The Brutalist (2024), seyirciyi kendi dehlizlerine çeken, ana karakterinin ruh durumu ile kalbinizin bir nevi izometri yakalamasını sağlayan bir film. Adrien Brody birçok sahnede devleşiyor.
Eroğlu Kızlar Orkestrası’nın zamanla unutulmaya yüz tutmuş hikayesini yeniden gün ışığına çıkaran Musa Ak ve Hasan Basri Özdemir, "Bir Orkestranın İzinde" adlı belgeselle izleyiciyi geçmişe doğru nostaljik bir yolculuğa çıkarıyor.
İzlediğim en iyi belgesellerden biri olan ve “Öğrendiklerimiz moda konusundaki düşünme şeklimizi değiştirdi, umarım sizin üzerinizde de aynı etkiyi yapar” diyen The True Cost'un bu temennisini yinelemek ister ve izleyen herkes üzerinde aynı etkiyi yapmasını dilerim.
Ceylan Özgün Özçelik, yönetmenliğini üstlendiği On Saniye ile elindeki malzemeyi, malzemenin de izin verdiği oranda kullanmayı başarıyor. Ancak film boyunca vaat edilen gerçek anlamda bir gerilim ve çatışma beklentisi karşılanamıyor ve anlatının derinleşemeyen hali, biraz hayal kırıklığı yaratıyor.
"Hakkı," Ege'de, dünya mirası listesinde yer alan antik bir kentin kalıntıları üzerine kurulu küçük bir kasabada, mütevazı bir hayat süren Hakkı’nın hikayesini anlatıyor.
Şurası bir gerçek ki Nuri Akıncı, farklı bir motivasyonla da olsa, bir filme iki ilki; hem ilk westernimizi hem de ilk Decameron uyarlamamızı sığdırmayı başarmış!
Cowspiracy (2014) belgeselinin devamı olarak görebileceğimiz Seaspiracy (2021), okyanuslara en büyük zararın balıkçılık endüstrisi tarafından verildiğini iddia ederken, bu sorunu görmezden gelen sözde çevre örgütlerini de itham etmekten çekinmiyor.
1995 yılında Hindistan'da gişeyi sallamış filmlerden biri olan Ghatothkachudu, çok sevilen türler çorbası, en tutan şeyler karması, içinde moda olan ne varsa olsun bulamacı bir Hint Telugu filmi diye de anılabilir.
Damian Mc Carthy’nin yazıp yönettiği Oddity (2024) bu yıla damgasını vuracak korku filmlerden biri olacak gibi görünüyor. Sürprizlerle dolu merak uyandırıcı bir senaryosu var.
Longlegs / Cambaz görsel açıdan uzun zamandır seyrettiğim en yetkin korku filmlerinden biri. Evet, senaryosunda tatmin edici olmayan detaylar mevcut ama filmin ses kuşağı ve görüntü çalışması muazzam.
Man of the West’i 1958 yılının en iyi 10 filmi arasına alan Godard film hakkında şöyle diyecektir: “Griffith’ten beri tümüyle yepyeni olan bir şey görmemiştim”.
Super Size Me'ye başlamadan önce doktor kontrolünden geçerek, genel sağlığının “gayet iyi” olduğunu açıkça ortaya koyan ve “30 gün boyunca, günde üç öğün menüdeki her şeyi yiyeceğini” söyleyen Spurlock, ilk andan itibaren her gününü kayıt altına alır.
Golem (1980) Kafkaesk bir Frankenstein’ın canavarı öyküsünü tartışmalı konular ekseninde anlatan ve bunu yaparken makbul vatandaşlar yaratmak isteyen Polonya devletine dokundurmayı ihmal etmeyen fevkalade özgün bir Piotr Szulkin draması.
Gıdanın endüstriyel hale getirilerek birkaç şirketin ellerine teslim edilmesini ve bu şirketlerin handiyse hiç denetlenmemesini eleştiren Food Inc. (2008), tabağımızdakinin “gıda” değil para peşinde koşan şirketlerin bizlere dayattığı yapay ürünler olduğunu iddia ediyor.
Tony Arzenta, 1970’lerin en cool Alain Delon filmlerinden biri. Çatışma sahneleri biraz zayıf, lüzumsuz bir cinsellik ve kadına şiddet içeriyor, kabul ama yine de heyecan verici bir senaryo, hızlı bir kurgu, birbirinden ilginç karakter ve sahneler sizi ekrana kilitliyor.
Polonya sinemasının övünç kaynaklarından Piotr Szulkin’in yazıp yönettiği O-Bi, O-Ba: The End of Civilization, etik meseleleri dert edinen ve inancın doğasını keşfe çıkan şahane bir post-apokaliptik drama. Herkese tavsiye ederim.
"Enter the Ninja," 1980'lerde Batı'da bir ninja çılgınlığı başlatmış ve birçok devam filmi ve TV dizisine ilham kaynağı olmuştur. ilm, Cannon Films'in "Ninja Üçlemesi"nin ilk filmi olarak kabul edilir. Bu üçleme, "Revenge of the Ninja" (1983) ve "Ninja III: The Domination" (1984)
Food Will Win the War, ABD Tarım Bakanlığı’nın siparişi üzerine, hem gıda sıkıntısı çeken müttefiklere umut aşılamak hem “bütün yiyeceğimizi Avrupa’ya gönderdiğimiz için bizler aç kalacağız” diye endişe eden halkın korkularını gidermek hem de Amerikan çiftçisinin çalışkanlığını övmek için yapılmıştır.
Tunus’un en iyi uzun metraj belgesel dalında Oscar adayı olan ve şu ana dek 21 ödül kazanan Dört Kız Kardeş adlı film, IŞİD’e katılan ablalar ve geride kalan bacıları anlatıyor. Aslında bu belgesel desen değil, kurmaca desen o da değil!
Hasan Ete’nin, çekimleri Hollanda’nın Rotterdam şehrinde yapılan İyi Ölüm isimli kısa filminin kahramanı eski bir polis olan Frank: “O insanlar için bunu yapabildiğimden dolayı mutluyum. Ölmek üzereler ve biz bunu yaptığımız için, güzel bir gün geçiriyorlar."