Jyu Oh Sei isimli serimizde; Thor ve Rai, Balkan Sistemi’ndeki Juno Gezegeni Kolonisi’nde yaşayan ikizlerdir. Thor’un en büyük hayali; bir gün insanoğlunun yaşadığı ilk gezegen olan Dünya’ya gidebilmektir. İkizler bir gün evlerine döndüklerinde birşeylerin ters gittiğini farkederler. Eve baktıklarında ise, anne ve babalarının öldürülmüş olduğunu görürler. Bu cinayeti işleyen kuvvetler, o anda Thor ve Rai’yi de bayıltır. Onları bir yaşam poduna koyarak, kimsenin varlığından haberdar olmadığı hapisane gezegeni Chimera’ya yollarlar. Chimera, azılı suçluların yaşadığı ve bitkilerin üstün olduğu bir gezegendir. Bu gezegenden çıkmanın tek yolu ise, önce hayatta kalmayı başarmak, sonra da en güçlü yaratıkları yenerek “Jyu-Oh” olmaktır.

blank

2001 yılının başlarında arkadaşlar ile otururken birden ‘’sinemaya gidelim’’ diye bir söz atıldı ortaya. Ne de olsa sinemada ‘’Arnold Schwarzenegger’’ ağabeyimizin ‘’6. Gün’’ adlı filmi var. ‘’Arnold Schwarzenegger’’ olsun taştan olsun deyip sinemaya gitmeye karar verdik. Sinemaya gidip film başladığı andan itibaren ‘’klon-insan’’ kavgasına şahit olduk. Gerçi o yıllarda hangi tv kanalını açarsak açalım sürekli olarak ‘’bilimin artık çok ilerlediğini ve neredeyse insan klonlamanın bile yapılabileceğiyle’’ ilgili haberlere şahit oluyorduk. Hatta bazı ülkelerde koyun klonlamaya bile başlamıştı. Bu haberleri görerek bizlerde ekran başında ‘’Evet, bilim artık çok ilerledi. Artık insanoğlu yeni bir çağın kapısını dayandı’’ diye düşünüyorduk. Bizlerle aynı düşünceye sahip olan ama bu düşüncenin kötü yönlerini, bizlerin gözü önüne sürmek isteyen yönetmen Roger Spottiswoode kameranın arkasına geçerek 6. Gün’ü yönetmeye başlar ve dediğimiz gibi insan-klon savaşını bizlerin gözü önüne sererek gerçek Adam Gibson’ın hangisi olduğuna dair kafamızı allak bullak ederek bizlere şu karışık mesajı verir;

“İnsan klonlamak çağın yeni vebasıdır. Klonlanan insanlar tehlikededir. Bilim olmamalıdır. Kutsal kitaplar hepimize yeter. Bilime, tıbba falan ne gerek var” – Altıncı Gün…

Ve yıl 2007 (gerçi serimiz 2006 yapımı) bir arkadaşım tarafından bana ulaştırılan Jyu-Oh-Sei’ yi izliyorum. Aynen 6. Gün filminde anlatılmaya çalışılan ‘’bilimin insanoğluna getirileri’’ni Jyu-Oh-Sei de işlendiğini anladım ve merakla seyre başladım. Tabi yönetmen Hiroshi Nishikiori, 6. Gün filminden bazı farklılıklar göstererek, Jyu-Oh-Sei serisini bizlerin önüne sermiştir. Farklılıklar demişken isterseniz artık tamamen serimizin üzerine yoğunlaşarak hem bu farklılıkları hem de serimizi iyice bir tanıyalım.

Öncelikle olayların öylesine hızlıca geliştiği bir seriye tanık oldum ki, böylesine bir hikayenin sadece on bir bölüme sığdırılarak kısaltıldığını düşündüm. Seri içerisinde anlatılmak istenen düşünceyi bir kenara bırakarak sadece on bir bölüme sığdırılması, serinin benim açımdan büyük bir eksi almasına neden olduğunu belirterek animemizi giriş yapalım.

