Japon erotik sineması namı diğer Pinku Eiga 50 yıllık tarihinde bir taraftan eleştirmenlerin hışmına uğrarken bir taraftan da el üstünde tutulmuş. Japon sinema endüstrisini bir dönem batmaktan kurtaran bu janr öyle bir derya ki türe ait filmlerin hepsini takip edebilmek oldukça zor. Bir de filmlere ulaşabilme konusu var tabii ki. Yeni filmleri geçtim, eski ama ünlü yönetmenlerce çekilmiş kült filmlerin bilgilerine ya da kendilerine ulaşmak bugünün Google ortamında bile uzun zaman alıyor. 16 ya da 35 mm çekilen bu filmlerin çoğunun ya film ruloları kaybolmuş ya da izlenebilecek durumda değil. Bu da şu anda, Türkiye’de ulaşabildiğimiz film sayısını oldukça azaltıyor.
Öteki Sinema için yazan: Merve Çay
Gelelim Pinku’yu neyin Pinku yaptığına. Pinku’ların pinku olabilmesi için zamanla kendi içinde oturmuş kuralları var. Misal bir Pinku film, 3 milyon yen -yaklaşık $35.000 gibi- gibi düşük bir bütçeye sahip olmalı, 60 dakikadan uzun olmalı ve sansür kurallarını aşmayan belli sayıda seks sahnesi içermeli.
Ayrıca 4-6 günlük çekim süresi içinde demin dediğim gibi 16mm ya da 35 mm çekilmeli. Bu sebeple genelde tek bir mekan ya da alanda pek fazla kesilmeden eldeki az sayıda film rulosuna çekilen Pinku’larda yönetmenseniz ve elinizdeki ruloları bitirdiyseniz maalesef yapacak bir şey yok: Ya filmi tamamlayamayacak ya da gidip kendi cebinizden yeni bir rulo alacaksınız.
Türün tarihi gelişimi ve önemli filmlerini de ele almak, en azından örneklemek lazım. Pinku’nun miladı olarak gösterilen filmlerden biri 1962 tarihli Market of Flesh (Nikutai no Ichiba). İlk gösterime girdiğinde bayağı büyük bir skandal yaratmış. Polis tarafından dağıtımı durdurulan film fazlaca kesilip biçildikten sonra tekrar vizyona girmiş ve her şeye rağmen büyük bir başarı yakalamış. Maalesef ulaşamadığım filmlerden biri bu oldu.
Filmin bu tarz türlere bakıldığında oldukça tahmin edilebilir bir hikayesi var: Sadist bir adam tarafından kaçırılan 3 kadının, adamı ve arkadaşlarını eğlendirmek zorunda kalması…
Bir diğer önemli film ise 1964 tarihli, eski bir Kabuki yönetmeni olan Tetsuji Takechi’nin Day-dream’i (Hakujitsumu). Diş doktorunda uyuşturulmuş vaziyetteki bir adamın tedavi boyunca yanındaki kadın hasta üzerinden kurduğu fantazilerle ilerliyor film. Neredeyse sürekli devam eden vızır vızır diş oyma aletlerinin sesiyle birlikte kötü adam olarak gördüğümüz diş doktoru ister gangster olsun, ister vampir olsun, her türlü fantazi alemine girip çıkan ve kurtulamadığımız bir bela haline geliyor.
Filmin trailer’ından da anlayacağınız gibi Pinku filmlerinin sansür kurallarından biri de hiçbir şekilde genital bölgelerin gösterilmemesi. Bu kural sayesinde oldukça farklı ve yaratıcı kamera açıları geliştirmek zorunda kalmış yönetmenler.
Filmleri kısa sürede ve kısıtlı imkanlarla çekmeye çalışmak yönetmenler için oldukça zor durumlar da yaratmış. Yine de Japonya’nın düşüşe geçen film ekonomisinde gişe başarısı yapan neredeyse tek tür olmasından dolayı pek çok önemli yönetmen Pinku sineması ile piyasaya ilk adımını atmış. Mesela, büyük stüdyolarda çekilen sinema filmlerinde yönetmen olabilmek için geçmesi gereken pek çok seneyi beklemek yerine Pinku filmlerinde 2-3 senede kendi filmini çekme imkanını yakalayan ve ismini duyuran pek çok ünlü yönetmen var. Bunlardan biri de 2009’da Departures filmi ile En İyi Yabancı Film dalında Oscar kazanan Yojiro Takita.
