Cumhuriyetçi Başkan adayı Ronald Reagan 28 Ekim 1980’de Cleveland Konferans Merkezi’nde Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Jimmy Carter’la bir televizyon tartışmasına katılır. Çıkışta; genç bir muhabir, Reagan’a, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Carter’la aynı sahneyi paylaşmanın nasıl bir his olduğunu sorar. Reagan usulca gülümser ve “John Wayne ile aynı sahneyi paylaşmış olduktan sonra (Carter’la aynı sahnede olmanın) hiçbir anlamı yok” der.

blankWestern filmlerinin bu unutulmaz oyuncusu John Wayne’in insanlar üzerinde tarif edilemez büyüklükte bir etkisi vardır. Dünyanın dört bir tarafından hayranları olur. Japon İmparatoru Hirohito, 1975 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ni ziyaret ettiğinde, programında, kamuya mal olmuş 3 Amerikalı ünlüyle buluşma da yer alır. İmparator’a sorarlar, kiminle biraraya gelmek istersin diye, ilk tercihi John Wayne olur. Amerikan toplumu içinse, o bayraklarındaki ekstra bir yıldızdır. 1970’lerdeki bir ankette Abraham Lincoln’den sonra Amerikan tarihinin en bilinen ismi çıkar. Bazı anketlerde, dünyanın en çok tanınan 10 ünlüsünden biri çıkar. Yaşadığı müddetçe Amerika’nın en etkili isimlerinden biri olur. Filmleri sağlam gişe yapar. John Wayne, milyon dolarlık kontratlar dönemi başladığında bu tip bir sözleşmeye imza atan ilk oyuncu olur. Kardan pay almayı sözleşmesine koyduran ilk aktörlerdendir. Ülkesinde (1958 yılı hariç 1949’dan 1973’e) tam 24 yıl gişede ilk 10’da kalmayı başararak tarihi bir rekora imza atar. Bu rekor henüz kırılamamıştır.

blankJohn Wayne; filmlerinde, adeta kendini oynar. Filmlerinde canlandırdığı birbirine benzer tiplemeler üzerinde büyük bir kontrolü vardır, John Ford hariç hiç kimse ona istemediği birşeyi yaptıramaz. Bu nedenle de oyunculuğu hep tartışma konusu olmuştur ama starlığı asla!

Sinemanın gelmiş geçmiş en büyük starlarından biri kabul edilen John Wayne, 1907’de Iowa’da doğar, gerçek adı Marion Michael Morrison’dur. Ama herkes onu “Duke” olarak bilir. Şaşırtıcı gelebilir ama bu lakabı Teriyer cinsi evcil bir köpekten almıştır. California’da okur. Duke ve arkadaşlarına okul tatillerinde yazlık işler ayarlayan kişi, western filmlerin yıldızı Tom Mix’ten başkası değildir. Önce setlerde çalışır. Sessiz sinema daha sonra sesli sinema döneminde. Dublörlük, figüranlık, asistanlık ve set işçiliği yapar. Aralıksız çalışmaya devam eder, filmlerde ne iş olursa yapar. Bir cesedi “oynadığı” rolü bile vardır (The Deceiver). Ken Maynard westernlerinin yeniden-çevrimlerinde oynar. İlk ‘şarkı söyleyen kovboy’ filmlerinden birinde oynar (Riders of Destiny), sesi çok kötüdür ve haliyle şarkıları dublajlanmıştır.

blankDuke’ün başrolüne getirildiği ilk film, “The Big Trail” (1930) olur. Gary Cooper rolü reddedince bir fırsat doğar. Duke’e sahne ismi olan John Wayne’i, western filmlerinin unutulmaz yönetmeni Raoul Walsh verir. Raoul Walsh’ın “The Big Trail”inde, zamanının en az 15-20 sene ötesinde, Cinemascope’un atası sayılan ve Fox şirketi tarafından geliştirilen ‘Fox Grandeur’ adlı çok özel, yepyeni ve çok pahalı bir teknoloji kullanılır. Lakin aynı anda farklı ülkeler için farklı kadrolarla, teknik açıdan birkaç farklı (35 mm., 70 mm. vb.) versiyonu çekilen dev maliyetli film gişede o denli büyük bir fiyasko yaşar ki, Amerika’nın en büyük film şirketlerinden Fox’u iflasa sürükler. Fox düpedüz batar hatta şirketin başkanı William Fox hapse girer. Cinemascope teknolojisi uzun yıllar rafa kaldırılır. (Daha sonra Fox’un küllerinden o meşhur ‘20th Century-Fox’ şirketi kurulur.)

