Televizyonu açmış Avrupa’yı resmen kasıp kavuran çiftçi eylemi haberlerine bakıyordum, emekçilerin ellerinde yükselen dev bir pankarta gözüm takıldı. İnternet sağ olsun, şu Felemenkçe yazıyı (Flamanca da olabilir), güzelce çevirsin bakalım uygulama dedim, hani kedi gibi meraktan ölmemek için. Aşağı yukarı Türkçesi şöyleydi; “Bizim sonumuz, sizin açlığınızdır!” Harbi harbi sağlam lafmış ha! Hemen herkesin tüketici olduğu toplumda, üretici yoksa ya birbirimizi yiyeceğimizi ya da açlıktan öleceğimizi muştuluyorlar işte, daha ne olsun? Hah! Unutmadan geçen hafta açıklandı, Türkiye’deki resmi verilere göre kayıtlı çiftçi sayısı son beş yılda yaklaşık yüzde 29, son 10 yılda ise yüzde 55 civarında azalmış. Haliyle tarım alanları da sizlere ömür, son 19 yılda yüzde 12 gerilemiş bile. Tarım ülkesinden nerelere geldik, sahiden pes!

Yok, bu bir tarım yazısı değil. Kımıl zararlıları ve hububat fiyatları gibi meselelere girecek mecalim de yok, hem anlı şanlı Z ve Alfa kuşakları aşkına, bunları izah etmek de zor olur. Meseleye dalmak için hazırlık yapıyordum sadece. Neyse hızlanayım ve Avrupa’yı geçip Almanya’ya odaklanayım. Anlatacağım filmin adı Kara Kafa, yerli işi bu yapıtın tam 45 yaşında olduğunu belirteyim öncelikle. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yanmış, yıkılmış ve yetişkin nüfusunun önemli bir bölümünü kaybetmiş olan Almanya, ekonomik bir mucizeye imza atmakta gecikmedi elbette. Lakin iktisadi kalkınma için ücretli kölelere, pardon işçilere ihtiyaçları vardı. Ve 30 Ekim 1961’de Almanya ve Türkiye arasında “İşgücü Anlaşması” imzalandı. Almanya, sadece Türkiye ile değil, İtalya, İspanya, Fas ve daha başka birçok ülkeyle masaya oturdu ve ilk önce misafir dediği, sonra kalıcılaşan işçileri ülkesine doldurdu.

Özellikle ilk kuşak, haliyle büyük zorluklar yaşadı, Anadolu’nun bozkırından Almanya’nın fabrikalarına ışınlanıp, kültür şokuna düşmemek ne mümkün. Sonradan Mark ve elbette yoğun emek sağ olsun, tatile gelmeye başladılar manda kasa Mercedesleri ile ve biz X kuşağı yeniyetmeleri, birçok şeyi gurbetçi çocuğu akranlarımız sayesinde tanıdık. Buluğ çağında ufkumuzu genişleten porno dergiler de buna dahil! Hatta biraderle bana Adidas Torsion getirmişti aile dostları ta Alamanya’dan, harbiden gösterişli bir kütük gibi, bilekli, beyaz üzerine mavi üç çizgili. Havalı havalı dolaşıyoruz, spor mağazası sahibi seslenmişti bize, “Hopppp gençler, bana satsanıza ayakkabılarınızı, Mekap ve Esem Spor’un işgal ettiği vitrinimi süslesinler” diye. Öylesi bir yokluk hali, gurbetçi bizim çağın çok ötesinde, espri anlayışları ve güldükleri şeyler bariz geriden geliyordu, o ayrı. Bizim çoktan tükettiğimiz şeylere, bozuk Türkçeyle birilerinin hala gülebilmesi, teknoloji sizde, mizah bizde demek miydi, pek emin değilim. Sadece züğürt tesellisi, yani belki.

blank

Yönetmen Korhan Yurtsever’in 1977 yapımı işi Fırat’ın Cinleri filmini, 1979 yılında çektiği Kara Kafa’dan daha çok beğenirim, öncelikle bunun altını çizeyim. Sansüre uğrayan ve haliyle kayıplara karışan Kara Kafa’nın yeniden doğması ve seyirciyle buluşması, filmleri, kitapları, görüşleri, fikirleri yasaklayan zihinlerin, zamanın ruhuna göre şekil aldığını kavramamıza vesile olur umarım. Çünkü filmi izleyince, bu fazla didaktik ve komik dedi bir genç arkadaş, yani egemenleri korkutan şey, sürekli değişiyor, dönüşüyor, ona göre pozisyon almalarını sağlıyor. Bugün yasaklanan şeyler, misal 40 yıl sonra serbest kalacaktır, yeni bir sansür öznesi ve nesnesi bulana dek insan.