Tanıtımda da belirtildiği gibi Thor ve Rai, insanlar tarafından bilinmeyen bir gezegen olan Chimera’ya gönderilmiştir. Ama nedendir bilinmez Thor bu bilinmeyen gezegene çok çabuk ayak uydurur. Henüz on bir yaşında olmasına rağmen, rahatlıkla kılıçla birini öldürebiliyor, eline belki de ilk defa aldığı silahı ustaca kullanabiliyor, hatta kardeşini bu bilinmeyen gezegende kendisine ayak bağı olmasından korktuğu için öldürmeye bile kalkışıyor. Gezegenden kurtulabilmek için ‘’Hayvan Kral’’ olması gerektiğini öğrenmemizden önce bile kendisi zaten tabiri yerindeyse yaptıklarıyla bir ‘’Hayvan Kral’’ olma yolunda ilerliyor. Ama ikinci bölüm başladığı zaman birden biri Thor kendini çelişkiler içinde buluyor. ‘’Hayvan Kral’’ olma yolunda ilerlerken birden kendini frenlemeye çalışıyor fakat kısa bir süre sonra mağarada yaşayan Colin den gerçekleri öğrendikten sonra kendini istemeyerekte olsa yine ‘’Hayvan Kral’’ olma yoluna adıyor. Tabi tekrardan bu yola çıkmasını ateşleyen ‘’Üçüncü’’ karakterini unutmamak gerek. Ama Thor bu yola yine her zaman ki gibi ‘’sorgulayıcı’’ tavırla giriyor.

Üçüncü demişken, biraz da Thor’un ‘’üçüncü’’ karakteriyle olan tutumuna değinelim. Thor dediğimiz gibi sürekli olarak olaylara sorgulayıcı gözle bakıp çözüm aramasına rağmen nedense üçüncünün kararlarına, görüşlerine, fikirlerine hep boyun eğiyor. Bir nevi zirve kendisi değil üçüncü oluyor. Ama neden sürekli olarak kendi kararlarını kendisini vermesi gerektiğini savunan Thor böylesine üçüncüye boyun eğmiştir? Seri içerisinde çözüm bulamadığım, kafama takılan birçok sorudan yalnızca biriydi bu. Sorular demişken, üçüncünün, toprak çetesi kalesinin altında (hologramından dünyaya baktığı oda) tamamen teknolojik aletlere bulunduğu oda da neyin nesiydi? Belki de aklıma bu denli çok sorunun takılmasının tek nedeni, serinin başta da belirttiğim gibi bu denli hızlı geçmesi de olabilir. Neyse dediğim gibi seride cevabını bulamadığı birçok soru daha var, en iyisi soruları bir kenara bırakıp serimize geri dönelim.

Serimizde kendisini tanrı gibi gören, insanlığın yaşamasının tek yolunun bilimin tüm imkanlarını kullanarak kendi kurduğu sisteme bağlı olduğuna inanan ve bu sistemin çalışması için bazı insanları birer kobay gibi kullanmayı bile göz önüne alan bir bilim adamına şahit oluyoruz. Kurmuş olduğu sistemse tamamen insanlık dışı bir sistemdir. Belki de Chimera gezegeninde en güçlü insana ‘’hayvan kral’’ denmesinin nedeni de budur. Bu sistem, gezegende insanlar birbirlerini öldürmesine göz yumarak en güçlünün kalmasına kadar süren bir savaş üzerine kurulmuştur. Yönetmen serisinde dile getirdiği bu sistemle bizlere, bilimin kötü yönlü kullanılarak tıpkı Soldier ve Universal Soldier filmlerindeki gibi insanların yobazlaştırılarak nasıl birer kobay olduğunu göstermeye çalışarak bilimin insanlığın yararına kullanılması gerektiğini ve ne olursa olsun bir insanın bilim için kobay olmaması gerektiğini anlatmaya çalışmıştır.

Serimizin finalinde ise kendisini insanlığı kurtuluşa götürecek olan tanrı olarak gören bilim adamının çöküşüne şahit oluyoruz. Öyle ki kendi kurduğu sistem bir nevi kendi kuyusunu kazıyor. Musa bitkisi birden filizlenerek topların çekirdeklere ulaşmasını engelliyor. Belki de burada yönetmen, ilahi gücün ne olursa olsun insanların yanında olduğunu anlatmaya çalışıyor da olabilir.

Özetle, serimizi anlatmaya yetecek olan kelimeler aslında ilk ve son bölüm isimlerinde (kader ve umut) gizli. Kader daima insanlara ağını örer ama ne olursa olsun daima umut içinde yaşayıp yarına umutla bakmayı bilmeliyiz.


Bu yazıyı gerçek Sinemaseverlerin buluşma yeri DivxPlanet’in kıymetli Anime takipcilerinden Zisxiri yazdı. Divx Planet üyeleri, yazıyı ve alt yorumlarını buradan da takip edebilirler.

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Laputa Castle In The Sky (1986)

Hayao Miyazaki imzalı efsanevi anime Laputa Castle In The Sky,
blank

Mononoke-Hime / Princess Mononoke (1997)

Her şeyi kenara bırakıp neler kaybettiğimizi bir kez daha, bu