Ümit Ünal, ülke sinemasının en özgün seslerinden biri. Festival kataloglarında yer alan adı umut vaat ediyor çünkü sinemacılığının arkasında yalnızca yönetmenlik değil aynı zamanda güçlü bir senaristlik yatıyor. Biliyoruz ki iyi hikayeden kötü film çıksa da, kötü bir hikayeden iyi film çıkmıyor. Her yıl onlarca kötü yazılmış, daha da kötü yönetilmiş film izlerken, Ünal’ın sineması her daim zihin açıcı bir nefes. Bir fark daha var; o hala film çektiği için heyecanlanan bir sinemacı, basit formüller üzerinden “yarışacak kadar” filmler üretmek yerine kendi sinemasında yeni tarifler arıyor.
Son filmi “Evcilik,” tam da bu nefesin bir yansıması. Ünal bu kez, Ege kıyılarındaki sakin bir otelde, cinsel, sınıfsal ve kültürel gerilimlerle yüklü bir oyun sahneliyor. Genç çift Fırat ve Filiz’in kaçış arayışı onları Evcilik oteline, Aysun ve Özkan’ın dünyasına sürüklüyor. Dışarıdan bakıldığında bu otel adeta zamanın dışında bir yer gibi ama içeride birikmiş olan gerginlik, her an patlamaya hazır bir bomba.
Yazının bundan sonrası filmin finalini açık eden sürpriz bozanlar/spoiler içerir. Filmi izleyip sonra okusanız daha iyi!
Film, seyircisini bir yaşam tercihi sorgusuna ve derin bir sınıf eleştirisine davet ediyor. Fırat ve Filiz, şehirli kibirliliklerini üzerlerinden atamamış iki züppe figür olarak, köylü Aysun ve Özkan’ı alaycı bir gözle inceliyorlar. Ne de olsa, onlar İstanbul’un şeytanları! Sahte hayatlarına bir oyun katmak istiyorlar, daha da ötesi; buna mecburlar çünkü 7 yıllık evliliklerinde tükenmiş, bitmiş sahte bir nezakete sığınmışlar. Bu oyun hızla bir yüzleşmeye dönüşüyor. Aysun ve Özkan, onların bu küçümseyici tavırlarına şahit olunca, sakin ve huzurlu Evcilik oteli kısa sürede bir savaş alanına evriliyor ve taraflar birbirine karşı tüm cephanelerini çıkarıyor. Binlerce yıldır savaşan kadim bir toprakta yeni bir insan mücadelesi.
Ünal’ın kamerası bu kez çok daha geniş çerçeveler yakalıyor ama yönünü otele çevirdiğinde dar alanda kısa paslaşmayı seven bir yönetmenin ustalığıyla hareket ediyor. Mekanın sınırlılığı, filmin atmosferine klostrofobik bir gerilim katarken, karakterlerin çatışmaları bu sıkışmışlığın içinde patlak veriyor. Ünal’ın kalemi, hikayenin sonuna doğru sert bir çıkış yapmaktan vazgeçerek, gerilim filmlerinin alışıldık finale koşan yapısını reddediyor. Son dönemin festivallerde sıkça karşılaşılan bir trend bu; hikayeler sert bir sonla noktalanmak yerine, seyircisini belirsiz bir alanın içine bırakmayı tercih ediyor. “Hakkı” filmi de aynı yolu seçmişti, tam bir gerilim olabilecekken insan dramına yönelmişti. “Evcilik” de bu trendin izinden gidiyor. Benim gibi daha yutulması zor bir final bekleyen seyirciyi üzen ama geneli rahatlatan bir final tercihi bu. Duman (Özkan) sadece karısını değil, seyirciyi de ikna ediyor. Kamera Fırat ve Filiz’e döndüğünde ise çözümleme yapmak yerine birbirlerine yalanlar söylemeye devam eden insanlar görüyoruz. Aynı samimiyetsizlik. Onları nasıl bir sonun beklediğini kim bilebilir?
Rahmetli babam böyle filmleri izlerken, “4 kişiyle film çekmişler” derdi, hala aklıma gelir ve tebessüm ederim. Tam da onun bu tanımına uyan bir film Evcilik ama burada fark yaratan Ünal’ın bu küçük oyunu büyük bir deneyime dönüştürme yeteneği.
Filmde Fatih Artman’ın oyunculuğu her zamanki gibi mesafeli ve soğuk. Öykü Karayel’i ise bu kez enerjisiz buldum. Belki ben yanılıyorum, olması gerektiği gibiler belki de. İki şehirli züppe, sikindirik hayatı olan iki zavallı ve sahte insan. Birkaç yıldır köye yerleşmiş bir dostum var, son gidişimde o da bana söylemişti; “ne kadar şehirli görünüyorsun Murat” diye. Haklı ve aradığım cümleyi bu filmde buldum; İstanbul bizi şeytanlarına çevirdi. Yine de “influencer” olmak isteyen bir ev kadınında biraz daha delilik bekliyor insan ama o oyunculuk seçimi de karakteri karikatürize edebilirdi.
Nejat İşler ve Deniz Işın ise, filmin duygusal yükünü omuzlayarak, seyircinin ilgisini canlı tutmayı başarıyorlar. İşler’in oyunculuğundaki keskinlik, karakterin altındaki çatışmayı her an gözler önüne seriyor. Tutku tarafında da onlar var, Özkan ve Aysun’un her bakışında, her dokunuşunda, otelin duvarlarına bile sinmiş o aşkı hissediyorsunuz. Bu bizim gibi şehirlilerin köylülere yakıştıramadığı bir şey nedense. Tutku kelimesi sadece bize aitmiş gibi geliyor değil mi? Onlar basitçe, içgüdüsel olarak birleşen canlılarken biz şehirliler tutku oyunlarıyla ilişkimizi ayakta tutuyoruz. Oysa tam tersi! Şehrin posasını çıkardığı, kalıp davranışlar ile idare eden, yalandan çalışan-eğlenen-dinlenen-sevişen robotlaşmış zavallılarız belki de biz şehirliler. Ve girdiğimiz her yeri talan edip her hayatı mahvediyoruz. Sonunda çareler aramak zorunda olanlar da biz değiliz, sığındığımız yalanlar var nasıl olsa. Film de buna ayna tutuyor. Filmin bir yerinde, “biz kötü insanlar değiliz” diyor Filiz. Kötüyüz aslında!
Evcilik, Antalya’da, Altın Portakal’da izlemekten en keyif aldığım film oldu. Ümit Ünal’ın ustalığı, hikayeyi sanki bir satranç oyunu gibi kurguluyor. Her hamle, bir sonraki çatışmaya zemin hazırlıyor. Yönetmeni ben olsaydım, finalde daha karanlık bir köşeye sapmayı tercih ederdim ama ben bu filmin seyircisi olmaktan da çok mutluyum.
Film bitip de salondan çıktığımda, İstanbul’a döndüğümde bile zihnimin bir köşesinde kalacağı kesindi. Birkaç gün sonra şehrin şeytanları bir kez daha beni içine çekecek ama Evcilik’teki o küçük otelin sessizliğini hatırlayacağım. Ünal, basit bir otel odasında ve bahçesinde koca bir dünya kurmayı başarmış. Şehrin gürültüsünden kaçıp saklandığımız, ama aslında hiç çıkamadığımız o otelde, ne kadar “evcil” ve “sahte” olduğumuzu sorgulatan bir filmle baş başa kalıyoruz.
Murat Tolga Şen – murattolga@gmail.com