Nazi Almanya’sında yaşayan sıradan insanların, faşizmden bir anda vazgeçip çiçek gibi bireyler olduklarına inananlara, az kullanılmış uzay mekiği (köprü satmaktan sıkıldım) dahi kakalayabilirsiniz. Bu üstün ırk safsatası, elbette çocuklara, torunlara geçti, kimi dazlak olup kendini belli etti, kimi sinsi sinsi işini bildi. Elbette herkes için geçerli değil, gerçek anlamda eşitlik, adalet ve özgürlük isteyenlere lafım yok. Şimdilerde eski Almanya gibi davranan İsrail’e kucak açmaları, barış isteyen Yahudileri bile “anti-semitik” olarak suçlamaları, artık saçma sapan bir yere doğru evrilmekte, git gide.

Evet, Başka Ülke Yok (No Other Land) adlı belgeseliyle, 74. Berlin Film Festivali’nde Berlinale Belgesel Ödülü’nü kazanan İsrailli sinemacı ve gazeteci Yuval Abraham, törende acil ateşkes talep edip, Filistin ve İsrail arasındaki eşitsizliğin son bulması çağrısı yapınca, bir anda günah keçisi ilan edildi. Kim tarafından mı? İsrailli yöneticiler ve Alman politikacılar tarafından elbette. Ve devamında Kudüs’teki evi, aşırı sağcı vatandaşları tarafından sarıldı ve ailesi tehdit edildi. Ülkesine dönemedi, barış istedi diye.

13. Uluslararası Suç ve Ceza Filmleri Festivali’nde seyrettiğim Erol Afşin’in yönettiği Yanıyor (Es Brennt / It’s Burning) adlı filmde, Almanya’da yaşayan Arap asıllı bir ailenin başına gelen gerçek olaylar anlatılıyordu. Mutlu bir yaşamları olan Emel, Ömer ve oğulları Ahmet’in, Franz adındaki bir ırkçı Alman ile rastlaşınca hayatlarının kararmasına şahit oluyorduk. Gerçek yaşanmışlık olunca, spoiler da haktır diyerek, olay yerine gelen polisin, bıçaklı Alman’a değil de karısı gözlerinin önünde katledilmiş olan suçsuz ve masum Arap kocaya ateş etmesi, ırkçılığın bir kod meselesi olduğuna ispat değil midir? Kara kafa algısı budur, sarışın kafadan farklı olduğu için düşman olmak da mübahtır, hâkim zihniyet tam olarak budur.

Bu ekseriyetle fakir “kara kafalar” içindir, misal Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier resmi ziyaret için gittiği Katar’da yarım saat uçak kapısında bekleyebilir, çünkü petrol, çünkü zenginlik, çünkü çıkarlar, tüm renklerin üstündedir. Para sen nelere kadirsin!

blank

Benzer zorluklar ve acılar, insanları birbirine yaklaştırır. “Gurbette yorgun düştüm be ceylan, hasret tüketti bittim be ceylan” sözlü Ayna şarkısı yanlış olacak değil ya. Mavra bir yana, hem kökünden kopmak hem de başka bir yerde kök salmak zorunda kalmak, kabul buyurun bela bir durum. Üstelik bir emekçinin uyanışı, ayağa kalkışı ve örgütlenme ihtiyacı bir anda oluşmaz, gelenek, görenek, kader kıskacındaki köylerden getirdiği her ezberi unutup hakkını arayan proletarya bilincine ulaşmak, sahiden meşakkatli bir yol demektir. Sınıf bilinci ve hatta sınıf kini ve devamında emekçinin “devrimcileşme” süreci, egemen toplumların en büyük endişesidir. Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (RAF) bir avuç eylemcisi, aklını aldı yıllarca Almanya’yı yöneten gücün, hatta geçenlerde 30 yıldan uzun süredir aranan eski RAF üyesi Daniela Klette (65), Berlin’de yakalandı. Oh demiştir artık sistem, polis üç firarinin peşindeydi, vatandaşlara yaptığı çağrıya 250’den fazla ihbar gelmişti. Öyledir dünyanın her yanında, halk kendi için çabalayanlara asla aldırış etmez, ötesinde muhbirlikten çekinmez, gönüllü olarak hizmet ettiği yüce ve kutsal çarkın, bir an önce onları yok etmesini ister.

