Dikkat: Okuyacağınız makale bazı sürprizbozanlar (spoiler) içerir. Bundan hoşlanmayan okurlarımızın önce filmi izlemesini tavsiye ederim.
Son Bond macerası Spectre ile kısa zaman sonra karşılaşacağız. O zamana kadar bir önceki filmle ilgili aklıma düşen bazı şeyleri Öteki Sinema okurlarıyla paylaşmak istedim. Bana katılır mısınız, orasını bilemem!
Skyfall izlediğim kaçıncı James Bond macerası, belli değil ama diğerlerinden farklıydı. Çocukluğumdan beri 007 numaralı gözüpek İngiliz ajanının serüvenlerini izlemek için sinemanın yolunu tutuyorum. O zamandan bu zamana her şey değişti. Düşmanlar, kadınlar, Bond’un kendisi… Değişmeyen tek şey eşsiz İngiliz küstahlığı olsa gerek…
Skyfall, (izlediğimiz) Bond filmlerinin sonuncusu ancak seyrettikten sonra düşündüm de, zincire eklenmiş bir halkadan çok kendi içinde kıymetlenen farklı bir macera seyretmiştik. Şimdiye kadar hiçbir Bond macerası bu kadar kişisel bir intikam öyküsüne dönüşecek şekilde yazılmamıştı. Uluslararası komploların İngiliz çıkarları doğrultusundaki bozucusu ya da yön vericisiydi Bond. Skyfall onun katıldığı değil, merkezinde olduğu bir serüven.
Bu defa dünyayı karıştıran İngiliz gizli istihbaratı MI6’nın kendisi tehdit altında ve düşmanlar kurumun değerlerini sarsmayı hedefliyor. Filmin kötü adamı da içlerinden biri, Bond’dan önceki gözde ajan bile diyebiliriz. Egzotik diyarlarda geçen Bond maceraları bu kez İngiltere’nin derdine düşüyor ama ajanlar “her yer bizim memleket” dercesine Türkiye dahil dünyanın çeşitli ülkelerinde fink atmayı ihmal etmiyorlar.
Bond mu Batman mi?
Son Bond macerasının ne kadar kişisel olduğundan bahsetmiştim, şimdi bunu biraz açalım. Bu bölümdeki ezeli düşman Javier Bardem’in canlandırdığı Silva… Aslında Bond’la dertleri aynı… Sistemin onları işine geldiği gibi kullanıp sonra da fırlatıp atmasından ikisi de rahatsız. Tabi Silva’nın hayal kırıklığı ve bu yüzden öfkesi daha fazla… Bu yüzden ‘M’in peşine düşüyor ve önündeki tek engel James Bond… Bond’u kendi yanına çekme çabası sonuç vermeyince ikisini birden avlamaya karar veriyor ve kozlar finalde Bond’un İskoçya’daki aile yadigârı malikanesinde paylaşılıyor.
Peki, biz buraya kadar ne görüyoruz. Silva’nın saç kesimi ve gülüşüyle Joker’i ne kadar andırdığını ve terör yaratma sebeplerinin aynılığını fark edeceksiniz mutlaka. Aynı Joker gibi, terörü yaratırken kendisine adanmış kişilerle çalışıyor. Ruh hali ve metodlarıyla, bir Bond ‘kötü adamı’ olmaktan çok Batman’dan ödünç alınmış gibi duruyor. Haklı bir çıkış noktası olan zavallı bir ruh… Son hesaplaşma vakti geldiğinde karşılaştıklarımız daha da ilginç. Bond’un bir yetim olduğunu öğreniyoruz. Tıpkı Bruce Wayne gibi kendine ait bir malikânesi var ve hatta Bruce’un sadık yardımcısı, akıl hocası Alfred karakterinin bile bir muadili mevcut; usta oyuncu Albert Finney’in canlandırdığı Kincade…
Bu aşırı esinlenme hali bir zayıflık gibi düşünülmesin. Türün ustası olduğunu ispat eden Sam Mendes’in elinde son James Bond filmi Skyfalll büyük bir gösteriye dönüşüyor. Geçmişteki kadar dublör sekansının yer almadığı ama finalde yükselen hikayenin doğru sinemalaştırılmasıyla kıymetlenen bir aksiyon. İzlerken bu kadar ırkçı, cinsiyetçi ve umursamaz bir karakterle nasıl olup da özdeşleşebildiğimi sordum kendime ama film kendi cevabını verdi; o bir yetim!
Bond Kadınları, Kadınlarımız…
Güzel ve şehvetli kadınların yer almadığı, bir tür ajan eğlendiricisine dönüşmediği bir Bond filmi düşünülemez. Günümüzün politik doğrusalcılığıyla düşünürsek, çok cinsiyetçi bir bakış açısıdır bu… Son Bond filminde öyle olmadığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz, Daniel Craig’in canlandırdığı Bond’un kadınlarla hiç arası yok. Sevişmeyi umursamıyor ama iyi beceriyor. Kadınların ne düşündüğü de umurunda değil, Diğerleri gibi (Mesela Pierce Brosnan) kompliman falan da yapmıyor, neredeyse aseksüel bir duruş ama yeri geldiğinde bir damızlık olduğunu hatırlıyor, bize de hatırlatıyor. Seviştikten sonra kadına ne olduğuysa umurunda bile değil!
Bakalım en ünlü gizli ajanımız Spectre’de ne haltlar becerecek?