Wishman’in afişine bakınca, Müjdat Gezen’in değeri bilinmeyen eşsiz filmindeki ağlak sesli, muşmula suratlı Homoti’yi anımsatan bir yaratık görecek, acaba onun gibi olabilir mi diye heyecanlanacaksınız.
1995 yılında Hindistan'da gişeyi sallamış filmlerden biri olan Ghatothkachudu, çok sevilen türler çorbası, en tutan şeyler karması, içinde moda olan ne varsa olsun bulamacı bir Hint Telugu filmi diye de anılabilir.
Golem (1980) Kafkaesk bir Frankenstein’ın canavarı öyküsünü tartışmalı konular ekseninde anlatan ve bunu yaparken makbul vatandaşlar yaratmak isteyen Polonya devletine dokundurmayı ihmal etmeyen fevkalade özgün bir Piotr Szulkin draması.
Polonya sinemasının övünç kaynaklarından Piotr Szulkin’in yazıp yönettiği O-Bi, O-Ba: The End of Civilization, etik meseleleri dert edinen ve inancın doğasını keşfe çıkan şahane bir post-apokaliptik drama. Herkese tavsiye ederim.
Evet, ilk bakışta The Book of Eli bir din propagandası gibi duruyor. Bu film, “misyonerlik filmi” damgası yemiş olsa da benim buna bir itirazım var, bana yazıyı yazdıran bu itiraz.
Frank Darabont’un uyarlayıp yönettiği The Mist, gelmiş geçmiş en iyi ve en yaratıcı King uyarlamalarından biri. Dramatik çatısı güçlü, feci ölümlerle bezeli birinci sınıf bir korku filmi izlemek isteyen kaçırmasın.
Mad Max: Fury Road’u (2015) da 21. yüzyılın -şimdilik- en iyi aksiyon filmi olarak selamlıyorum. Sinema nedir sorusuna cevap veren olağanüstü bir filmdir. 9 yıl beklediğimiz için Furiosa: Bir Mad Max Destanı (Furiosa: A Mad Max Saga, 2024) filminden çok umutluydum ama
A Quiet Place: Day One, yaratıkların Dünya'ya ilk geliş anından itibaren yaşanan kaosu ve insanlığın sessizlik içinde hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. Bu kez odağımızda, modern New York’un stresli ve yalnız hayatında kaybolmuş iki bekar var.
Atlas, Matrix'ten, Terminator'dan ve bir sürü başka bilim kurgu filmden aşırılmış fikirlerle oluşturulmuş bir yamalı bohça. Film boyunca hep aynı soruyu da sormadan edemeyeceksiniz tabi: Jennifer'ın burada ne işi var!
Mad Max evreninin büyüleyici ve çorak topraklarına yeniden adım atmak her zaman bir heyecan kaynağı olmuştur. George Miller'ın yönetmen koltuğunda oturduğu Furiosa, bu evrenin hayranları için bir merak nesnesi haline geldi. Ancak bu yeni yapımın, serinin mihenk taşı olan Fury Road'un başarısını
Maymunlar Cehennemi: Yeni Krallık, yeni bir döngünün giriş bölümü olarak bundan sonra gelecek filmlerin yol haritasını çiziyor. İnsanlar ve maymunlar tarafındaki liderleri ve kışkırtıcıları belirliyor.
Film izlemek tek yönlü kalmadığı ve eserin niteliği ne olursa olsun seyredende duygular, ilhamlar ve düşünceler oluşturabildiği ölçüde değerlenir ve dünyanın en kötü üç boyutlu filmi Robot Monster da en azından bunu başaran bir yapıttır.
Dune: Part Two, çölün ortasına kurulmuş bir lunapark gibi görkemli ve heyecan verici. Her şeyiyle büyük, çok büyük bir film ve başladığı andan itibaren seyirciye bunun havasını atmayı seviyor. Bu konudaki en büyük desteği de -belki özel efektlerinden bile çok- Hans Zimmer’in
Divinity’nin (2023) hem içeriği hem biçimsel tercihleri nedeniyle herkese uygun bir film olmadığını kabul ediyorum, farklı bir görsel-işitsel deneyim sunan kült filmlerden hoşlanmayanlar uzak dursunlar ama bence sinema denilen şey, tam da bu sınır ihlalleridir.
Tür sineması ucuza çıkan ve seyircide karşılık bulan fikirleri kemiğinden sıyırana dek sömürür. Testere (Saw) serisini hatırlayın. İlk film müthiş bir tek mekân gerilimi izletiyordu. Film boyundan (bütçesinden) büyük hasılat yaptı ve hızlıca üretilen bir devam filmleri dalgasına yol açtı. Arınma Gecesi