blankSinemada film izlemenin hazzı bambaşka. 1977 yapımı “Suspiria”yı 40 yıl sonra sinemada izlemenin hazzı ise kuyruklu yıldıza denk gelmek gibi bir şey. Korku sinemasının en klasiği en renklisiydi ya, gece seansına bilet almak lazımdı. Koltuğa yayılıp, tek tük fanatikle birlikte, usulca izlemek lazımdı. Filmi ve mısırları sindire sindire yani. Bu şans öyle her zaman ele geçmezdi çünkü. İşte restore edilerek aramıza katılan Kara Kraliçe ve onun hırıltılı horlamasıyla yeniden buluşmam böyle oldu. Bir AVM sinemasında, gece 12 sularında, seyircilerden bir kısmının ortasında terk ettiği, kalan kısmının ise filmi izlerken zevkten dört köşe olduğu bir salonda. Çünkü o, tüm zamanların en iyi korku filmlerinden biriydi. Hala öyle…

Korku sinemasının en önemli yönetmenlerinden Dario Argento’nun başyapıtı “Suspiria”; 40. yılı şerefine 35 mm negatiflerden yeniden restore edildi ve ülkemizde de birkaç sinemada gösterime girdi. Üstelik de sansürsüz görüntü ve ses kopyasıyla. Bu, kırmızının tonlarından oluşan harika bir renk ziyafeti ve İtalyan progressive rock grubu Goblin’i cızırtısız dinlemek demekti. Işık oyunları ile sinema salonunun da aydınlanıp kararması, çığlıkların dört bir yana dağılması, kim bilir belki bu duvarların ardında da bir şeyler oluyordur hissinin uyanması, gözlerin beyazperdenin bir yerlerinde mavi süsen araması demekti. Çünkü Suspiria etkisi, dört bir yanı saran bir şeydi. Bu filmi bu kadar iyi yapan şeylerden biri de buydu. Helena Markos hala yaşıyor olabilirdi.

Dario Argento’nun karısı Daria Nicolodi’yle birlikte yazdığı “Suspiria”; bir dans akademisindeki, ucu cadılığa varan, gizemli olaylar ve cinayetler zincirine dayanıyor. Amerikalı bale öğrencisi Suzy Bannion, yağmurun fırtınaya karıştığı bir gecede Tanz Dans Akademisi’nde eğitim görmek için Freiburg’a gelir. Akademiye kendini atmaya çalışırken bir kızın anlamsız kelimeler söyleyerek kaçışını ve ormanda kayboluşunu izler. Bu, karşılaşacağı tuhaf olayların sadece ilkidir. Bu öğrenci kanlı bir şekilde öldürülür, akademinin piyanisti köpeği tarafından boğazlanır, okulu kurtçuklar sarar, geceleri muhtelif yerlerde ayak sesleri ve hırıltılar duyulur. Son derece katı kuralları olan bu dans akademisinde bir şeyler yolunda gitmemektedir. Suzy işin aslını araştırınca bu okulun aslında eski bir coven yani cadı meclisi yuvası olduğunu öğrenir. Ve ayinler hala devam etmektedir…

blank

Bir süredir sinemada korku filmi izlemenin amacı çok korkmak. Eğer bir film yeterince korkutmuyorsa tatmin de etmiyor. Bu yüzden eski filmler sadelikleri ve “artık korkutmayan” tarzlarıyla pek tutulmuyor. (Konunun fanatiklerini konu dışı tutuyorum.) Ama “Suspiria” farklı. O, öyle bir film ki bir 40 yıl sonra yine aynı heyecanla izlenebilir. Bunun sebebi de tam dozunda verilen doğaüstü öğeler, şiddet, kan ve gizem. Bir de görüntü yönetmeni Luciano Tovoli’nin yarattığı karanlık ve masalsı dünya. Geometrik şekiller, mavi ve kırmızının dansı, yakın planlar… Üstüne bir de oyunculuklar eklenince “Suspiria” tüm dönemlere hitap ediyor işte. Ben yine şehla ve (zaten sırf bu yüzden seçilmiş) büyük gözleriyle rolüne çok yakışan Jessica Harper’ı, gençliğinde inanılmaz hoş bir kadın olsa da filmde dominantlığıyla bizi gerçekten korkutan Alida Valli’yi, tam da sinsi supreme’lere yakışır zarafetiyle Joan Bennett’i çok tuttum. Bir de Goblin’in heyecanı sürekli dorukta tutan müziği, filmi gözlerimi kırpmadan izletti. Size her türlü duyguyu tattıracak, korkutup adrenalin seviyenizi yükselttikten sonra salondan içi boş bir teneke gibi çıkmayacağınız, ruhunuzun beslendiğini hissedeceğiniz bir korku filmi “Suspiria”. Sadece cadıların gerçekliğini sorgularken bile kendinizi bir araştırmanın eşiğinde buluyorsunuz. Sinemanın büyüsü gerçek, cadılar uçuyor, “Suspiria” 40 yaşında. Kurtlu olsun!

