The Brutalist (2024), seyirciyi kendi dehlizlerine çeken, ana karakterinin ruh durumu ile kalbinizin bir nevi izometri yakalamasını sağlayan bir film. Adrien Brody birçok sahnede devleşiyor.
Yorgos Lanthimos’un son filmi Kinds of Kindness, aynı oyuncuların farklı epizotlarda farklı karakterlere hayat verdiği, hepsinde aynı kişiyi canlandıran bir oyuncuyla bu epizotların birbirine bağlandığı 3 orta metrajdan oluşuyor.
Chris Nash’in yazıp yönettiği In a Violent Nature, köklerini slasher klasiklerine borçlu. Johnny, 13. Cuma’nın Jason’ı, Cadılar Bayramı’nın Myers’i ile Hatchet’ın Crowley’sinin bir karışımı gibi. Vahşi, gaddar ve doğaüstü.
Sayara, erkek şiddeti sonucunda zarar gören, kaybolan, yaşamını yitiren kadınların yaşamını, seçimlerini ve görünüşünü didik didik etme halinin ve bir çırpıda adalet talebi hakkında hüküm verme refleksinin adaletsiz şiddetini seyircinin yüzüne bir şamar gibi çarpıyor.
Horizon: An American Saga (2024), sert başlayıp sert devam eden son derece gerçekçi bir western. Batı’nın istila/işgal ve inşa sürecini altı, yedi farklı hikâye kolundan anlatmayı seçen epik bir film.
Mad Max: Fury Road’u (2015) da 21. yüzyılın -şimdilik- en iyi aksiyon filmi olarak selamlıyorum. Sinema nedir sorusuna cevap veren olağanüstü bir filmdir. 9 yıl beklediğimiz için Furiosa: Bir Mad Max Destanı (Furiosa: A Mad Max Saga, 2024) filminden çok umutluydum ama
Makine gibi işleyen bir kurgusu var, tıkır tıkır. Bir sahne bittiğinde öyle bir çengel atmış oluyor ki akabindeki sahneye duyduğunuz merak kabarıyor. Çıkamadığınız bir labirent düşünün, işte The Killing odur.
A Quiet Place: Day One, yaratıkların Dünya'ya ilk geliş anından itibaren yaşanan kaosu ve insanlığın sessizlik içinde hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. Bu kez odağımızda, modern New York’un stresli ve yalnız hayatında kaybolmuş iki bekar var.
Ronin'in (1998) en büyük kozu, araba takip sahneleri. İkisi de heyecan dolu ama bilhassa son kovalamaca olağanüstü. Sayısız aracın birbirine girdiği nefes kesici bir keşmekeşe tanık oluyoruz, bittiğinde resmen yoruluyoruz.
Birbirinden iyi filmler çekmiş Brian De Palma’nın sinemasal açıdan en üstün tekniğe sahip filminin Blow Out olduğunu düşündüğümü söylesem, eminim, birçoğunuz bana gülüp geçecektir. Ama bence durum bundan ibaret. Gülebilirsiniz.
Tuhaf ve ilgi çekici bir konuya sahip, eksantrik karakterlerle dolu, sinematografik açıdan heyecan dolu bir deneyim. Lumberjack The Monster (2023) tek başına Takashi Miike sinemasının özeti gibi bir film. Saçma yerleri var mı, var. Ama Miike sinemasında görülen olağan durumlar bunlar.
Michael Mann’in Thief / Hırsız'ı (1981), basit bir soygun ve komplo filmi değil, bir nevi spiritüel yolculuk. Önce duygulu bir (manevi) baba-oğul hikâyesi anlatıyor. Daha sonra iki yaralı ruhu tanıtıyor, birbirlerine iyi gelme ihtimali olan iki insanı.
Korkunç Soygun, merak duygusunu her daim taze tutan olağanüstü kurgusu, birbirinden ilginç karakterleri ve unutulmaz oyunculuklarıyla öne çıkan kült bir klasik. Kaçırmayın. Üstelik sinema tarihinin en meşhur hapşırığı da bu filmde. Gesundheit!
Possum (2018), sırlarını ancak çoklu izlemede seyircisine açan gizemli bir film, adeta kapalı bir kutu. Son birkaç dakikası hariç, hiçbir anında sırlarını ifşa etmiyor, o son birkaç dakikadaysa yeni sorulara gebe kalıyorsunuz.
Gördüğünüz üzere Bizim Mahalle, tatsız, tuzsuz, eğlencesiz, fakir ve trajik bir mahalle. 9/8’liğe paramız yetmediği için 7/8’lik ritm ile eğleniyoruz efendim. Sağlıcakla kalın!
Atlas, Matrix'ten, Terminator'dan ve bir sürü başka bilim kurgu filmden aşırılmış fikirlerle oluşturulmuş bir yamalı bohça. Film boyunca hep aynı soruyu da sormadan edemeyeceksiniz tabi: Jennifer'ın burada ne işi var!
Mad Max evreninin büyüleyici ve çorak topraklarına yeniden adım atmak her zaman bir heyecan kaynağı olmuştur. George Miller'ın yönetmen koltuğunda oturduğu Furiosa, bu evrenin hayranları için bir merak nesnesi haline geldi. Ancak bu yeni yapımın, serinin mihenk taşı olan Fury Road'un başarısını
Gerçek geçmiş ile gerçek dışı kurmaca arasındaki uçurum, aşılamaz gibidir, tıpkı filmde olduğu gibi… Bir Düşüsün Anatomisi ile Altın Palmiye’yi kazanan üçüncü kadın yönetmen olan Justine Triet’nin ödüllü filminin konusunu bir aile dramı oluşturuyor.
Robert Altman’ın tuhaf bir Raymond Chandler uyarlaması olan The Long Goodbye (1973), bugüne kadarki en sıra dışı roman uyarlamalarından biridir. Tabii bütün bunların Altman’ın başının altından çıktığını görmemek için kör olmak lazım.
Takeshi Kitano’nun Sonatine’si, yakuza filmlerine taze bir soluk getiren, bol sürprizli bir suç filmi. Quentin Tarantino’nun favori filmlerinden biri olduğunu da bu vesileyle not düşelim.