1930’ların başında Edward G. Robinson’un başrolde oynadığı “Little Caesar” (1930), James Cagney’in başrolde oynadığı “The Public Enemy” (1931) ve Paul Muni’nin başrolde oynadığı “Scarface: The Shame of the Nation” (Yaralı Yüz, 1932) elde ettikleri olağanüstü gişe geliri sayesinde, Amerikan gangster filmleri furyasının doğmasına yol açtılar.
Şahsi kanaatimce, bu furyayı doğuran temel etmenleri iki ayrı blokta ele almak gerekir. Bunlardan ilki, herkesin de malumu olan olaylar, yani, Birinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan ekonomik kriz, buna mukabil artan suç oranları, “içki yasağı” (prohibition), silah kaçakçılığı ve organize suçun yükselişi ile çok net bir şekilde 1929 Ekonomik Bunalımı, nam-ı diğer Büyük Buhran. Bu olaylar, kısa sürede, başta edebiyat (Black Mask dergisi, Hammett, Chandler, Erle Stanley Gardner vb.) ve sinema (“The Racket”, “Underworld”, “The Lights of New York”, “I am a Fugitive From a Chain Gang” vb.) olmak üzere tüm bir sanat camiasını etkisi altına almayı başardı. Amerika Birleşik Devletleri’nde artık mafya babaları, organize suç örgütü liderleri (Al Capone vb.) popüler figürler haline gelmeye başlamış, suç sokaklara sıçramıştı. Bunun sinemaya yansıması kaçınılmazdı.
Gangster filmleri furyasının patlak vermesine olanak sağlayan bir başka etmen ise, öteden beri kitleler tarafından sevilen ve oldum olası iyi gişe yapan western türü olmuştu. Nasıl mı? Şehirler, suçla örülmeye başlanmadan önce Amerika Birleşik Devletleri süratle kentleşen ve kapitalistleşen bir göç toplumuydu. 20. yüzyılın başından itibaren hız kazanan kentleşme, çarpık yapılaşma, ekonomik sıkıntı ve toplumsal değişimi beraberinde getirdi ve ilk paragrafta kısaca değindiğimiz olayların da etkisiyle şehir yaşantısına has suçların oluşmasına zemin hazırladı. Sözü fazla uzatmaya gerek yok, westernden gangster sineması geçiş, kırsaldan kente göçün doğal bir yansımasından başka bir şey değildir. Kırsalda geniş arazilerde işlenen suç (çorak araziler, tehlikeli grupların kontrol ettiği bölgeler, toprak ağalarının hakimiyetindeki topraklar, kanunun olmadığı kasabalar), kentin yüksek binalarına, şatafatlı apartmanlarına sıçramıştır. Gangster sineması ile western sinemasının arketipleri, şablonları ve şiddeti ele alış biçimleri, son kertede, büyük ölçüde örtüşür. Çok yeni bir tür olmasına rağmen, birdenbire büyük bir seyirci desteğini arkalarına almalarını ben buna bağlıyorum. Bu konuya ileride çok daha detaylı döneceğim.
Gangster filmleri tutunca, başta Warner Bros. olmak üzere, başlıca yapımevleri bu tarz suç melodramlarına yeşil ışık yakmakta gecikmediler. 10 yıl içinde 100’den fazla gangster filmi çekildi. İleride çok daha detaylı bir yazıyla anacağım Paul Muni, eşi benzeri olmayan tarzda, inanılmaz seçici bir aktör olduğu için furyada başka bir filmde yer almayı kabul etmedi. Öte yandan, Muni’nin “Scarface” (1932) filmindeki rol arkadaşı George Raft gangster filmleri furyasında kendine yer buldu, parlak bir oyuncu olmadığı için etkisi diğerleri kadar uzun sürmedi. Edward G. Robinson, bir dizi mükemmel gangster filminde hatta parodilerinde rol aldı, müthiş kompozisyonlar çizdi ama hem yaşı ilerlediği için hem de aslında çok naif bir oyuncu olduğu için, bu türün özündeki korkunç şiddeti ve gaddarlığı yansıtmakta bir nebze yetersiz kaldı. Türe, daha sonraları dahil olan Humphrey Bogart ise, tam bu işler için biçilmiş kaftan olmasına rağmen gangster sinemasının 1930’lardaki yükseliş dönemine biraz geç katıldı ve başrollerde görülmeye başlanması ise 1940’ları buldu. Bogart’ın daha fazla özdeşleştiği film (alt)türü kara filmler (film noir) oldu. Şahsi kanaatimce, erken dönem Amerikan gangster sinemasıyla özdeşleşen 1 numaralı isim, James Cagney olmuştur. Ve zirvede halâ o durur.
