The Brutalist (2024), seyirciyi kendi dehlizlerine çeken, ana karakterinin ruh durumu ile kalbinizin bir nevi izometri yakalamasını sağlayan bir film. Adrien Brody birçok sahnede devleşiyor.
Melville’in kahramanları boyunlarını sarmaya başlayan, günden güne sıkılaşan ve sonunda onları öldürecek olan ilmeği filmin finalinde fark ederler. Le cercle rouge (Ateş Çemberi, 1970) filminin kahramanları da kaybetmeye yazgılıdırlar ve işin ilginci çok da umursamazlar.
Ninja Terminator, olay örgüsü bağlamında nereden tutsanız elinizde kalan, Garfield telefon, postacı oyuncak robot ve Fruit Ninja oyununa ilham veren(!) karpuz kesme antrenmanı gibi detaylarla daha da şenlikli bir hal alan, unutulmaz ninja filmlerinden biri.
Coen Kardeşler’in ilk filmi olan Blood Simple (1984), tekinsiz atmosferi, güçlü oyunculukları, harika müzikleri, yağ gibi akan kurgusu ve olağanüstü senaryosuyla dikkat çeken gerilim dolu bir neo-noir.
Touchez pas au grisbi, daha sonra Rififi, Bob le flambeur ve Le Cercle rouge gibi klasikleri derinden etkileyen, Amerikan Sineması etkisinde olmayan, Fransa’ya özgü ilk Fransız gangster filmi kabul edilmektedir.
“Bu sayfalardaki her şey gerçektir. Burada okunacak her olayı yaşadı Fransa’nın insanları.” Melville, başyapıtlarından biri kabul edilen Army of Shadows'u (1969) yazar Joseph Kessel’in aynı adlı romanından uyarlamıştı.
Niels Arden Oplev’in senaryosunu yazıp yönettiği ve kız kardeşinin gerçek hikayesinden esinlenen Rose (2022), bazı klişelerine rağmen izleyiciyi yakalamayı gayet iyi başaran bir film. Bunda en büyük pay Sofie Grabol’un.
Taciz, istismar ve pedofili gibi çok netameli konuları ustaca işleyen The Little Girl Who Lives Down the Lane, sağlam hikâye örgüsü ve muhteşem oyunculuklarıyla öne çıkan kayıp bir hazine.
Andrew Davis’in yönettiği Code Of Silence, pek açık vermeyen detaylı senaryosu, usta aktörler tarafından canlandırılan birbirinden ilginç yan karakterleri, unutulmaz sahne ve replikleriyle Chuck Norris’in seksenlerde çektiği en iyi aksiyonlardan biri.
Geçen gün Lawman’i üçüncü defa izledim ve daha önce gözümden kaçan çok önemli bir detay keşfettim, bu filmi Altman’ın McCabe & Mrs. Miller’ı ile birlikte 1971 yılının en iyi revizyonist westerni hâline getiren şeyi. Nasıl da ıskalamışım…
Breakheart Pass (1975), Charles Bronson’un 70’lerde çektiği en heyecan verici prodüksiyonlardan biri. Gizem/muamma filmi olarak başlayan, zamanla politik komploya evrilen ve tam bir western filmi gibi son bulan sıkı bir aksiyon filmi.
Evet, ilk bakışta The Book of Eli bir din propagandası gibi duruyor. Bu film, “misyonerlik filmi” damgası yemiş olsa da benim buna bir itirazım var, bana yazıyı yazdıran bu itiraz.
Cop Game, anormal yaz sıcaklarının hepimizi bunalttığı şu günlerde, kısa süreli bir kaçış için gerçekten eğlenceli, iyi bir kötü film arıyorsanız, kesinlikle doğru adres. Teşekkürler Bruno Mattei.
Microhabitat’ın trajediyle komedinin, kederle neşenin, düş kırıklığıyla yaşam sevincinin kol kola ilerlediği bir tarzı var. Sinema bileti alabilmek için kanını satan gençlerin yer aldığı bir film bu. Hep bir umut var ileride bizi bekleyen.
Macera duygusunun bir an olsun sekteye uğramadığı Tremors, gücünü ayrıntılarla dolu, sürprizlere gebe senaryosundan alan harika bir “canavar filmi”. Olağanüstü bir kadrosu var, neredeyse tüm oyuncular buradaki rolleriyle iz bırakmışlar.
Frank Darabont’un uyarlayıp yönettiği The Mist, gelmiş geçmiş en iyi ve en yaratıcı King uyarlamalarından biri. Dramatik çatısı güçlü, feci ölümlerle bezeli birinci sınıf bir korku filmi izlemek isteyen kaçırmasın.
2000’li yılların en sürükleyici filmlerinden biri olan Shooter, birkaç ayrı sahnede 60-70 kişinin öldürüldüğü basit bir aksiyon filmi değil, aynı zamanda karakterlerini derinleştirmeyi bilen sıkı bir politik komplo filmi.
Costa-Gavras’ın Missing’i (Kayıp, 1982) Altın Palmiye, En İyi Senaryo Oscar’ı, BAFTA’da En İyi Senaryo ödüllerine uzanmış sağlam bir politik drama. Sarsıcı planlar yakalayan görüntü çalışmasıyla unutulmaz anlar vadeden bir sinema deneyimi.
Gücünü basitliğinden ve sahiciliğinden alan Paddleton'da (2019) Mark Duplass ile Ray Romano’nun kimyası mükemmel uyuşmuş, perdede acısıyla tatlısıyla hakiki bir dostluğa tanıklık ediyoruz.
Aslında The Missing türlü klişelerle dolu ama yine de filmin bir albenisi var. Bir babanın ansızın terk edip gidişini hazmedemeyen bir kızın hikâyesini izliyoruz ve böylesi bir konunun etkilemeyeceği insan yok denecek kadar azdır.
Peki ama nedir Moby Dick, albino bir ispermeçet neyi simgeler? Nedir “beyaz”? Kar beyaz bir dağı andıran Moby Dick ürkütücülüğünü bir bakıma eşsiz rengine de borçlu gibidir. Ama neden albinodur bu balina?