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]

Madem 40. yılındayız, işte “Suspiria” ile ilgili bazı enteresan bilgiler:

  1. Daria Nicolodi bu hikayeyi yazarken büyükannesi Yvonne Müller Loeb’in başına gelenlerden etkilenmiş. Yani olay kısmen gerçek sayılır. Büyükannesinin kaldığı yatılı okulda da kara büyüler yapılıyormuş.
  2. Dario Argento ve Daria Nicolodi filmin senaryosunu hazırlamak için Avrupa’nın en gotik şehirlerini gezmiş ve büyücülük tarihini araştırmışlar.
  3. Filmin konusu mitolojik “Three Mothers” hikayesinden geliyor. Kara Kraliçe Helena Markos da hikayedeki Mother of Sighs. (Çıkardığı seslerin sebebi bu.) İngiliz yazar Thomas De Quincey bu mitolojiyi 1845’te “Suspiria De Profundis” isimli bir kitap haline getirdi. Evet, filmin ismi de buradan geliyor.
  4. Dario Argento “Three Mothers” efsanesini 3 filmle tamamladı. “Suspiria”dan sonra 1980’de “Inferno”yu (Mother of Darkness), 2007’de de “The Mother of Tears”ı çekti.
  5. Filmin renklendirmesinde ise bir masaldan faydalanılmış, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’den. Ekip, filme bu masalın renk ve hayal alemini yansıtmış.
  6. Dario Argento başta filmde 8 ile 10 yaş arasındaki kızların oynamasını istemiş. Ama o korkunç ölümlerin çocuklara uygulanması fikri pek hoş karşılanmamış.
  7. Filmin başındaki kıllı katil kol Dario Argento’ya ait.
  8. Goblin’in hazırladığı tema müziği filmin çekimleri sırasında da çalınmış. Oyuncular moda girsin diye.
  9. Evet, Stefania Casini’nin tellere dolanıp öldüğü sahnedeki tellerin bir kısmı gerçek. Aktris, son derece gerilerek oynamış bu sahnede. Hatta eve gittiğinde kollarında bir sürü çizik varmış. İzlerken bizim de içimiz kıyılmıştı.
  10. Dario Argento filmin remake’inin yapılmasına kesinlikle karşı. [/box]

Yazımı, Udo Kier’in canlandırdığı Dr. Frank Mandel’in bir sözüyle bitirmek istiyorum: Kötü şans parçalanmış aynalardan gelmez, parçalanmış zihinlerden gelir.

blank

Semra Uygun

Fantastik sinema ve korku sineması için yeni ve acayip şeyler yaptı. “Korkteyl” programını yazdı ve sundu. “Midnite Movies” grubunu kurdu, korkuyu ötekilerle paylaştı. Semra deli gibi film izliyor, Tür, yıl, oyuncu, yönetmen ayırmaksızın izliyor; abur cuburlarını, dostlarını yanından eksik etmeksizin izliyor. Ama Semra hala doğru filmi bulamadı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Unutmak İstemeseydik Gömmezdik Ölülerimizi: Pet Sematary (2019)

Stephen King’e ve onun Amerikan kırsalında geçen kabus öykülerine meraklısıysanız
blank

John Carpenter’s The Ward / Koğuş (2010)

John Carpenter The Ward ile nihayet aramızda. Arada MoH için