James Cagney, Manhattan’da (New York) 1899 yılında James Francis Cagney adıyla dünyaya gelir. “Lower East Side” çocuğudur. Tıka basa suçla dolu, yoksul bir mahalledir bu. Aklınıza Scorsese’nin “Gangs of New York”undaki ortam gelsin. Babası barmen ve aynı zamanda boksördür. Çocukluğunun zor geçtiğine hiç şüpheniz olmasın. Boksla ilgilenir, yeteneklidir, sürekli kendini geliştirir. Bir yandan da sürekli kavgalara karışır. Tam profesyonel boksör olmak üzereyken annesinin vetosu ile karşılaşır. James’in bir diğer hobisi de şudur. Küçük yaşlardan itibaren tiyatroya, müziğe ve dansa heves etmiştir. Kararlı, azimli, zeki ve çalışkan birisidir, çok geçmeden hedeflerine ulaşır. Vodvillerde şarkı söyleyen dans eden biri olur. Başarılıdır. Ardından tiyatro yılları başlar. Başarısını tiyatroda da sürdürünce sinema teklifleri alması kaçınılmaz olur. 1930 yılında çekilen iki ayrı suç filmi “Sinners’ Holiday” ve “The Doorway to Hell” ile sinemaya adım atar. İlk filmi (debut) “Sinners’ Holiday”de, bu filmin uyarlandığı, Broadway’de sahnelenmiş ama pek tutmamış olan “Penny Arcade” adlı tiyatro oyundakini rolünü yineler ve performansıyla büyük beğeni toplar. “The Doorway to Hell” ise oynadığı ilk gangster filmidir, yine güzel bir iş çıkarmıştır. Yine 1930 yılında çekilen ama gösterimi bir sene sonraya sarkan “Other Men’s Women”de (1931) rol alır. Ardından hayatının dönüm noktası olan yıl gelir. Yani 1931.
1931 yılında, gelmiş geçmiş en önemli gangster filmlerinden “The Public Enemy”de (1931), o tarihe kadar perdede eşi benzeri görülmemiş vahşi bir karaktere can verir ve Tom Powers rolüyle bir anda kendini zirvede bulur ve bir daha da inmez. Geçmiş deneyimleriyle büyük ölçüde örtüşen Powers rolünde, kusursuz ve dengeli bir zamanlamayla verdiği oyunla milyonların gönlüne taht kurar. Patlamaya hazır bir dinamit gibi sinema tarihinin ortasına bırakılmıştır. Hızlı hareket eden, kurnaz, zeki, makineli tüfek gibi konuşan, ani öfke patlamalarıyla perdenin tüm kontrolünü bir anda ele geçiren değişik bir karakter yaratmıştır. Farklı varyasyonlarıyla defalarca yineleyeceği bu tiplemeyle kendine has bir imza atmayı başarır. 1930’lar boyunca, Clark Gable, Gary Cooper ve Spencer Tracy ile beraber, en yüksek gişe geliri elde eden erkek oyuncu olur. Sözleşmeli olduğu Warner Bros. şirketi onun bu özelliğini sonuna kadar sömürmek ister ve zorla da olsa, sinema tarihinin en iyi suç filmleri arasında gösterilen bir düzine kadar filmde oynar. Cagney, rollerine küçük nüanslar ilave edip, canlandırdığı her tiplemeyi başlı başına bir karaktere çevirmeyi başarır. Arada komedilerde, dramlarda, romantik filmlerde, macera ve aksiyon filmlerinde, westernlerde ve müzikallerde rol alır. Ama 1930’lu yıllar için baskın Cagney filmleri, kesinlikle suç sineması (cinayet, gangster vs.) filmleridir.