“The Big Trail”de yaşanan büyük hüsrandan sonra John Wayne, B hatta C filmlerine geri döner. 1939’a kadar, dişe dokunur bir rol kapamaz. Adeta cezalandırılmıştır, lanetlenmiştir. İnanılması güç ama 32 yaşındaki Duke’ü zirveye, hem de bir daha inmemecesine taşıyan John Ford şaheseri “Stagecoach”a (1939) gelene kadar 70 kadar filmde yer almıştır bile. Hatta John Ford’la beraber çektikleri 14 film vardır, Stagecoach beşincisidir. Bu dönemde yani 1931-1939 arasında John Wayne’in rol aldığı, genelde 50 küsur dakikalık, hızlı kurgulu, düşük bütçeli westernlerin hatırı sayılır bir kısmı, zamanında, Star televizyonu tarafından yayınlanmıştı, biz de izleyip “oğlum amma abartmışlar şu John Wayne’i demiştik”, hatırlıyorum. Ne kadar büyük haksızlık yaptığımızı yıllar sonra, onun ‘film gibi film’lerini izledikten sonra anladım.

John Wayne 150’den fazla filmde oynamıştır, bunların aşağı yukarı yarısı westerndir. İlk başrolü de, onu zirveye taşıyan ve yeniden meşhur eden film de, en çok para kazandığı filmler de, en çok para kaybettiği filmler de, eleştirmenlerin övgüsüne en çok mazhar olan filmi de, Oscar kazandığı tek film de, ölmeden önce çektiği son film de bir westerndir. John Wayne, western filmleriyle adeta bütünleşmiş bir oyuncudur.

Sinemaseverlerin onun westernlerini eninde sonunda keşfetmek isteyeceklerine adım gibi eminim. Bu amaçla, en çok sevdiğim John Wayne westernlerinden küçük bir seçki yaptım.

Açıkçası ben 1948’den sonra çektiği bütün kovboy filmlerini seviyorum, kısa bir liste hazırlamak zor oldu. Alfabetik bir sıralama yaptım, 1939-1976 yılları arasındaki filmleri dikkate aldım, izleme fırsatı yakalayamadıklarımı değerlendirme dışında tuttum ve seçkiyi makul bir sayıyla sınırladım.

İşte sizin için seçtiğim John Wayne westernleri:

STAGECOACH (POSTA ARABASI, 1939)

John Wayne’i bir anda star yapan John Ford klasiği. John Wayne’in Ringo Kid rolü aslında bir başrol bile değil, bir yan rol. Üstelik Wayne’in bir tabancası bile yok.

blank

Stagecoach‘ta herşey ama herşey kusursuz bir uyum yakalamış durumda. Hikaye, karakterlerinin derinlemesine analiz edilebilmesine imkan tanıyor, tempo yüksek, kurgu ve görüntü çalışması olağanüstü. İçiçe geçmiş hikayeler, bir kovboy filminden ne bekliyorsanız karşılamaya yetiyor. Kural-koyucu bir western başyapıtı!

FORT APACHE (KAN KALESİ, 1948)

“Fort Apache” (Kan Kalesi, 1948), “She Wore a Yellow Ribbon” (1949) ve “Rio Grande” (Aslanlar Diyarı, 1950). Üçü beraber John Ford’un ‘Süvari Üçlemesi’ni (Cavalry Trilogy) oluştururlar. Tabii bir tür üçleme olduğu için üçünü de izlemek lazım gerekir, hatta üçü de çok iyi filmdir ama benim içlerinden en çok beğendiğim film “Fort Apache”. Komünistleri/solcuları sinema sektöründen uzak tutmak için “Motion Picture Alliance for the Preservation of American Ideals” adlı örgütü/derneği kurmuş ve 3 dönem başkanlığını yapmış John Wayne ile sol tandansa yakınlığı ile bilinen Henry Fonda arasındaki gerilim görülmeye değer. (Hatta bu filmden sonra Henry Fonda komünist avı kapsamında gri-listeye alınıyor, uzunca bir süre iyi bir iş bulamıyor) Film gücünü bu iki aktörün arasındaki çatışmanın kimyasından alıyor. İşin ilginci normal hayattaki politik duruşlarının tersi yönde birer karakteri canlandırıyorlar ama ne canlandırıyorlar! Bu tamamıyla John Ford’un dehası. Nokta.