Yojiro Takita dışında uluslararası bilinirliğe ulaşmış yönetmenler içinde Kurosawa Kiyoshi, Suo Masayuki ve deneysel filmleriyle öne çıkan Oki Hiroyuki, Sono Sion’u sayabiliriz. Türün önemli yönetmenleri içine ise Wakamatsu Koji, Mukai Kan, Takita Yojiro, Mochizuki Rokuro ve Market of Flesh’in yönetmeni Kobayashi Satoru’yu eklemeden geçmemek lazım. Satoru ölümüne kadar 400 Pinku filmine imza atmış biri, Takashi Miike bile onun yanında solda sıfır kalıyor. Bu anlamda Satoru belki de Japon sinemasının en verimli yönetmenlerinden…
Faydalandığım yazarlardan biri olan Roland Domenic’e göre başka hiçbir ülkede erotik filmler bu kadar önemli bir rol oynamamış. Kendi filmlerinde erotizme çok girmeyen Oguri Kohei, Suwa Nobuhiro, Sakamoto Junji ve Aoyama Shinji gibi yönetmenler bile Pinku filmlerinin prodüksiyonunda yer alarak giriş yapmışlar piyasaya. Domenic yazısında Pinku filmleri çeken Nikkatsu firmasının Roman Porno (romantik porno) alt türünün yönetmenleri olan Negishi Kichitaro, Kaneko Shusuke, Nakahara Shun, Ishii Takashi, Sai Yoichi, Morita Yoshimitsu, Higashi Yoichi ve Somai Shinji’yi de sayarak neredeyse Japon sinemasındaki pek çok kişinin sektörden gelmemiş adam kalmadığını ekliyor.
Yönetmenlerin Pinku çekene kadar yaptıkları işler de farklı farklı mesela. Yamamoto Shunya ve Mukai Kan eğitici belgesellerde asistan yönetmen olarak işe başlamış. Motoki Sojiro ise Akademi ödüllü Kurosawa Akira’nın prodüktörü olarak hayli başarılı olduğu bir kariyeri bırakıp önemli bir Pinku yönetmeni haline gelmiş. Bu noktada karışıklığa mahal vermemek için bir not düşeyim. Japoncada soyisimler isimlerden önce yazıldığı için imdb gibi sitelerde yönetmenleri aradığınızda tam tersi yazıldığını görebilirsiniz, örneklemek gerekirse Kurosawa Akira imdb’de Akira Kurosawa olarak geçiyor.
Notu kısa kesip türe tarihsel açıdan bakarak devam edersek, Pinku’nun başarısını rakamlar da göz önüne seriyor. Mesela 1960’da Japonya’da çekilen film sayısı 545’ken sinemaya giden kişi sayısı eski senelerin yarısına yani yaklaşık 500 milyona inmiş ve pek çok büyük stüdyo %30 küçülerek neredeyse batma noktasına gelmiş. Tabii pahalı prodüksiyon şirketlerinden film almaya zorlanan sinema salonları da düşük bütçeli bağımsız filmlere ve o dönemki ismiyle erodüksiyon filmlere kaymış. Bu durum da üretilen erotik filmlerin sayısını giderek arttırmış. 1962’de çekilen Pinku filmi sayısı 4 iken 1968’de 58’e, 1969’da 250’ye çıkmış. Varın gerisini siz düşünün, bu büyümeyle Pinku’lara 60’ların mantarı denmez de ne denir?
Gerçi başlarda ismi Pinku da değilmiş, demin dediğim gibi ya “erodüksiyon filmler” (erodakushon eiga) ya da “3 milyon yen filmleri” olarak olarak geçiyormuş. Mevcut ismini 1963 yılında gazeteci Murai Minaru tarafından, normal filmlere verilen Blue Ribbon Ödülleri’nden yola çıkarak almış.
Türün erotik görselliği yüzünden sansüre uğradığını söylemiştim. Filmler, Japon Film Endüstrisi Sansür Birimi gibi bir anlama gelen Eirin tarafından, genital bölgenin gösterilmesi yasağının yanı sıra haliyle yetişkin filmi olarak sınıflandırılıyor ve sadece belli sinemalarda vizyona girebiliyor.
