Chad Crawford Kinkle’ın 2011’de senaryosunu yazdığı, iki sene sonra da çekimlerini tamamladığı Jug Face, oldukça ilginç bir konuya sahip, her gün rastgelmeyeceğiniz cinsten filmlerden. Jug Face ile tamamen şans eseri rastlaştım, yazın son akşamlarında tüketmek için internette çerezlik korku filmi arayışına düşmesem filmden pek haberdar olmayacaktım. Açıkçası dolaştığım internet kaynaklarının lafına kansaydım filmden koşarak kaçmam gerekirdi, zira karşıma çıkan seyirci yorumları çoğunlukla filmin ne kadar büyük bir zaman israfı olduğu yönündeydi. Gene de filme bir şans vermek istedim, fena da olmadı. Jug Face belli ki yanlış tanıtımın kurbanı olmuş, fevkalade olmasa bile kendine has ve sürükleyici bir film.
Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz
Filmimiz mütevazi ama akılda kalmayı da başaran bir animasyon sekansı ile açılıyor ve bize anlatacağı hikayeden öncesi hakkında bir arkaplan veriyor. Amerika’nın taşra bölgesinde, karanlık bir ormanın derinliklerindeyiz. Ormanda yaşayan küçük bir topluluk, içi çamur dolu bir kuyuya ve içinde yaşadığı inanılan karanlık bir varlığa tapmaktadır. Kuyu topluluk mensuplarına şifa bahşetmektedir, ancak bu şifa bedelsiz değildir. Karşılık olarak belirli aralıklarla kuyuya bir adak adanması zorunludur. Jug Face’in evreninde bu adak işi ise biraz farklı işlemektedir. Kuyunun içindeki varlık bir adak istediğinde topluluğun zihinsel engelli üyesi Dawai’ye bir mesaj iletmekte, Dawai de bu mesaj sonucu nöbet geçirmekte ve bu nöbet sırasında çamurdan bir çömlek yapmaktadır. Dawai, bu çömlek üzerine kimin yüzünü resmederse o kişi topluluk tarafından yeni adak sayılarak kuyu başında kurban edilmektedir.
Bu kısa ama yoğun girişin ardından topluluğun genç kadınlarından Ada ile tanışırız. Ürkek ve sessiz bir kadın olan Ada’nın tüm hayatı topluluk içinde geçmiştir, ormanı sadece babası ile kaçak likör satmak için kasabaya gittiğinde terketmektedir. Ancak kötürüm dedesinin bakımıyla uğraşan ve gündelik ev işlerine koşturan Ada’nın hayatı hiç de basit değildir, genç kadının herkesten gizlediği iki büyük sırrı vardır. Evlenene kadar bakire kalması gereken Ada öz erkek kardeşi ile bir ilişki yaşamış ve bu ilişkiden hamile kalmıştır. Şimdi Ada’nın evlenene kadar bir şekilde bu durumu topluluk üyelerinden gizlemesi gerekmektedir. Saklanan ikinci sır da en az ilki kadar gerilimlidir: Kuyudaki varlık yeni bir adak talep etmiştir ve elçi Dawai’nin hazırladığı çömlekte bu sefer Ada’nın yüzü bulunmaktadır.
Öncelikle Jug Face’in bir korku filmi olmadığı konusunda netleşelim. “Doğaüstü öğeleri bol bir kara film” ya da “karanlık bir peri masalı” diyebiliriz, ama elimizdeki eser kesinlikle bir korku filmi değil. Bu sebeple korku filmi beklentisiyle oturup bambaşka bir şeye rastgelen seyircilerin Jug Face’e nefret kusmaları gayet doğal. Üzerine yapışan korku etiketinden kurtardığımızda filmin aslında masaya yatırdığı meselelerde derinleşmeye çalışan, dramatik çaba barındıran bir iş olduğunu görüyoruz. Bir yanda kendini çamur kuyusundaki gizemli tanrıya adamış, oldukça kapalı bir grup insan, öte yanda bu kapalı topluluktaki hayatına tepkili, tepkili olduğu için de tanrı tarafından ölüme mahkum edilmiş bir kadının dramı söz konusu. Jugface’in kendine has mitolojisi ve kadın karakterin bu mitolojide verdiği savaş aklıma Shyamalan’ın 2004 yapımı The Village’ı getirdi. Kurban edilecek kişinin Dawai’nin yapacağı çömleğe bağlı olarak belirlenmesi ise Amerikan yazar Shirley Jackson’ın (The Hunger Games serisine de ilham kaynağı olan) The Lottery isimli hikayesini anımsatıyor. Anlayacağınız, Jugface’e fırsat verdiğinizde pek çok referansa denk gelmeniz olası, üstelik bunun için çok derin analizlere girmenize de gerek yok.
Ne var ki film bu zengin altyapısını hakkıyla kullanamıyor. Filmin tam olarak ne anlatmak istediğini anladığımı söyleyemem. İlk başta kuyu tanrısına tapan topluluğa karşı bir tepkiselliğin temel meselemiz olacağını, film boyunca müritlerden kaçacağımızı düşünmüştüm ancak film ilerleyen dakikalarda bu tanrının bir batıl inançtan fazlası olduğunu gösterince işler değişti. Belli ki boş hurafelere ve kötü sona ulaşmaya mahkum cehalete cephe almıyoruz filmde, adağını alamadığı için sinirlenen kuyu tanrısının etrafa dehşet saçmaya başlaması ile bu ihtimal ortadan kalkıyor. Peki tam olarak verilmek istenen mesaj nedir? Açıkçası Jugface’in buna yeterince kafa yorduğundan da emin değilim. Elbtte bir mesaj kaygısı taşınmak zorunda değil, ama film elindeki potansiyel ile çok daha görkemli bir işe imza atabilirdi.
Buna rağmen Jugface’i seyrederken zevk aldım, yaratmaya çalıştığı mitolojiyi de beğendim. En çok da bu mitolojideki rol dağılımları ilgimi çekti. Komünitenin peygamberi sayılabilecek olan Dawai’nin filmde en çok hırpalanan karakter olması özellikle ilgi çekiciydi. Bir dini liderin müritler tarafından saygı görmemesi, bilakis yoğun nefrete maruz kalması alıştığımız senaryolara ters bir yapı sonuçta. Sözün kısası, aradığınız kısa ve hafif mistik bir drama ise Jug Face’i seyredin. Büyük aydınlanmalar yaşamayacaksınız, ama ilginç fikirler yakalamanız olası. Yüksek beklentiler taşımadığınız takdirde Jugface kendisine ayırdığınız vakte değecektir.