RED RIVER (KANLI NEHİR, 1948)

John Wayne’in eleştirmenlerce kabul gören ilk dramatik rolü. Aynı yıl çektiği “Three Godfathers”a (Çöl Yavrusu, 1948) kıyasla çok daha tok bir film. John Wayne iyi oynamış. John Ford’un; Howard Hawks’ın “Red River”ını izleyince, (John Wayne’i kastederek) “O. çocuğu oyunculuk da yapabiliyormuş” dediği rivayet olunur. “Red River” her açıdan örnek bir western, Hawks westernin tüm trüklerini ustaca kullanıyor, çatışma dinamizmi yüksek, müthiş bir kurgusu var ve hikayesi itibariyle “epik” olarak bile nitelenebilir. Kadroda herkes iyi, ama Walter Brennan bir başka.

HONDO (ÇÖLLER KASIRGASI, 1953)

Benim gibi “Evli ve Çocuklu”daki ‘Al Bundy’nin hayranıysanız bu film size bir başka anlamlı gelir. Hondo, Bundy’nin en sevdiği filmdir. Hemen VCD’sini bulup izlediğimi, sahaf festivalinden Louis L’Amour’un orijinal kitabını alıp okuduğumu hatırlıyorum. John Wayne, Hondo Lane rolünde adeta döktürüyor, hikaye daldan dala atlıyor, evet bu filmde de kızılderili düşmanlığı devam ediyor. Hikaye de uyduruk. Kabul. Ama Hondo, güzel ve nefes kesen bir film.

THE SEARCHERS (ÇÖL ASLANI, 1956)

“The Man Who Shot Liberty Valance”ı (Kahramanın Sonu, 1962) da severim ama şahsi kanaatimce; “The Searchers”, hem John Wayne’in hem de John Ford’un en iyi westerni. Hatta sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri, bir başyapıt.

blank

Amerikan İç Savaşı’ndan Texas’taki çiftliğine dönen, bir dizi olaydan sonra Komançi’lerin kaçırdığı yeğenini arayan Ethan Edwards’ın destansı yolculuğu, olağanüstü bir görüntü çalışmasıyla peliküle yansıyor (her bir karesi ustaca fotoğraflanmış bu filmi keşke beyazperdede orijinal bir kopyasından izleyebilseydik). Filmin alt-metni o denli güçlü, sayısız detay o denli göz alıcı ki, hakkında yüzlerce makale, birkaç da kitap yazıldı. Martin Scorsese’nin favori westerni olan “The Searchers”, adeta western türünün gramerini yazıyor. John Wayne kariyerinin zirvesinde.

blankRIO BRAVO (KAHRAMANLAR ŞEHRİ, 1959)

Aynı yıl gösterime giren “Horse Soldiers”a (Kahraman Süvariler, 1959) kıyasla daha çok beğenilmiş olmasına rağmen ilk çıktığında büyük bir etki uyandıramamış, şarap gibi yıllandıkça değerlenmiş bir western. Yönetmen Howard Hawks kariyerinin zirvesinde! “Rio Bravo”, Dude karakterine can veren Dean Martin’in oyunculuğuyla yükseliyor, aksiyonu, müzikleri ve esprileriyle dört dörtlük bir film. Herkes iyi oynamış. John Wayne “Rio Bravo” için bir seferinde şöyle demiş: “Amerika Birleşik Devletleri şerifleri, kadınlardan yardım dilenen, sokak sokak gezip halka yalvaran, korkudan terleyen, acınası karakterler değillerdi. Bu filmle bunu göstermek istedik.”  Anlaşılan o ki “Rio Bravo”, Howard Hawks ve John Wayne’nin “High Noon”a (Kahraman Şerif, 1952) cevap olarak çektikleri bir filmdir. İkisi de o filmi izlediklerinde, Zinnemann’ın vahşi batının ruhunu ve Amerika’yı Amerika yapan değerleri kavrayamadığını düşünmüşler. Öyle çekilmez böyle çekilir demişler. İyi de yapmışlar. Başyapıt!

EL DORADO (ELDORADO, 1966)

1960’lı yıllara bol Oscar adaylı “The Alamo”, romantizm yüklü “North to Alaska” (Alaska Fedaileri, 1960), durdurak bilmeyen “Comancheros” (Dehşet Ülkesi, 1961) ve “McLintock!” (Mak Lintok: Altın Adam, 1963) gibi sıkı westernlerle başlayan John Wayne’in, ‘60’lardaki ilk başyapıtı “El Dorado” (Eldorado, 1966) hakkında fazla yorum yapmayacağım. Yönetmen Howard Hawks, hikaye Harry Brown. Görüntü yönetmeni Harold Rosson, sanat yönetmeni Hal Pereira. Üstelik  John Wayne ve Robert Mitchum aynı westernde. Hatta James Caan da var. “El Dorado” için her biri kendi alanında uzman, inanılmaz bir kadro biraraya gelmiş. “El Dorado” filmini izlemeyi düşünmüyorum diyen bir westernsever olamaz.

