Kaptan Feza’yı izlemek için gittiğim sinema işletmesinin 8 salonunda gösterilen filmlerin 4’ünün yerli üretim olması, ülke sinemasının sektörleşme çabaları açısından umut verici… Son yıllarda vizyona giren bazı düşük maliyetli yerli üretimlerin umulmadık sayıda izleyiciye ulaşması sinemaya para yatıranları cesaretlendirdi, fakat hızlı üretimden kaynaklanan sıkıcı işler ve çoğu filmin sırtını TV şöhretlerinin genel geçer popüleritesine bağlıyor olması, ilerleyen zamanda seyircinin yeniden kendi sinemasına sırt çevirmesi ile sonuçlanabilir ve bu daha önce de yaşanmıştı.
Türk sineması adına içimde yeşeren bu umut ne yazık ki salona girdiğimde karşılığını bulamadı. Kocaman ve şık bir salonda ancak bir ev izlencesindeki samimi arkadaş grubunun sayısına ulaşabilen seyirci ile Kaptan Feza’yı izlemeye koyulduk.
Film, Bütçesiz bir Yeşilçam B’si olan Kaptan Feza’da başrol oynamaktan başka başarısı olmayan, çoktan unutulmuş babasına tıpatıp benzeyen ve babası gibi bir “kaybeden” olan Ömer’in bugünkü yaşamını konu alıyor. Ömer’in, 6 yaşında küçük bir kız çocuğu olan Asu ile yollarının kesişmesi ve kızın onu gerçekten uzay kahramanı Kaptan Feza zannetmesi ile başlayan senaryo aslında bir mafya tetikçisi olan Ömer’in küçük kızın hayallerini yıkmamak için bir uzay kahramanı gibi davranması ile devam ederek, 24 saat içinde gerçekleşen dramatik bir hikayeyi anlatıyor.
Senaryo ve yönetimini hakkında çok şey yazılmış ve yazılacak olan değerli sinemacı Ümit Ünal’ın gerçekleştirdiği Kaptan Feza oldukça ilginç bir besleme içeriyor; Bir zamanlar yüksek miktarda B filmi üretmiş Türk sinemasının neden bu alandaki mayalanmış zenginlikten faydalanamadığını merak eder dururum. Elbette eski zamanların duygusunu taklit eden bir B bir filmi yapmak günümüz şartlarında anlamsız fakat kendini ciddiye alan bir senaryonun içine yerleştiğinde, özellikle benim gibi bu janrın meraklısı olan seyirci için müthiş bir etki yaratabiliyor.
Bu B teması, aynı zamanda filmin zaafı da olabilir çünkü yeni sinema seyircisinin bu notaların yarattığı duygusal birikime sahip olduğunu düşünmüyorum… Tüm dünyada sinemaya giden izleyicinin büyük çoğunluğunu artık gençler oluşturuyor ve megabütçeli yabancı işlerde gördüğümüz üzere, artık film yaparken 13-20 yaş arası seyirci hedefleniyor. Giderek hızlanan popüler kültürün “sadece önündekini ye…” şartlamasıyla sunduğu üretimlerden sonra, Kaptan Feza’ya ilham verdiğini düşündüğüm kült olmuş Leon ve fonunu oluşturan 50’ler B filmlerinin bu seyirci tarafından filmin yapmak istediği şekilde algılanabileceğini düşünmüyorum ne yazık ki… Yukarıda genellediğim seyirci filme kasıtlı olarak yedirilmiş olan “ucuz” havanın bir kusur olduğunu düşünecek ve buna göre yargılama getirecektir. Yazıyı okuyan seyircinin bunu bir aşağılama değil de acıklı bir tespit olarak görmesi gerektiğini de ayrıca belirtirim.
