“Benim tüm filmlerim bir rüyadır. Ben çocuk yaştayken mutluydum, çünkü rüyalarda yaşıyordum. Tek başınaydım ve kukla tiyatroları, sahneler ve kuklalar yapardım. Bazen yaşananları, gerçek olanlarla rüyaları birbirine karıştırırdım. Bu durum annem ve babamla başımı belaya sokardı.”
Öteki Sinema için yazan: Melahat Yılmaz Özberk
Sinema tarihine damgasını vuran yönetmenler genellikle gençlik ve çocukluk yıllarının izlerini taşırlar perdelerine. Bergman çelişkiler ve kısıtlamalar içinde geçen çocukluğunu yansıttı sinemasına. Protestan bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen Bergman için Tanrı ve insanların O’ndan anladıkları her daim içinden çıkılmaz bir karmaşaydı. İnanç, doğru, yanlış, günah, sevap ve görev… Yapımlarında da bu karmaşayı ve kafasındaki soruları bizlerle paylaştı. Perdesinde Tanrı’yla hesaplaştı. Sade ve karanlık bir dille sordu, anlattı. The Virgin Spring onun bu hesaplaşmalarının en önemli yansımalarından biridir.
“Tanrı Odin, gel! Tanrı Odin, gel! Senden bir dileğim var.”
Türkçeye “Kaynak” adı altında çevrilen yapım “En İyi Yabancı Film” dalında hem Oscar hem de Altın Küre ödülüne layık görülmüş, kendinden sonra gelen birçok yapıma öncülük etmiş bir film. Özellikle Wes Craven’in 1972 tarihli “The Last House on the Left” kaynağını bu yapımdan alır. Kaynak aynı zamanda bir tecavüzün bu kadar net gösterildiği ve perdelenmediği ilk yapımdır. Çekimleri Dalarna’da İsveç’in yeşilliğinin çok zengin olduğu bir bölgesinde Mayıs ayında gerçekleşmişti. Tam dört hafta sürdü. Çekimlerin bu kadar kısa sürede yapılmasının en önemli sebebi ise oyuncuların çoğunun tiyatro kökenli olması ve ayın sonunda tiyatrolarına dönmek zorunda kalmaları idi. Bergman’da yılın bu zamanlarında filmlerini çekiyor ve sonrasında tiyatrosunun tozuna geri dönüyordu. Kaynak, gösterime girdiği dönemde gerek vahşet sahneleri gerekse dokunaklı diliyle büyük ilgi gördü ve tartışmalara konu oldu. Bergman sinemasını zirveye yerleştiren yapımların başında geldi.
Filmin öyküsü, bir orta çağ halk baladından esinlenerek Ulla Isaksson tarafından yazılmıştır. 86 dakikalık serüvenin görüntü yönetmeni Sven Nykvıst. İsveç’in paganizmi bırakıp Hristiyanlığı kabullendiği gel-gitli döneminde geçen hikaye, kiliseye Meryem Ana mumlarını götürmek için yola çıkan genç bakire Karin’in vahşice öldürülmesi ve onu öldüren üçlünün şans eseri Karin’in ailesinin evine sığınmasıyla zirveye ulaşır. Kızının elbiselerini bu evsiz üçlünün elinde gören baba adaleti kendi elleriyle uygular fakat sıkı sıkıya bağlandığı yeni dini sebebiyle, yapması gereken ve yaptığı arasında vicdani bir savaşın içine düşer. Babanın dudaklarından dökülen sözler Bergman’ın Tanrı ile olan hesaplaşmasının perdeye yansımasıdır adeta.
“Görüyorsun, Tanrım! Bunu görüyorsun. Bu suçsuz çocuğun ölümünü ve benim intikamımı. Bunun olmasına izin verdin! Seni anlamıyorum. Seni anlamıyorum! Ama yine de senden af diliyorum. Çünkü kendi ellerimi affetmenin başka bir yolunu bilmiyorum. Başka nasıl yaşanır bilemiyorum. Tanrım sana söz veriyorum. Burada ölmüş çocuğumun üzerine yemin ederim ki günahlarımın bir bedeli olarak sana burada bir kilise yapacağım. Buraya yapacağım kiliseyi! Kireç ve taştan… Kendi ellerimle…”
Yapımın oyuncu kadrosu da oldukça güçlüdür. Tiyatro kökenli olan bu ekip Bergman’ın adeta demirbaş kadrosudur aynı zamanda. Töre karakteriyle inanç ve intikam arasında kalan bir babayı canlandıran Max Von Sydow, Karin’in başına gelenlere seyirci kalan, aile tarafından evlilik dışı bir hamilelik yaşadığı için dışlanan Ingeri’yi canlandıran Gunnel Lindblom, dininin tüm kurallarını eksiksiz uygulamaya çalışan fakat kızına duyduğu aşırı sevgiyi dizginleyemeyen anneyi canlandıran Brigetta Valberg oyunculuklarıyla dikkat çekiyorlar.
“Gerçekliği algılamak bir yetenek işidir. Çoğu insanda bu yetenek yoktur ama belki böylesi daha iyidir.” Ingmar Bergman
Tanrı, adalet ve kader insan beynini her daim kurcalayan kavramlar arasında yer aldı. Bergman kendi eserleriyle kafasının içinde dönen sorularını seyircisiyle paylaştı sanat yaşamı boyunca. Çocukluğunda yaşadığı çelişkileri, kızgınlıkları ve kırgınlıkları Tanrı’yı kendi perdesinde sorgulayarak anlattı. İnsanın adalet sistemini ve vicdanını da sorgulamayı unutmadı. İnsan zayıftı, bencildi ve kana susamıştı çoğu zaman. Bergman aslında Tanrı’nın gölgesinde insan doğasını sorguladı. Nasıl inançlarımızdan kolayca vazgeçtiğimizi, değiştirdiğimizi ve çıkarımıza kullandığımızı sergiledi kendi kadrajıyla. The Virgin Spring işte bu sorgulamaların en güçlü olanlarından biri olarak sinema tarihine geçti. Bergman’ı anlamak isteyenler için iyi bir başlangıç serüvenidir bu yapısıyla. İyi seyirler…