Lucio Fulci’nin 1984 tarihli filmi “Murder Rock”, 80’lerin parıltılı disco dünyasını ve giallo türünün karanlık cinayet gizemlerini aynı potada eritmeyi amaçlayan ilginç bir deney.
Kapının Diğer Tarafı’na bilet alırsanız, sıkılmaz, finale kadar irkilerek ve üzülerek izlersiniz ancak ortada “yılın korku filmi” denilecek bir durum yok.
Kült Filmler Zamanı'na adeta beyin yakan, kötü şöhretli bir Japon filmiyle devam ediyoruz: Horrors of Malformed Men (1969). Öteki Sinema konseptine bu kadar çok uyan film az bulunur!
Ancak iflah olmaz kötü film hayranlarının sevebileceği İblis'in Oğlu: 13. Vahşet, düşük bir bütçeyle, dar bir kadro ve tanınmamış genç oyuncularla kotarılan bir slasher...
Harika bir kurguyla dinamik bir yapıya kavuşan Hush, aklınızı cebinize koyup kendinizi filme teslim ederseniz heyecanla izleyebileceğiniz bir korku filmi.
Oyuncuların üstüne düşen görevi layıkıyla yerine getirmesi ve süper inandırıcı karakterler yaratması sonucu, başından sonuna kadar ilgiyle izlenen bir film olmuş The Invitation.
Ölümcül Oyun’un bazı sahneleri yılın en korkunç sahneleri olmaya aday, o denli ustalıklı bir rejiye sahip. Bu filme korkmak, hatta korkudan donakalmak arzusuyla gidenler kesinlikle pişman olmayacak.
Sessiz sinema filmlerini sever misiniz? Sessiz sinemanın siyah-beyaz kurmaca klasiklerine bir şans verin derim ben. Başlamak için de Tod Browning’in The Unknown u (Bilinmeyen, 1927) iyi bir seçim.
Eyes Without a Face (1960) bugün hem Fransız sinemasının hem de genel olarak korku ve dehşet sineması tarihinin en önemli filmlerinden biri olarak kabul ediliyor.
Black Sunday (1960) bugün tüm otoriteler tarafından bir fantastik sinema şaheseri, bir korku klasiği olarak kabul görüyor. Bunun en önemli nedeni, her daim ilk günkü tazeliğini koruyan benzersiz atmosferi...
“Daughters of Darkness” (1971) en sevdiğim vampir filmlerinden biri. Bu sürprizlerle dolu kült filmi sekans sekans inceleyen ayrı bir inceleme yazma sözü vererek şimdilik bu kadar diyorum.
The Devil Rides Out, şeytanî tarikatlar, okültizm, kara büyü ve Şeytanın hizmetkârlarına dair birinci sınıf bir korku ve dehşet sineması klasiği. Kült bir başyapıt!
Jigoku (The Sinners of Hell, 1960) sinema tarihinde çığır açan, birinci sınıf bir meydan okuma. Evet, hikayesi biraz karmaşık ve özellikle son yarım saatinin hazmı güç, her mideye her bünyeye uygun değil.
Sınırlı bütçe ve az sayıda oyuncuyla çekilen The House On Pine Street, türün hastası olanların atlamaması gereken bir film. İnanın pişman olmayacaksınız.
“Kült filmler yazı dizisi”nde ilk durağımız, bir tür fetişist görsel şoklar müzesini andıran, sado-mazoşist öğelerle tıka basa dolu Singapore Sling (1990).
German Angst, bir yandan Almanya’nın geçmişiyle hesaplaşırken, öte yandan da geleceği hakkında uyarılarda, temennilerde ve belki de taleplerde bulunuyor.
Katarsis duygusundan yoksun bırakılmış bir film Naciye, hikayesi kurbanla değil katille özdeşleşmeyi tercih ediyor ki bu da izleyende film bittikten sonra bile devam eden bir şoka yol açıyor.
Christine’in parçalandığı doruk sahnesinden sonra filmin gidişatı tamamen bir tür şiddet içeren intikam filmine dönüşür. Ancak burası da biraz muallâktadır sanki...