The Red Spectacles, The Kerberos Saga olarak bilinen Mamoru Oshii’nin yarattığı distopik evrenin ilk filmidir. Özel kıyafetler ve silahlarla donatılmış Tokyo polis gücünün hikayesini anlatan Kerberos efsaneleri, radyo programlarından mangalara ve animasyonlara kadar çeşitli formlarda ilerlemiştir.
Kerberos adını üç başlı cehennem kapısının bekçisi olduğuna inanılan köpekten almakta. The Red Spectacles ise ilk radyo programından sonra ortaya çıkmış Mamoru Oshii’nin yönettiği serinin ilk halkası olarak incelenmeyi hak ediyor.
Film başlarken bize radyo programında bahsedilenleri bir tekst olarak hızlıca geçiyor. Tokyo’da cinayet, hırsızlık oranlarında büyük artış olmuştur. Bu duruma bir son vermeye çalışan yönetim özel olarak seçilmiş güçlü, kuvvetli ve zeki kadın ve erkekleri seçerek onları özel giysiler ve silahlarla donatıp Kerberos adını verir. Başlarda her şey beklendiği gibi düzgün işlerken birimin kendi başına hareket etmeye başlaması ve kontrolden çıkması halkın bakışını değiştirir. Bu durumda Kerberos’ların da fişi çekilir ve hepsinin teslim olması istenir. Artık köpekler yerine daha atletik yapılı ve düzene bağımlı kediler polisin yeni gücü olaraktır.
Film bu noktada başlıyor. Birimin üç üyesi bir barakada kıstırılır, ikisi yara almıştır ve daha fazla devam edemezler. Koichi Todome, tek başına şehirden kaçmayı başarır ancak arkadaşlarına geri döneceğine dair söz vermiştir. Aradan yıllar geçer ve Kōichi arkadaşlarını bulmak için yola koyulur. Şehre vardığında bıraktığından çok farklı bir ortam bulur. Peşinde kediler vardır ve Kōichi’nin kalan son Kerberos olarak yakalanması istenmektedir.
Devamı niteliğindeki Stray Dog (1991) filminin ve Jin-Rô (1999) animasyonunun öncülü olan The Red Spectacles deneysel bir distopik bilim kurgu filmi. Mamoru Oshii’nin ileride çekeceği Avalon(2001) gibi filmin büyük çoğunluğu sephia tonlarda çekilmiş. Bu sayede filme bir film-noir havası da kazandırılmaya çalışılmış.
Hikaye olarak bir aksiyon bombası bekleyebilirsiniz ama tam tersine The Red Spectacles yoğun diyaloglar ve uzun sessiz sahneler ile kara filme daha yakın bir eser. Film boyunca çok kısıtlı bir sürede filme konu olan zırhları görmemiz mümkün. Geri dönüşten sonraki ilk sahneler özellikle Godard’ın Alphaville (1965)’inden izler taşıyor.
The Red Spectacles, Chris Marker’ın avant-garde kısası La jetée ya da The Pier (1962) (ki 1995 yapımı bilim kurgu filmi 12 Maymun’un da ilham kaynağıdır) ve distopik bilim kurgunun en önemli eserlerinden 1984’ü ilham kaynağı alıyor. Sistem eleştirisini kara komedi unsurlarını kullanarak verirken özellikle işkence ve sorgulama sahnelerinde Godard’ın politik başyapıtlarından 1960’da çektiği Le Petit Soldat’tan önemli izler bulmak mümkün.
Kerberos kostümü büyük ölçüde 1940’ların Alman Schutzstaffel(S.S.) tim kıyafeti ile Japon Samuray kostümlerinin bir karışımı gibi. Günümüzün sevilen oyunlarından Killzone da Kerberos zırhının bir benzerini bulmak mümkün.
The Red Spectacles minimalist, absürd, karanlık, seyirciye büyük ölçüde sıkıcı gelebilecek bir film. Anime ustası Mamoru Oshii yer yer aktörleri aynı anime karakterleri gibi kullanarak filmin sürreel yapısını güçlendirmeye çalışmış.
Film yönetmenin sevdiği eserlere bir saygı duruşu niteliğinde. Ayrıca özgür irade konusunda çektiği onca yapım arasında felsefesi en yoğun olanı. Eğer ne göreceğinizi bilerek filmi seyrederseniz beklentilerinizi karşılayabilecek ufak bir cevher ile karşı karşıya kalabilirsiniz ama aksiyon adına bir şey beklemeyin. Özellikle minimalist sinema izleyicilerine önerebilirim. Kerberos üçlemesine ucundan da olsa bulaştıysanız, merakınıza yenik düşüp bir göz atmanız gerekecektir.
kerberoslarin kostumleri guzel olmus .siyah. otomatik silahlar ,gaz maskesi ss ve samuray kostumu karisimi hic bir sey eksik
Jin-Rô’yu izlemiştim 2001 yılında. Çok beğenmiştim. Hikaye Nazilerin kazndığı bir 2. Dünya Savaşı sonrası Japonya’da geçiyordu. Bu filmde de öyle değil mi?
Can hikaye 1995 yılında Tokyo’da geçiyor ama dediğin gibi bir bilgi yok belki 2. filmde öyle bir olay oluyodur. Nazilerin savaşı kazanması ile ilgili Philip K. Dick’in yüksek şatodaki Adam diye bir romanı vardır tavsiye ederim :) Film bana çok art house geldi, o yüzden sen bence sevebilirsin.