“The Public Enemy” haricinde 1930’lu yıllarda gangster sinemasında öne çıkan James Cagney filmleri; Edward G. Robinson’la biraraya geldikleri “Smart Money” (1931), Cagney’in komediye yatkınlığını ispatlayan “Lady Killer” (1933), Cagney’in bu sefer kanunun diğer tarafında yer aldığı “’G’ Men” (1935), gangster sinemasının tepe noktalarından ve ilk Oscar adaylığını aldığı “Angels with Dirty Faces” (Kirli Yüzlü Melekler, 1938), kara film etkileri taşıyan ilk filmi “Each Dawn I Die” (1939) ve Humphrey Bogart ile biraraya geldiği o muazzam “The Roaring Twenties” (1939) olur. Bir de benim henüz izleme fırsatını yakalayamadığım ama methini çok duyduğum “The Mayor of Hell” (1933) var. Cagney bunların hepsinde, birbirinden farklı ve yaratıcı portreler çizer. Kendi beyanına göre artık kadın dövmekten ve adam öldürmekten bıkmıştır. 1930’lu yıllar boyunca, farklı türlerde de eserler vermesine rağmen, tek bir prototipin gölgesinde kaldığından şikayetçidir. Oynadığı her suç filmi olağanüstü gişe yapmasına rağmen, bir aktör olduğunu hatırlatarak, artık farklı denizlere yelken açmak istediğini beyan eder. Ve hayranlarını üzeceğini bilse de, 1930’dan 1939 yılına kadar bir düzineyi aşkın, iyi gişe yapmış sağlam gangster filmi çeken James Cagney artık gangster filmlerinde oynamayacağını açıklar. Karar, şok etkisi yaratır.
1940’lı yıllarla beraber dramalara, romantik filmlere ve müzikallere dönen Cagney, son derece seçici olur ve nadiren film çekmeye başlar. Yine her filmi belirli bir kalitenin üzerindedir. Derken, o meşhur “Yankee Doodle Dandy” filmi gelir. Evet, “Yankee Doodle Dandy” (1942) propaganda nitelikli bir filmdir ama James Cagney’in bu filmdeki performansını tartışmayı bile gereksiz bulurum. Bir yerlerde en iyi oyunculuklar listesi varsa, George M. Cohan rolüne inanılmaz bir derinlik, dinamizm ve ahenk katan James Cagney’in de yer alması gerekir. Bu rolüyle Oscar tarihinde bir “ilk”i gerçekleştirir ve bir müzikalle “En İyi Oyuncu” ödülü alan ilk aktör olur. Aynı yıl, liberal-sol görüşleriyle tanınan Cagney önemli bir göreve talip olur.
James Cagney 1942-1944 yılları arasında “Oyuncular Sendikası” (Screen Actor’s Guild) başkanlığı yapar. Bu dönemde, mafyanın sektöre sızmasının önünü alan bir dizi mevzuat getirir. Derken korkunç bir gelişme yaşanır. İşlerine taş koyulduğunu öğrenen mafya liderleri, James Cagney’i ortadan kaldırmak için plan yapmaya başlarlar. Dedikodu, kısa sürede yer altı camiasına yayılır. Cagney’e suikast düzenleneceğini öğrenen (mafyayla ilişkili bir başka aktör) George Raft bağlantılarını kullanıp infazı engeller.
1943 yılından sonra çektiği film sayısını iyiden iyiye azaltır. Sırasıyla üçü de bugün birer klasik kabul edilen, üç güzel film çeker. “Blood on the Sun” (1945), “13 Rue Madeleine” (1946) ve “The Time of Your Life” (1948). 10 yıllık bir aranın ardından beklenen haber gelir. James Cagney, gangster filmlerine geri dönüyordur. Haber bir anda gündeme oturur. Merakla bekleyenler olduğu gibi, konu hakkında çekincesi olanlar ve düpedüz (artık Cagney yaşlandığı ve o eski gangster filmleri furyası etkisini yitirdiği için) karşısında yer alanlar olur.
Virginia Kellogg’un hikayesinden Ivan Goff ve Ben Roberts’ın senaryolaştıracağı filmin yönetmeni Raoul Walsh olacaktır. Prodüksiyon başlar. Herkes işine titizlenir, en başta da Cagney. O seyircinin ne istediğini iyi bilen biridir, Cody Jarrett karakterinde hatırı sayılır bir kısmı doğaçlama olan küçük değişiklikler yapar ve o “meşhur” kendini kaybetme sahnesini tasarlar. “White Heat” (Cehennem Alevi, 1949) gösterime girdiği hafta adeta atom bombası etkisi yaratır. Tartışmasız, gelmiş geçmiş en büyük gangster filmlerinden biri perdede arz-ı endam eylemiştir. James Cagney kariyerinin en iyi performanslarından birini ortaya koymuş ve kendisine umut bağlayanları boşa çıkarmamıştır. Ani öfke patlamalarıyla ve birdenbire tırmanan ölçüsüz şiddetle meşhur filmde, zeki aynı zamanda kurnaz Cody Jarrett’in insanın bakmaya bile korkacağı göz bebeklerinden adeta şimşekler çıkmaktadır. Cagney’in enerjisi tüm filmi sarıp sarmalar. Sanki James Cagney, 10 yıl cezaevinde kalmış da, çıkınca eski işlerini tekrar ele geçirmiş gibidir. “Gangster sinemasının tartışmasız kralı benim” dediği filmdir bu. Ben bu filmi ilk kez izlediğim zamanı hatırlıyorum da, küçük, cam bir ekranda seyretmiş olmama rağmen uzunca bir müddet etkisinden kurtulamamıştım.
