The Brutalist (2024), seyirciyi kendi dehlizlerine çeken, ana karakterinin ruh durumu ile kalbinizin bir nevi izometri yakalamasını sağlayan bir film. Adrien Brody birçok sahnede devleşiyor.
Kapının Diğer Tarafı’na bilet alırsanız, sıkılmaz, finale kadar irkilerek ve üzülerek izlersiniz ancak ortada “yılın korku filmi” denilecek bir durum yok.
Kült Filmler Zamanı'na adeta beyin yakan, kötü şöhretli bir Japon filmiyle devam ediyoruz: Horrors of Malformed Men (1969). Öteki Sinema konseptine bu kadar çok uyan film az bulunur!
Gurbet Kuşları filminin o kadar çok ucuz taklidi yapılmıştır ki, filmin asıl misyonu İstanbul’un ne kadar kötü olduğunun Anadolu insanına anlatılması olmuştur.
Ancak iflah olmaz kötü film hayranlarının sevebileceği İblis'in Oğlu: 13. Vahşet, düşük bir bütçeyle, dar bir kadro ve tanınmamış genç oyuncularla kotarılan bir slasher...
Harika bir kurguyla dinamik bir yapıya kavuşan Hush, aklınızı cebinize koyup kendinizi filme teslim ederseniz heyecanla izleyebileceğiniz bir korku filmi.
Oyuncuların üstüne düşen görevi layıkıyla yerine getirmesi ve süper inandırıcı karakterler yaratması sonucu, başından sonuna kadar ilgiyle izlenen bir film olmuş The Invitation.
Ölümcül Oyun’un bazı sahneleri yılın en korkunç sahneleri olmaya aday, o denli ustalıklı bir rejiye sahip. Bu filme korkmak, hatta korkudan donakalmak arzusuyla gidenler kesinlikle pişman olmayacak.
Sessiz sinema filmlerini sever misiniz? Sessiz sinemanın siyah-beyaz kurmaca klasiklerine bir şans verin derim ben. Başlamak için de Tod Browning’in The Unknown u (Bilinmeyen, 1927) iyi bir seçim.
Chuck Norris, Van Damme ve Bruce Lee ile Devrime Giden Yol. 1980’li yıllarda Romanya, bir anda kaçak olarak ülkeye sokulan Batılı filmlerin VHS kasetlerinin akınına uğrar.
Eyes Without a Face (1960) bugün hem Fransız sinemasının hem de genel olarak korku ve dehşet sineması tarihinin en önemli filmlerinden biri olarak kabul ediliyor.
Black Sunday (1960) bugün tüm otoriteler tarafından bir fantastik sinema şaheseri, bir korku klasiği olarak kabul görüyor. Bunun en önemli nedeni, her daim ilk günkü tazeliğini koruyan benzersiz atmosferi...
“Mahpushane”ler, siyasi veya adi suçlularıyla toplumun bilinçaltıdır. Orası halının altına süpürüp bir daha görmek istemediğimiz şeylerle doludur. Suç üzerine derinlemesine bir analiz yapma yeteneğinden yoksun oluşumuz, daha da kötüsü, suçun sebeplerini anlamayı onu onaylar duruma düşmemek için reddettiğimiz, bilinen gerçekler. Hele cezalandırmayı
Kaynağı belirsiz zenginliğin kabullenilmesi ve emek sömürüsünün gizlenmesini sağlayan, zihinleri geriletici ve asıl amacı gerçeği gizlemek olan kültür endüstrisi ürünü bir filmdir Hayat Mı Bu.
Klasik okumalara ilaveten “Blind Beast”i (Môjû, 1969), Ödipal Kompleks (anne-oğul) ya da Stockholm Sendromu (tecavüzcü ve tecavüze uğrayan mağdur ilişkisi) üzerinden okumak mümkün.
“The Tenant”ın en iyi sahnesi, Trelkovsky’nin ilk kez ortak tuvaleti kullanmaya gittiği o tüyler ürpertici bölüm. O sahneden itibaren ipler tümden kopuyor ve kuşku yerini dur durak bilmeyen bir dehşete bırakıyor.