Pinku’nun bir diğer özelliği de bu denebilir. Şimdi bile filmlerin Pinku sayılması için sinema salonlarında gösterilmesi gerekiyor. Tüm bu Pinku gerekliliklerini düşününce Nagisa Oshima’nın Batı’da çok ses getiren ve 1976 senesinde çekilen filmi Ai no Corrida’nın Japon erotik sineması içinde sayılmadığını söyleyebiliriz. Fransız ortak yapımı olan film Eirin kuralları yüzünden Japon sinemalarında hala sansürsüz vizyona girememiş. Ayrıca filmin çekim süresi ve bütçesinin büyüklüğü düşünüldüğünde de Pinku sayılamıyor.
Pinku’nun son dönemine baktığımızda ise türün giderek sönüşe geçtiği söylenebilir. Bunun bir sebebi video kaset, DVD gibi ürünlerin ortaya çıkması. Çünkü Japonya’da bu tip ürünleri denetleyen başka bir sansür birimi bulunuyor ve Eirin kadar kısıtlayıcı olmadıkları için tercih edilen yetişkin filmler Pinku gibi softcore olmak yerine hardcore sayılan filmler oluyor.
Pinku’nun izleyici toplayabilme açısından yaşadığı düşüşün bir diğer sebebi ise 1960-1971 arası filmlerin ve bu dönemin İlk Dalga yönetmenlerinin sosyo-politik ve kültürel derinlikli odağının yerini türün belli kalıplarına göre çekilmiş ve çoğu birbirine benzer, sadece cinselliği öne çıkaran filmlerin alması. Fakat tür, her dönemde tarihine ismini altın harflerle yazdıran farklı yönetmenler sayesinde eleştirmenlerin dikkatini çekecek kadar biliniyor ve kendine sadık bir izleyici kitlesi oluşturmuş bulunuyor.
Elbette Pinku, tür olarak cinselliği öne çıkaran bir tür fakat pek çok eleştirmence bu kadar beğenilmesinin nedeni cinselliğin ötesinde Japonya’ya özgü pek çok problemi ele alması ve eleştirmesi. Özellikle “İlk Dalga’nın Kahramanları” sayılan Hiroshi Mukai, Kinya Ogawa ve Shinya Yamamoto ile Pinku’nun yıldız yönetmeni Koji Wakamatsu’nun filmleri, Batı’nın erotik sinemasına göre çekimlerinin ağır ritmi ile dikkat çekerken hikayelerinin derinliği ile de oldukça beğeniliyor. Yine de yaşanan bu kalıplaşma ve düşüş içine 1990’ların başında ilk filmlerini yayınlayan Shitenno’yu, Dört Şeytan ya da kabul görmüş haliyle “Pinku’nun Dört Kralı” sayılan Sano Kazuhiro, Sato Hisayasu, Sato Toshiki ve Zeze Takahisa’yı katmamak gerek. Eleştirmenler tarafından Pinku’nun ilk defa ciddi anlamda ele alınması ve saygı görmesi bu yönetmenler sayesinde oluyor. Shitenno filmlerinin yayınlandığı dönem için Pinku’nun Rönesansı benzetmesinin kullanılması boşa değil.
21. yüzyılda ise bayrağı Shichifukujin yani Yedi Şanslı Kral alıyor. Toshiya Ueno, Yuji Tajiri, Shinji Imaoka, Yoshitaka Kamata, Toshiro Enomoto, Mitsuru Meike ve Rei Sakamoto’nun oluşturduğu bu grup da Shitenno gibi Pinku için bir kurtuluş oluyor. Yine de türün yukarıda saydığımız özellikleri 50 yılda bile değişmiyor.
Kısa sürede az mekanda, az paraya film çekmek zorunda olan yönetmenler haliyle mekanlarda çekim için izin almaya uğraşmıyorlar. Bu durum da onları gerilla çekimler yapmaya zorluyor. Sadece bu sebeple bile Japon film sektörü içinde geleneksel stüdyo sisteminin dışında ve kanun kaçağı gibi görülüyorlar.
Tabi ki 50 yıllık bir geçmişi bu yazıya sığdırmak mümkün değil, hele ki önemli filmleri hiç ele alamamışken. Yine de Pinku’nun genel çerçevesini çizmek adına isim vermede hafiften ifrata, hatta bombardına kaçtığım bu yazıya başlangıç olarak bakabilirsiniz. İkinci yazıda 1960 ve 1970 arası Pinku’nun İlk Dalga yönetmenleri ve filmlerine daha detaylı eğilip türün gelişimini incelemeye devam edeceğim.