“White Heat” (1949) genel olarak olumlu eleştiriler almış olmasına rağmen, yine de tek tük, bunun bir tesadüf olduğuna inananlar ve başarıyı senaryoya ve yönetmene bağlayanlar çıkar. Filmin yüzü gişede gülmüş olmasına rağmen Oscar’larda karşılığını bulamaz. Tek adaylığı senaryo olur, onu da alamaz. James Cagney başarısının bir tesadüf olduğunu düşünenlere cevabı yine beyazperdede verme kararı alır. Ertesi sene bir suç sineması klasiğiyle daha seyirci karşısına çıkar. “Kiss Tomorrow Goodbye” (1950). Bu film, hiçbir şeyin tesadüf olmadığının kanıtı gibidir. Cagney’in sadizmin doruklarında gezdiği, dört dörtlük bir suç filmi! Aynı yıl Cagney’i bu sefer “The West Point Story” (1950) adlı bir müzikalde izleriz. Ustanın mesajı açıktır: “Ben bir aktörüm arkadaşlar”.
James Cagney geri kalan yıllarında dramalarda, komedilerde, savaş filmlerinde, biyografilerde ve müzikallerde farklı farklı rollerde görünmeye devam eder. “Love Me or Leave Me”deki (1955) gangster Martin Snyder rolüyle üçüncü kez Oscar’a aday olur. “Mister Roberts”da (Belalı Kaptan, 1955) Henry Fonda, William Powell ve Jack Lemmon’la biraraya gelir. “Man of a Thousand Faces”de (1957) bence çok ama çok zor bir rolün üstesinden başarıyla gelir ve sessiz sinema tarihinin unutulmaz aktörlerinden Lon Chaney’i canlandırır. 1961 yılında, Billy Wilder’ın insanı 5 dakikada bir gülme krizine sokan “One, Two, Three”sinden (Bir, İki, Üç) sonra sinemayı bıraktığını açıklar. Artık çiftliğinde yaşayacak ve çok ihmal ettiğini düşündüğü ailesine, en başta da karısı Frances’e vakit ayıracaktır.
James Cagney, biliyorum inanılmaz gelecek ama, eşi Frances ile 1922 yılında evlenir ve 1986 yılındaki ölümüne kadar 64 yıl boyunca evli kalır. Onu hiç aldatmaz. Frances 1994 yılında hayatını kaybeder. Evet, Cagney, sinemayı bıraktıktan sonra 25 yıl daha yaşar. Bu süre zarfında, geri çeviremediği 3 proje olur. Bunlardan ilki 1966 yılında televizyon için çektiği ve başrolde oynadığı “The Ballad of Smokey the Bear”dır. 1981 yılında, o sıralar tekerli sandalye kullanmak zorunda olmasına rağmen, sinemaya son bir rol için geri döner ve komiser Waldo rolünde harikalar yarattığı “Ragtime”ı çeker. Milos Forman’ın bu önemli filminde yine başroldedir. Tüm ısrarlara rağmen başka bir sinema filmi çekmez. Yan-rolleri reddeder. Cameo tekliflerini geri çevirir. Son olarak 1984 yılında, “Terrible Joe Moran” adlı TV filminde, Joe Moran isimli, tekerlekli sandalyeye mahkum bir boksör eskisini oynar.
