Masal dünyasına girsek de gerçek hep aynı yerde duruyor!
Jin filmini izlemem teknik nedenlerden dolayı geciktiği için buluşmamızın kendi adıma gayet heyecanlı geçtiğini söyleyebilirim. Reha Erdem’in Hayat Var’daki Hayat karakterinin karşısına bir taşralı ya da başka bir tabirle ‘dağlı’ bir kızı yerleştirmesi beklediğim bir şeydi.
Öteki Sinema için yazan: Banu Bozdemir
Hayat Var gerçekliğin var gücüyle üzerimize saldırdığı bir filmdi burada ise araya masalsı kesmeler yerleştiriyor ama kızların ‘düşman’larını hep aynı bakış açısından çıkartıyor Erdem. Jin’in Kürtçede ‘hayat’ anlamına gelmesi hem iki filmin organik bağını güçlendiriyor hem de yaşam denen şeyi her koşulda kutsuyor!
Filme adını veren Jin bir gerilla… O yüzden dağda kader birliği yaptığı arkadaşlarından kopması da öyle oluyor… Amacı bir şekilde şehre ulaşmak… Şehirde yaşayanlar için kopmanın zor olduğu ama hep bir gitme türküsünün tutturulduğu şehir Jin’e kapılarını kapamış durumda sanki. Doğanın içinde bir kısırdöngüye dönüşen çıkamama hikayesi Jin’e değişik algılar sunuyor. Gerilla kıyafetiyle Jin’ken, normal bir köylü kız kıyafetine bürününce Leyla olması aradaki dengeleri de bozucu türden! Mesela çobanın iki ayrı kılıktayken kendisine karşı değişen tavırları, bilet parası kazanmak için tarlada çalışırken ovada yaşadığı tecavüz girişimi, bilet alması için kendisine kolaylık sunacağı söyleyen adamın tavırları aslında düşmanın bakış açısının hiçbir zaman değişmediğini de gösteriyor bize…
Reha Erdem’in bir önceki filmi Kosmos’la zaman zaman aynı yola giriyor film, ayrıksı yanlarıyla özdeşlik kuruyor, şiirsel (büyülü) gerçeklik akımının nispeten de olsa izini sürüyor iki film. Fantastik olanın kapılarını aralıyor! Garip bir biçimde etki ediyor üzerinize ama bunu anlamlandırmakta zorlanıyorsunuz. Kosmos’da yoğun olarak, Jin’de de belki kanıksadığım için az da olsa yaşadım bu duyguyu… Kameranın doğanın içinde başıboş dolaşması, hayvanların kendi dengeleri içinde görünmeleri, insanın o anına ve sonrasına nüfuz eden o koca boşluk halini The Thin Red Line / İnce Kırmızı Hat’ta da yaşamıştım, zaten film zaman zaman o hatta da yaklaşıyor… Tabii Pan’ın Labirent’in de küçük kızın gerçeklerden kaçmak adına yarattığı masalsı hayal gücünün politik zeminini Jin’de de yakalıyoruz. Sürekli kaçma, sığınma ve bir hedef belirleme noktası açısından da yakın zamanlı Essantial Killing / Ölümüne Kaçış’tan bile söz edebiliriz.
Ama buna rağmen tam da buralı bir film Jin. Beslendiği kaynaklar çok yerel! Jin’i Kırmızı Başlıklı Kız sayarsak orman yolculuğunda ona eşlik eden hayvanların varlığı, ona yakınlığı ve hatta mağduriyetleri en az Jin’in ki kadar gerçek. Masalda büyükannesine ulaşmaya çalışan küçük kızın kurdun tuzağına düşme hali burada evrim geçiriyor. Hayvanlar da onun safında, tacize uğrarken yanı başındaki atın şahlanıp huysuzlanması, kendisine uzatılan elmanın anlamını kavrayan ayının Jin’e bir şey yapmaması, kısacası atılan kurşunlardan, bombalardan kaçan hayvanların varlığı, rahatsızlığı uzayıp giden bir kader birliğinin etkileri… O zaman düşman masaldaki gibi hayvanlar değil, masala ve her yere sızmış erkekler! Jin’e çıkış yaratmayan, çemberini her dakika biraz daha daraltan ve aslında ‘burada da değişen bir şey yok’ duygusu yaratan insanoğlunun geneli!
