplendiği emek sineması sahiplenmesi günüydü. İtiraf edemesek de veda buluşmasıydı, en azından benim için. Ama sonra spontane bir şekilde Emek işgali oldu, birtakım arkadaşlarımız Emek’in içine sızdı, biz girene kadar polisler kapının önünde set oluşturdu bile. Giremedik ama içeriden ve dışarıdan yankılanan ‘Emek Bizim’ sesleri, kentsel dönüşüm yaşayan başka mahallelerin temsilcilerini de oraya çekti. Emek bir simge demiştik değişen bir algı karşısında, tepkimiz sadece Emek’e değil, yok edilen her değere karşı! Bugün bir kez daha emek için harcadık film saatlerimizi, feda olsun. Yıkılacaksa da ki yıkılıyor, en azından bizlerin yanında olduğunu bilsin istedik! Atilla Dorsay’da oradaydı, emek yıkılırsa ben de sinema yazarlığını bırakacağım demişti, sanırım o da sözünü tutuyor… Üzülüyor insan tabii, bu yıkımlar karşısında!
Bu yıl festivalin açılışı epey neşeli oldu. Bu ‘neşe’ film seçkisine de yansımış… Erkek Aklı’nı izlemekten ve Patricia Arquette ile tanışmaktan ötürü mutlu oldum.