Kara Kafa’da oyunculukların büyük bölümü kendi kendine takılıyor, sanırım o yıllarda oyuncu yönetimi pek matah bir şey değildi. Beylik lafların çığ gibi kopup gelmesi, öğretici olandan nefret eden seyirciyi haliyle gerebilir, bir ihtimal. Kadın hareketine, işçilerin emek kavgasına, politik mücadeleye sırt çevirmeyen bu özgün işçilik, nevi şahsına münhasır sinema örneğidir dersek, inanın abartmış olmayız. Yazgıları birbirlerine hayatın görünmez ipleriyle bağlanmışların, bir anda aydınlanma yaşaması ve hayatı, sistemi ve hemen her şeyi sorgulaması, gerçeklikle ne kadar uyuşur bilinmez. Teoriyi bol kepçe tutunca, kuşkusuz zavallı pratik de sallanır, heyhat!

MUBI Türkiye’de halen gösterilen Kara Kafa’nın öyküsünü açalım biraz, Almanya’nın Duisburg kentinde çalışmaya giden Cafer, bir müddet sonra (beş yıl kadar) karısı Hacer ve çocuklarını da yanına alır. Köylü bir ev kadını olan Hacer, terzi olarak çalışmaya başlayınca hopppp bilinçlenir ve düzeni kıyasıya sorgulamaya başlar. Ancak eşini, işini ve kadın-erkek ilişkilerini didikleyen Hacer, evde devletten gizledikleri, okula göndermedikleri ve bebek bakımını yükledikleri kızı Zeynep konusunda pek mücadele etmez. Ataerkil düzeni bozmak isterken, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu denebilir, yanlış da olmaz hani.

Neyse başa dönelim yine, yedi kişilik Sansür Kurulu filmi seyredip oybirliği ile fantastik bir yasaklama gerekçesi bulurlar. “Film, dost ülke Almanya’nın onuru ile oynadığı için hem Türkiye’de gösterimi hem de yurt dışına çıkarılması yasaktır”, bak şu ileri zekaya bak, şeytana pabucunu ters giydirirler, haberi olmaz. Uzun lafın kısası, böylesi deneysel bir filmin herkes tarafından mutlaka seyredilmesi gerektiğine inanıyorum. Hiç değilse, başına gelen onca badirenin hatırına. Ne dersiniz?

Öteki Sinema için yazan: Alper Turgut

blank

blank

Alper Turgut

Adana’da doğan Alper Turgut, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun oldu. Sinema üzerine yazmaya 2006 yılında başlayan ve 2009’da Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) üyesi olan Turgut’un film eleştirileri, Cumhuriyet, Evrensel, Birgün gazetelerinde yayımlandı. Alper Turgut, şimdilerde Öteki Sinema ve Gazete Kadıköy’de sinema üzerine anlatısına devam ediyor.

1 Comment Leave a Reply

  1. Alper bey merhaba, film hakkındaki tanıtım yazınız güzel. İnsanı fragman izleme ihtiyacı olmadan filmi izlemeye teşvik ediyor. Yazı içinde şöyle bir cümlenize itirazım var.” Lakin iktisadi kalkınma için ücretli kölelere, pardon işçilere ihtiyaçları vardı.” İktisadi kalkınma için işçilere ihtiyaç muhakkak var ancak kalkınmanın son halkasına bu kadar kutsal ve büyük anlam yüklenmemeli. İş-işçi-işveren karşılıklı kabulü yapılmış bir akit içinde çalışırlar aksi söz konusu olamaz. Hele ücretli köle dediğiniz zaman sadece işçi sınıfına güzel görünmek amacı güttüğünüz düşünülebilir. Günümüzde en çok alkışı bu tutum alıyor gibi düşünülse de nüfusunun %90’ının işçi olduğu bir ülkede İşçi partisinin %2 oy alamaması aslında işçinin kendisiyle ilgili kölelik gibi bir derdinin olmadığı ortaya çıkar. Türk Sinemasını batıran şeylerden birinin de ”patron” düşmanlığı olduğunu söyleyebilirim. Türk sanayicisi ve patronajına Türk Sinema tarihinde her filmde sövülmüştür. Bunun Amerika ve Avrupa’da pek örneği yoktur. Oralarda sanayiciler sponsor olarak kullanılıp sinemada ileri gidilmiştir. Biz de ise topluma 40 yıl ahlak dersi veren sinemamız iktisadi olarak tıkanınca sinemacılar (tabirimi maruz görün) ”pornocu” olmuşlardır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Robinson Crusoe on Mars (1964)

İşte Öteki Sinema severlerin kayıtsız kalamayacağı bir eski zaman bilim
blank

Kan ve Gözyaşı: John Wick: Chapter 2

John Wick 2, Keanu Reeves’in ilerleyen yaşına rağmen gençlere taş