TRUE GRIT (İZ PEŞİNDE, 1969)

Coen Kardeşler yeniden-çevrimini yapmasaydı ve o film o kadar popüler olmasaydı kaç kişi bu güzel westerni öğrenirdi, bilirdi emin değilim. “True Grit”te (İz Peşinde, 1969) Rooster Cogburn karakterine hayat veren John Wayne tek kelimeyle döktürüyor. Western kariyerindeki belki de en ayrıksı kişilik bu. Cogburn karakteri kendisine bir de Oscar heykelciği kazandırıyor. “True Grit”in, 1975 tarihli bir de devam filmi var: “Rooster Cogburn” (İntikam Peşinde). Gerçekten görülmesi gereken bir western.

blankTHE SHOOTIST (1976)

Günde 5 paket sigara içen John Wayne, 1963 yılından itibaren sağlık sorunları yaşamaya başlar. Amerika’da kanser olduğu kamuya açıklanan ilk ünlü oyuncu olur. 1965 yılında akciğer kanseri nedeniyle, ölüm riski taşıyan bir ameliyat geçirir. Hastaneden çıkar, nekahat dönemi bittiği gibi, bir westernde oynar. “The Sons of Katie Elder” (Kötü Evlât, 1965). Duke asla pes etmez, birbirinden hoş ve sürükleyici westernler çekmeye devam eder. “War Wagon” (Harp Vagonu, 1967), “True Grit” (1969). Sağlık sorunları yeniden ortaya çıkar ve 1969’da başarılı bir ameliyat daha geçirir. Kalkar, dinlenir ve 70’lerden itibaren westernlere devam eder. “Chisum” (Ben İstersem Yaşarsın, 1970), “Rio Lobo” (Son Darbe, 1970), “Big Jake” (Kin Tuzağı, 1971), “The Cowboys” (1972), “The Train Robbers” (1973), “Cahill U.S. Marshal” (1973) ve “Rooster Cogburn” (İntikam Peşinde, 1975). Bugün bile denk gelseniz sizi ekrana kilitleyecek bir dizi kovboy filmi.

“The Shootist”; John Wayne’nin tüm kariyerini özetleyen en son filmi olur (ki, filmde, eski bilinen filmlerinden görüntüler de kullanılmıştır). Duke kendisine yakışan bir finalle sevenlerine elveda der. “The Shootist” (1976); sayılı günleri kalmış bir silahşörün son birkaç gününü, cenaze hazırlıklarını ve yarım kalmış hesaplarını kapatışını anlatır. Tıpkı “Misfits” (1961) gibi hüzünlü bir veda başyapıtı.

[box type=”note” align=”” class=”” width=””]

KAYNAKLAR

  • Brideau, Leonard. “The John Wayne Movies Trivia Book”, (1989), Bonanza Books, New York, ABD.
  • Hyams, Jay. “The Life and Times of the Western Movie”, Gallery Books, New York, ABD.
  • Rollins, Peter C. ve John E. O’Connor. (editörler). “Hollywood’s West: The American Frontier in Film, Television, and History”, The University Press of Kentucky, ABD.
  • Studlar, Gaylyn ve Matthew Bernstein (editörler). “John Ford Made Westerns – Filming the Legend in the Sound Era”, Indiana University Press, ABD.

[/box]

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

1 Comment Bir yanıt yazın

  1. Güzeldi.. Gerçi ben western teması olsunda herşeyi beğenirim.. Hani çamurdan olsun, yeterki olsun.. İzlediğim ilk John Wayne filmi The Searchers tı ve bildiğiniz gibi o film dibine kadar westerndir. Herşey vardır. Şans işte, güzel bi filmle başladık, sevdik devam ettik çocukken.. Gerçi biz çizgiroman kültürü olan nesildeniz, bizim western sinema sevgimiz ordanda geliyor denebilir. Tommiks, Kaptan Swing, Zagor.. Biraz Conan, Yüzbaşı Volkan derken karikatür dergilerinide yakın zamana kadar arşiv olacak kadar takip ettik..

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Yaşar Usta Benim Babamdı…

Arzu Film yaratımı tüm filmleri ve en çok da Gülen
blank

Bilimin Tanrıları ve İnsanların Şeytanları

Bilimkurguya sıradan bir seyircinin gözünden bakarsak bu filmlerin genelde ikiye