O yüzden Jin yaralı bir askere yardım ederken tekrar bir gerilla oluyor, güçler çatışması denen şey önüne sürekli geliyor çünkü. Erkekler dünyasında ancak kostüme bir şekilde var olmak en doğrusu! Belki de kaçtığı topraklara, (hiç çıkamıyor aslında) bıraktığı arkadaşlarına dönmenin en iyisi olduğuna dair bir içgüdü. Orasını açık bırakıyor Erdem ve bir kızın kimlik arayışını Jin ve Leyla arasında sıkıştırıyormuş gibi görünse de kızın yaralı askerin arkasından ‘Adım Jin’ diye bağırmasıyla netleştiriyor. Kadın, Kürt ve bu bağlamda ‘öteki’ olmanın, yolunu bulamamanın, egemen gücün buna izin vermemesinin altını gayet belirgin çiziyor!
Filmde sürekli yaşanan bombardıman halinin dışarıdan yansıyan etkisini görüyoruz, yani sıcak bir çatışma, fiziki bir gönderme yok filmde. Bu da taciz edenin değil, taciz edilenin varlığı açısından, duygusu ve soyutlaştırılması açısından iyi bir yere oturuyor. Güçlü bir kızın sırtına yüklenen, yıllara yayılan bir iç savaşın etkisi böylece daha kapsamlı bir şekilde ortaya çıkıyor. Jin’i canlandıran Deniz Hasgüler ise role çok iyi yerleşiyor… Bunu belirtmeden bitirmek genç oyuncuya haksızlık olurdu!
Jin kendi çabasıyla ayakta kalan, kurtulan, yolunu çizmeye karar veren bir kızın masalını anlatmış duygusuna bizi öylesine inandırıyor ki, sonundaki final daha vurucu bir hale geliyor. Metaforik olarak yükseliyor adeta ve başka bir masalsı gerçekliğe giriyoruz. Ama gerçek hep aynı yerde duruyor!
Söyleşi çok hık mık olmuş. Reha, Nuri, Zeki v.d. biraz daha politik olun lütfen. Biçimde ne oldum delisi bir sinema nereye kadar. Çöküşün estetiğini oluşturma, kaçış, yabancılaşma, taşra, küçük burjuva aydın çelişkileri, senin köyünü, kasabanı, seni senden daha iyi anlatırım ayakları baydı artık. Ben yine de bu filmleri çok beğeniyorum. JİN ise harika bir film. Bu yönetmenlerin ve ardıllarının daha politize olması, sanırım ezilenlerin, işçi sınıfının solda politize ve disipline olmasıyla doğru orantılı. Diyalektik de bu işte işlesin de kurtulalım, en azından önce filmlerini seyredelim.
Söyleşi derken yazıdan bahsediyorsunuz sanırım. Jin’i öven nadir yazılardan biri olduğunu hatırlatmak isterim yazımın. Yönetmenlerin daha fazla politik olma kısmı benim yıllardır dillendirdiğim birşey. Özellikle de Nuri Bilge’nin daha politik olması gerektiğini savunuyorum. Son kısmı yani en azından önce filmelri izleyelim kısmını kime ithaf ettiniz anlamadım ama Türkiye sinemasını en iyi ve yakından takip eden sinema yazarlarından biriyim… ;)
Söyleşiyi yeni gördüm bu arada…
Evet söyleşiden kastım sitenizin eklediği 20 dakikalık bölüm.Reha ile Yeşim steril bir cafede geyik yapsalardı daha doyurucu olurdu herhalde.Kamu önünde suya sabuna dokunmayalım derken içini bayıltıyorlar insanın.