1930’larda sol-liberal görüşe yakın bir profil çizer, yaşlandıkça muhafazakar sulara doğru kayar. Zirvede olduğu yıllarda gündelikle iş gören set çalışanları ve figüranlar biraz daha fazla günlük ücret alsın diye yorulduğunu söyleyip, seti terk eden bir star’dır o. Sendika Başkanı olduğu yıllarda, oyuncular için ciddi kazanımlar elde etmiş, onların haklarını müdafa etmek için stüdyolarla didişmiştir. Tanıyan herkesin sevdiği bir insandır James Cagney. Sinemada yarattığı oyuncu profili birçok önemli ismi etkilemiştir. Clint Eastwood ve Malcolm McDowell, James Cagney’i aktör olmalarına neden olan bir numaralı ilham kaynağı olarak gördüklerini açıklamışlardır. Audie Murphy’i sinema sektörüne kazandıran yine James Cagney olmuştur. 1.69’luk barut fıçısı James Cagney, sinemada denetlenemez şiddetin yükselişinin bir numaralı temsilcisidir. Onun oyun stilini çok sonraları Oliver Reed, Al Pacino, Robert De Niro gibi isimlerde sıkça izledik. Popüler kültür üzerindeki etkisi de azımsanamaz. Madonna, 1986 tarihli “True Blue” albümündeki “White Heat” parçasını Cagney’den ilham alarak bestelediğini beyan etmiştir. Tom Waits’in “Invitation to the Blues” parçasında Rita Hayworth ile beraber adı geçen bir diğer oyuncu da James Cagney’dir.
Bu yazıda James Cagney’in suç sineması (daha çok gangster filmleri) üzerindeki etkilerine odaklanmaya gayret ettim. Şimdi sizlere, onun bir suçluyu ya da kanun adamını (başrolde) oynadığı güzel filmlerden bir seçki yapacağım. Yine her zaman olduğu gibi, bu filmler kendi izlediğim, beğendiğim ve önemli bulduğum yapımlar olacak.
“One, Two, Three” (1961) gibi çok sevdiğim filmlerini, suç sineması kapsamında olmadıkları için dahil etmiyor olacağım. Bir gangsteri başarıyla canlandırmış olmasına rağmen “Love Me or Leave Me”yi (1955) de, filmi asıl sürükleyen “baş oyuncu” olmadığı için liste dışında bırakacağım. Sayıyı makul bir noktada tutmaya gayret edeceğim. İşte James Cagney’in birbirinden çok sevdiğim, sağlam suç filmleri…
THE PUBLIC ENEMY (1931)
William A. Wellman’ın “The Public Enemy”si (1931) James Cagney’i James Cagney yapan film. Chicago’da geçen epik bir gangster draması. Senaryo müthiş, bireyleri suça iten ve onların içindeki canavarı uyandıran toplumsal koşulları başarıyla yansıtıyor. Şiddet, o döneme göre, akıl almaz boyutlarda. James Cagney, ne zaman ne yapacağı asla belli olmayan Tom Powers rolünde kariyerinin en iyi performanslarından birini veriyor. Evet, bir “ilk”e imza atıyorum ve filmdeki o “meşhur” sahneden bahsetmeden yazıyı kapıyorum. Kaçırılmaması gereken bir gangster filmi. Başyapıt!
SMART MONEY (1931)
İki sözleşmeli Warner Bros. aktörü, Edward G. Robinson ve James Cagney birarada. “Smart Money” (1931), ikilinin beraber boy gösterdiği ilk ve tek uzun metraj çalışma. Aslında “The Public Enemy” ile aynı anda çekimleri yapılan bir film. Normalde Robinson başrolde, Cagney değil. “Smart Money”in gösterim zamanı çok sarktığı için “The Public Enemy” daha önce seyirciyle buluşuyor ve Cagney o filmle bir anda star olunca, sanki bu filmde de başrolmüş gibi pazarlanıyor. Konusu ne mi? Ne önemi var? Bu müthiş ikiliyi beraber görmek için bile izlenir.
LADY KILLER (1933)
“Lady Killer” (1933) James Cagney’in vodvil geleneğinden kaynaklanan hünerlerini görmek için birebir. Bazı sahnelerinde karnınızı tuta tuta güleceksiniz. Bir anda tüm salonları işgal eden gangster filmleri otoritelerin hışmına uğrayınca stüdyolar çareyi karakterleri biraz yumuşatmakta ve hatta gangster parodileri çekmekte buldular. Bu da en iyi örneklerinden biri.
‘G’ MEN (1935)
Birbirine benzer rollerden sıkılan James Cagney’in kanunun diğer tarafına geçme girişimi siyah-beyaz sinema tarihinin en iyi aksiyonlarından birine dönüşüyor. Aslında James Cagney bir devlet ajanı, görevi de suç şebekelerine göz açtırmamak. Açtırmıyor da. Yiğidi öldür, hakkını yeme demişler, William Harrigan da iyi oynamış.
