Mel Gibson kafaları karıştırmaya devam ediyor. Ünlü yıldız bir yandan yönetmenlik kariyerinin en iddialı işlerden biriyle izleyici karşısına çıkmaya hazırlanırken, bir yandan da yaşlanmış bir aksiyon starı olarak dibi bulmaya çabalayan bir oyuncu görünümünde. Bakalım hangisi galip çıkacak?
Hollywood’un son 40 yılda gördüğü en büyük yıldızlardan biri olduğuna şüphe yok Mel Gibson’ın. Onu henüz genç bir Avustralyalı oyuncuyken çektiği filmlerden beri (Gallipoli, Mad Max vs.) takip ediyoruz ve kimi hatalı seçimlerine rağmen (Air America, The Patriot gibi filmler örneğin) sağlam adımlarla inşa ettiği kariyerine kefiliz. Üstelik yönetmenlikte de iddiasını konuşturmuş, hem Oscar’lar almış (Braveheart toplam 5 Oscar almıştı) hem de gişede kendini ispatlamış (The Passion of the Christ 650 milyon dolara yakın hasılatıyla gelmiş geçmiş en başarılı bağımsız filmlerden biriydi) bir isim Gibson.
Ne var ki onun asıl derdi bir türlü tutamadığı dili. Elbette dil kalbin aynası ama biliyoruz ki Hollywood’da sırf oyunu doğru oynamak adına ne riyakarlıklar dönüyor ve ne kalpazanlar yürekler sırf kendini gizlemeyi bildiği için ne primler yapıyor. Ama Gibson öyle değil. 2006’da bir trafik çevirmesinde (içkiliyken elbette) “S..tiğimin Yahudileri.. Dünyadaki bütün savaşların sorumlusu Yahudiler” diye bağırdığı için büyük tepki toplamış ve ardından önde gelen Yahudi liderleriyle bir araya gelerek bir özür röportajı vermişti. 2006‘dan beri sadece 6 filmde rol aldığının farkında mısınız Mel Gibson’ın? Bunların içinde sadece Edge Of Darkness bir stüdyo filmi, diğerleri ya küçük bütçeli bağımsız işler (The Beavar, Get The Gringo) ya da içinde kaybolup gittiği kalabalık kadrolu maço aksiyonlar (Expandables 3).
Bir zamanlar Lethal Weapon serisiyle dünyanın altını üstüne getirirken birlikte çalıştığı Shane Black (ilk filmin senaryosunu, ikincinin hikayesini yazmıştı Black) ünlü aktörün Hollywood’da kara listeye alındığını iddia ediyor ve kariyerinin tepetaklak gitmesini buna bağlıyor. Gibson’ın artık bağışlanması gerektiğini düşünen Black şöyle demiş hatta bir röportajında:
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
“Her zaman Mel Gibson’ın büyük bir hayranı oldum, sadece oyuncu olarak değil, çok da iyi bir insandır bence. İnsanların sarhoşken söyledikleri şeylerden ötürü sorumlu tutulmalarının doğru olmadığını düşünüyorum, çünkü her şeyden önce sarhoşken insan bilerek saldırganlaşır. Sarhoşken sizi kızdıracağını bildiğim şeyleri söylerim ve karşı tarafta sebep olduğum yıkımı izlemekten zevk alırım. Sarhoşlar böyledir. Sarhoşken hiç de iyi olmayan çok insan tanıyorum ve bunu güvenmiyorum.”[/box]
Önümüzdeki aylarda vizyona girmesi beklenen 2. Dünya Savaşı draması Hacksaw Ridge 10 yıl aradan sonra Mel Gibson’ın yönetmen olarak çektiği ilk film. Başrolünü Andrew Garfield’ın üstlendiği film yaşanmış bir olaydan hareketle çekildi ve tek başına 75 kişinin hayatını kurtararak Şeref Madalyası alan vicdani retçi bir doktorun hikayesini anlatıyor. Filmin arkasında yine büyük bir stüdyo yok ve normalde çok daha büyük bir bütçeyle çekilmesi gereken hikaye 55 milyon dolar gibi orta ölçekli bir bütçeyle kotarılmış. Gibson’ın kariyerinde bir fark yaratır mı, ünlü yıldız artık affedilmiş midir derseniz, bunları önümüzdeki dönemde göreceğiz ve mesela film ve Gibson Oscar’a aday gösterilirse kara listeden çıkarıldığını anlayacağız.
Kan Bağı’na (Blood Father) gelecek olursak… Maalesef hem Mel Gibson eski günlerinden uzak (en azından görünüş itibariyle), hem de film günümüz aksiyon sinemasından. Gerçi günümüz aksiyon sineması büyük oranda çöplükten ibaret ama hala The Nice Guys, Mad Max: Fury Road, Sicario gibi kimi sağlam örnekler mevcut ve Gibson’ı da böylesi örneklerde görmek isterdik doğrusu. Kan Bağı ne yazık ki karakterleri yarım yamalak, entrikası zayıf, inandırıcılık konusunda bile kendini zora sokmayan, üstelik yönetmenlik adına da düşük seviyede bir film. İzledikten hemen sonra unutmaya başlayacağınız, hiç bir anını ya da sahnesini dost sohbetlerinde gündeme getirmeyeceğiniz vasat altı bir iş. Mel Gibson’ın devasa kariyerine hiç yakışmıyor anlayacağınız.
Katılmıyorum. Gayet güzel bir filimdi. Lakin bazı film yıldızlarının (Nico Cage gibi) düşük bütçeli ve başarısız filimlerde oynamaları veya oynamak zorunda kalmaları üzücü. Bir yorumda Cage için “Her halde büyük miktarda kumar borcu var. Onun için önüne gelen filimde oynuyor” diye yazmıştı. Gibson, Russel Crowe, Bruce Willis gibi bizim yaşın (ben 43 yaşındayım) efsanelerinin bugün düştükleri durumlar üzücü. Hele Bruce Willis… Son yıllarda onun baş rol oynadığını yazan ve fakat sadece filimde kıytırık bir yan rol verilen bir çok film çıktı. Yazık…