Kaptan Feza, Ümit Ünal’ın diğer filmlerinin aksine, sanki inadına yapılmış bir gişe filmi… Bunda hiçbir sakınca yok fakat bu açıdan bakıldığında filmin kusuru, popüler bir oyuncuyu barındırmıyor oluşu… Kim ne derse desin eğer bir gişe filmi yapıyorsanız seyircinin ilk anda tepki vereceği bir oyuncuyu kullanmak zorunlu olabiliyor. Türk sinemasının bu anlamda çok verimli olduğu söylenemez… İsmiyle seyirciye bilet aldıran sadece bir kaç oyuncu var ama bir örnek vermek gerekirse Ömer karakterini 10 yıl önceki haliyle Şener Şen’in oynadığını düşünün…
Bu demek değil ki filmin oyuncuları kötü ya da yetersiz! Ümit Ünal’ın sinema yapmak üzere varolan azminin hepsi ayrıca kıymetli oyunculara da geçtiğini ve Ahmet Mümtaz Taylan başta olmak üzere herkesin elinden geleni yaptığını söylemeliyim. Sinemamızın en büyük sıkıntısı olan aslında oyuncu olmayan insanlardan kaynaklanan figürasyonun acemiliği ise bu filmde de hoşgörülen bir kusur olarak duruyor notunu düşmek kaydıyla tabii. Candan Erçetin’in müzik direktörlüğünün ve seçimlerinin filmin popülaritesine olumlu etki yaptığını ve duygusuna kıymet kattığını da eklemeli…
Zurnanın zırt dediği yere gelirsek eğer; üzülerek yazıyorum, 2010 yılına geldiğimizde bile hala eli yüzü düzgün ve gerçekten stilize bir aksiyon çekemiyoruz. Elin oğlunun 3. sınıf bir TV filmi için akla zarar sahneler çekebildiğini gören bir sinemasever olarak bunu da sektörleşememeye ve düşük üretime bağlıyorum. Uzakdoğu sineması ve özellikle Hong Kong’lu yönetmenlerin yıllarca Hollywood’u taklid ederek sonunda onlara bir John Woo hediye etmesi durumu umarım bir gün bizim sinemamıza da kısmet olur. Kaptan Feza’da da aksiyon açısından bakıldığında sadece bütçe ile açıklanamayacak bir olmamışlık var ne yazık ki… Burada filmin kaderinin Onur Ünlü’nün Polis filmi ile kesiştiğini söylemek mümkün…
Bu aksiyon zaafiyetini sadece Kaptan Feza’nın sırtına yüklemek adil olmaz elbette. Hepimizin çok sevdiği ve bağırına bastığı Eşkiya’nın çatı sahnelerini hatırlayın. Aynı sakillik orada da vardı ve burada da var. Bu sahneleri işinin profesyoneli olan bir ekip çekmediği ve bu konuda uzmanlaşmış bir kurgucu hazırlamadığı sürece mahalle de dekmancılık oynayan çocuklar gerçekliğinden kurtaramacağız sanırım. Fakat tüm sakarlığına rağmen samimiyetinden olsa gerek yine Polis filmi gibi zaman içinde, Uzakdoğu avantürleri ve B filmi sevenler tarafından kutsanacak ve kültleştirilecek bir film Kaptan Feza…
Son duygu ve düşüncede Kaptan Feza tüm olmamış yanlarına karşın sinema yapmak isteyen bir senarist/yönetmen ve oyuncu ekibinin samimi işi olarak karşımıza çıkıyor. Eğer dillere pelesenk olmuş “Türk sinemasına destek verelim…” sözünün bir anlamı varsa o desteği en çok hakeden filmlerden biri… Eğer filmin nostalji ile yoğurulmuş duygusal teklifini kabul ederseniz benim gibi epey keyif de alabilirsiniz. Bu filmi ille de birine ithaf etmek gerekirse 60’lar, 70’ler Yeşilçam’ında Casus Kıran, Maskeli Şeytan ve Killink serileri gibi çılgın filmler çekmiş Yılmaz Atadeniz’in en uygun isim olduğunu da eklemek isterim.
ilk yayınlanma: http://beyazperde.mynet.com/sinekritikdetay/2108