ANGELS WITH DIRTY FACES (KİRLİ YÜZLÜ MELEKLER, 1938)
James Cagney’e ilk Oscar adaylığını getiren film. Cagney, ‘Rocky Sullivan’ karakterine büyük bir derinlik kazandırmayı başarıyor. Yine alabildiğine sert, yine öngörülemez şiddet patlamalarıyla dolu, iyi yazılmış, sıkı bir gangster filmi. Üstelik politik duruşu da var. Yönetmen Michael Curtiz. Kadroda yer alan Pat O’Brien ve Humphrey Bogart da cabası. “Angels with Dirty Faces” (Kirli Yüzlü Melekler, 1938); Sergio Leone’nin destansı gangster draması “Once Upon a Time in America”nın (1984) üzerinde etkisi hissedilen klasik filmlerden biri. İzleyince hemen fark edeceksiniz. Bu film hakkındaki ilk yazım takriben 13-14 sene önceydi. O günden bugüne görüşüm değişmedi. Gangster Sineması tarihinin en etkileyici, en şaşırtıcı finallerinden birine sahip, acımasız bir başyapıt!
THE ROARING TWENTIES (1939)
Bu Raoul Walsh klasiğinde James Cagney ve Humphrey Bogart tekrar birarada. “The Roaring Twenties” (Kükreyen Yirmiler, 1939) içki yasağı döneminde yolunu bulmaya çalışanları anlatıyor. Kurgu inanılmaz sürükleyici, bir saniye bile sıkılmanıza imkan ihtimal yok. Finali ve finalde söylenen son söz/replik bugün bir klasik.
WHITE HEAT (CEHENNEM ALEVİ, 1949)
James Cagney en iyi bildiği işi dönüyor ama ne dönüyor! “White Heat” (Cehennem Alevi, 1949) tıkır tıkır işleyen senaryosu, Freudyen okumalara müsait alt-metni, dur-durak bilmeyen aksiyonu ve James Cagney’in olağanüstü Cody Jarrett performansıyla gangster sineması tarihinde bir kilometretaşı. Filmin en sevdiğim sahnesi, o heyecan verici takip sahnesi. Eşi menendi olmayan final sahnesine değinmiyorum bile. Al Pacino’nun “Scarface”indeki final sahnesi gibi bir şey. Şöyle diyor “White Heat”teki bir sahnede Cody: “Başardım anne! Dünyanın zirvesindeyim!” (Made it, Ma! Top of the world!). Sadece dünyanın değil, gangster filmleri tarihinin de zirvesindesin Cody, gangster filmleri tarihinin de zirvesinde…
KISS TOMORROW GOODBYE (1950)
James Cagney hasta, psikopat, ayaklı terör rollerine unutulmaz bir tanesini daha ekliyor. Ralph Cotter, sistemin çürümüş yönlerini lehine çevirmesini bilen korkutucu bir zeka. Horace McCoy’un aynı adlı eserinden uyarlanan filmde soluğunuzu tutarak izleyeceğiniz müthiş bir hapishane firarı var. Gordon Douglas’ın yönetmenliğini yaptığı “Kiss Tomorrow Goodbye” (1950) temposu bir an olsun düşmeyen sıkı bir kara film. Cagney-severlerin asla kaçırmaması gereken, şiddet yüklü bir deneyim.
KAYNAKLAR
Hark, Ina Rae (editör). “American Cinema of the 1930s: Themes and Variations”, 2007. Rutgers University Press, ABD.
Leitch, Thomas. “Crime Films”, 2004. Cambridge University Press, İngiltere.
Shadoian, Jack. “Dreams & Dead Ends: The American Gangster Film”, 2003. Oxford Unıversity Press, ABD.
Tzioumakis, Yannis. “Amerikan Bağımsız Sineması”, 2015. (Türkçesi: Esra Özkan), (orijinal yayınevi: Edinburgh University Press), Doruk Yayınları, Türkiye.
http://www.filmsite.org/crimefilms1.html
Elinize sağlık, çok beğenerek okudum. James Cagney’in “Cagney By Cagney” isimli bir kitabı var ancak yıllardır hiçbir yayınevi tarafından Türkçeye çevrilmedi ne yazıkki.