Baştan yazayım da aramız bozulmasın; bu yazı John Wick’in şimdilik son macerası olan Parabellum’dan hal ve gidişatı açık eden bazı cümleler barındırabilir. Evet, anlaştığımıza göre yazıya başlayabiliriz.
Beyaz yakalıların en sevdiği kahraman John Wick geri döndü, hem de ne dönmek! 2. filmin bıraktığı yerden devam eden bu macerada John Wick, tamamen yalnızlaşmış bir adama dönüşüyor ve yediği haltı temizlemeye çalışıyor. Her ne kadar haklı sebeplerle de olsa Continental Oteli’nin sınırları içinde bir şura üyesini öldürdüğü için aforoz ediliyor ve artık o bir av tilkisi… Bütün tazılar peşinde ve bu tilkinin yaşamak için tek şansı var; o da hala kaldıysa kendisine birkaç müttefik bularak sisteme topyekun meydan okumak!
İlk filmde köpeği, ikinci filmde ise ölmüş karısının hatırası için dövüşen John Wick’in, bu kez tek bir motivasyonu var o da hayatta kalmak… Neyse ki adam sıkı dövüşçü ve yumruklarının yetmediği yerde kurşun saçmayı ihmal etmiyor. İlk filmi çok sevmiş, devam filminde ise sıkılmış biri olarak bu kez nefes almadan izlediğimi itiraf etmeliyim. Hollywood’da hem dövüşebilen hem de rol yapabilen birkaç oyuncudan biri olan Keanu Reeves’in, neredeyse hiç konuşmadan sadece savaşarak ilerlettiği iki saatlik nefes kesen bir macera… Keanu dövüşürken gevezelik yapma işini de Laurence Fishburne, Ian McShane, Mark Dacascos kanat adamları üstleniyor. Mark Dacascos demişken, Güçlülerin Dünyası (Only the Strong) ile nefis bir 90’lar anısı olarak hafızalara kazınan dövüş sanatları ustası aktör, Kurtların Kardeşliği (Le Pacte des Loups) filmindeki zirvesinin ardından bir sürü çer-çöp filmde karşımıza çıktı. Bunların arasında bir yerli yapım olan Sultanın Sırrı da var ki o filmde neredeyse hiç dövüşmüyordu. Yeni John Wick filminde onu bir boss fight sekansında izlemek çok güzel!
Yeni macera, eski ustalara özellikle de Bruce Lee’nin hatırasına saygı gösteriyor. Motosiklet takibi ve filmin daha başlarında izlediğimiz kütüphanedeki dövüş sekansında Game of Death’e, cam odadaki dövüş sekansında ise Enter the Dragon’a selam gönderilmiş. Yine Game of Death filmindekine benzer, her katta başka dövüş ustalarıyla karşılaşma fikri de türün meraklılarının hoşuna gidecektir. İşte tam da bu anlardan birinde Baskın (The Raid) filmlerinin yıldızları Yayan Ruhian ve Cecep Arif Rahman’la karşılaşıyoruz. Artık uluslararası bir üne kavuşan bu yetenekli Pencak Silat ustalarını yapımcılar bile harcamak istememiş olsa gerek ki John Wick ile kapışıp bu mücadeleden yenilerek bile olsa sağ çıkmayı başarıyorlar. Bu dövüş sekanslarının hepsi birbirinden güzel ama işin zirvesi nerede derseniz, Kazablanka’daki, Sonia (Halle Berry) ve köpeklerinin de işin içinde olduğu tek plan kurgulanmış muhteşem sekansı göstereceğim. Filmin tamamında öyle büyük bir emek var ve Keanu Reeves karakterine öyle adanmış ki izlediğimiz film sinema tarihinin en büyük fiziksel meydan okumalarından birine dönüşüyor. Diriliş’in (The Revenant) yıldızı Leonardo DiCaprio’nun bile kıskanacağı türden bir efor var filmde…
Yazının başında, “John Wick, beyaz yakalıların en sevdiği kahraman” demiştim. İlk filmi izler izlemez edindiğim bu yargı, yeni macerayı izlememle daha da pekişti. Gerçekten de öyle, John, yalnız biri… İyi bir evi, pahalı mobilyaları ve yalnızlığına teselli bir köpeği vardı. O şirkette en sevilen profesyoneldi ancak şirket en sevdiği çalışanlarını bile gözünü kırpmadan harcar. Mesailer çürüttüğünüz, kupa kupa kahve tükettiğiniz iş arkadaşlarınızın hepsi aslında rakibinizdir ve yükselme fırsatını bulduklarında sizi ensenizden vurmaktan çekinmezler. Bütün seri boyunca takım elbisesiyle onlarca mücadeleye girişen John Wick’in, bu giyim tarzı bile onun kimliğini açık ediyor. Ama işte hikayenin potansiyeli belli. 3 filmlik kaçıp kovalamaca artık son bulmak ya da yeni bahaneler üretmek zorunda. Finalden anladığım kadarıyla bu artık kişisel bir savaş olmaktan çıkıyor ve bir sınıf mücadelesine dönüşüyor. Yani işsiz kalan bir beyaz yakalının sosyalizm tarafından tavlanması durumu yaşanıyor.
John Wick filmlerinden böyle çıkarımlar yapmaya gerek var mı bilmiyorum, belki de yapmamız gereken tek şey koltuğumuza oturup huşu içinde birbirini pataklayan insanları izlemek. Peki, bu zevkli mi? Hem de nasıl! İlk filmde 77 ceset vardı, devam filminde ise 128 ama bu macerada ikisinin toplamından daha fazla kişi bire bir çatışmalarda öte tarafa yollanıyor. Böyle giderse 2-3 film sonra John Wick bir kitle imha silahına dönüşecek ama sakın unutmayın; bu bir film!
Son cümlelere ulaşmışken şunu da yazmadan edemeyeceğim; uzun zamandır bu kadar iyi ışıklandırılmış ve böylesine özenli bir sanat yönetimi çalışması yapılmış film izlememiştim. Özellikle giriş bölümünde karşımıza çıkan yağmur altındaki şehir sokakları Bıçak Sırtı’nın dış mekan çekimlerini (Blade Runner) anımsatıyor. Zaten John Wick’in bu bölümdeki telaşının, Deckard’ın kovaladığı Replikantlarınkinden farkı yok. Uzun lafın kısası; John Wick yeni macerası ile aksiyon sineması düşkünlerinin kalbini çalacağa benziyor. Başroldeki Keanu Reeves’in bu tür filmleri sevmeyenleri bile tavlayacağı da belli. Projeksiyonu düzgün bir salonda, keyifle izleyiniz efendim, iyi seyirler…
murattolga@gmail.com