Video kaset çılgınlığının yaşandığı dönem, kimi sinemaseverlerin hayatında silinmesi mümkün olmayan izler bırakmıştır. Bu yüzden ağır nostalji değeri taşıyan o günlerle ilgili hemen her türlü materyale aşırı ilgi duyulması çok da şaşırtıcı değildir. Adında VHS geçen bir belgeselin ilgimi çekmesi, belki biraz da bu yüzdendi. Gerçi o dönemi anlatmaya niyetlenen bir düzineden fazla belgesel izlemiş biri olarak, henüz “olmuş” diyebileceğim bir işle karşılaşmadım ama Emilio Silva Torres imzalı Uruguay yapımı Straight to VHS, adının bütün yanıltıcılığına rağmen, dönemin ruhunu anlamaya/anlatmaya gayret eden, heyecan verici bir belgesel.
Önce şu “adının yanıltıcılığı” meselesini açıklığa kavuşturalım. Mevzuyla ilgili 100 kişiye Straight to VHS adlı bir belgesel ne anlatıyor olabilir diye sorsak, eminim ki cevapların büyük bir kısmı “VHS dönemini, o dönemde direkt videoya çekilen belli filmleri ya da o dönemin belli bir ülkedeki yansımalarını anlatıyor olabilir” şeklinde olacaktır. Hayır, Straight to VHS konusu gereği tüm bunlara çok ama çok hafifçe değinse bile kesinlikle bunlardan bahsetmiyor. Oscar ödüllü Searching for Sugar Man’i (2012) biliyorsunuzdur muhtemelen. Straight to VHS, tamamen benzer yapıda bir belgesel, daha ucuz, daha pürüzlü ama Öteki Sinemacılar için çok daha cezbedici. Searching for Sugar Man, 1970’lerde pek satmayan iki albüm çıkarıp ortadan kaybolan bir müzisyenin peşine düşüyordu. Straight to VHS ise kesinlikle daha çok ilgimizi çeken birinin peşine düşüyor. Direkt videoya çektiği bir (ve bilinen tek) filmiyle Uruguay’da kült statüsüne ulaşmış kayıp yönetmen Manuel Lamas’ın.
Belgesel, 1988 tarihli Manuel Lamas filmi Act of Violence in a Young Journalist’in fragmanı ile başlıyor. Daha doğrusu önce fragman gösteriliyor, sonra belgeselin açılış jeneriği giriyor. O dönemde kiraladığımız/aldığımız kimi video kasetlerin başına aynı dağıtımcıya ait başka filmlerden bir iki fragman eklenirdi. Hem yurt içinden hem de yurt dışından aldığım birçok video kasette bu uygulamaya denk gelmiştim. Demek ki aynı uygulama Uruguay’da da varmış ki Torres, daha açılıştaki bu tercihiyle hem döneme olan tutkusunu ifade ediyor, hem de tek kelime etmeden o günleri bizzat yaşamış olanlarla bağ kurmayı başarabiliyor.
Torres, birkaç yıl önce Act of Violence in a Young Journalist’in video kasetine denk gelmiş ve filmi izledikten sonra sinemaya olan bakış açısı kökünden değişmiş. Farklı, nevi şahsına münhasır ve iyi anlamda tuhaf olarak nitelediği, gerilim, belgesel, romantik komedi ve doğaüstü dram türleri arasında gidip gelen, absürt sürprizlerle devamlı yön değiştiren filme bağımlı hale gelen Torres, her izlediğinde farklı detaylara takılmaya başlamış.
Saplantılı sayılabilecek tutkusunu anlamaya çalışan yönetmen, hakkında çok da fazla bilgi bulunmayan filmle ilgili araştırma yapmaya başlıyor ve aralarında Mauro Sarser, Sebastian Rotstein, Santiago Calori ve Daniel Hendler gibi Uruguaylı ve Arjantinli sinemacıların da olduğu hatırı sayılır sayıda kişinin filmle benzer bir ilişkiye girdiğini tespit ediyor. Bunun üzerine araştırmasını derinleştirmeye (ve muhtemelen izlediğimiz belgeseli çekmeye) karar veriyor.
Belgeselin ikinci kısmında Torres, Act of Violence in a Young Journalist’in kurgusunu, görüntü yönetmenliğini, senaryo yazarlığını, yönetmenliğini, yani kısaca her şeyini üstlenen Manuel Lamas’ın izini sürüyor. Filmin kapanış jeneriğinde adı geçenlere ulaşmaya çalışıyor. Bu çabaların çoğu sonuçsuz kalıyor ama kimi girişimlerinden ilginç sonuçlar almayı başarıyor ve kabaca da olsa ortaya bir Manuel Lamas portresi çıkartmayı başarıyor.
Tabi burada şöyle bir soru da ortaya çıkıyor. Bütün bu izlediklerimiz gerçek mi, yoksa kurmaca mı? Açıkçası Act of Violence in a Young Journalist ile ilgili (Straight to VHS’in festivallerde gösterilmeye başladığı) 2021 yılından öncesine ait hiçbir bilgiye ulaşamadım. Bu da “tamamen kurmaca bir sahte belgesel izliyor olabiliriz” kanısını güçlendiriyor. Fakat filmin kendisi de belgeselle birlikte gösterildiği için biliyoruz ki böyle bir film mevcut. Evet, film de yeni çekilmiş olabilir. Ancak fazla sayıdaki dış çekimlerin hepsi 1980’li yıllarda çekilmiş gibi duruyor. Tabii ki günümüzün teknolojik şartları böyle bir prodüksiyona imkân veriyor ama hiçbir yapımcının geri dönüşü olmayan bu maliyeti karşılayacağını düşünmüyorum. Sonuçta benim fikrim, filmin de belgeselin de gerçek olduğu yönünde. Türkiye üzerinden fikir yürütecek olursak; video kaset çılgınlığının yaşandığı dönemde ülkemizde de böylesi birçok “tuhaf” film çekildi ve internette bunlar hakkında çok fazla bilgiye ulaşmak mümkün değil. Örneğin ortada bir posteri bile bulunmayan Şeytan Kızlar filmi hakkındaki nadir (belki de ilk) yazılardan biri de Murat Tolga Şen imzasıyla Öteki Sinema’da yer alıyor. (Yazıya göz atmak isteyenleri BURAYA alalım.) Murat, yazıya eklemek için poster bulamayınca kendi basit bir tane hazırlamıştı. Bugün filmin IMDb ya da Letterboxd gibi sitelerdeki künyelerine baktığınızda o posterin kullanıldığını görebilirsiniz.
En nihayetinde “gerçek mi, kurmaca mı” sorusunun doğru cevabı çok da önemli değil. Straight to VHS, video çılgınlığı dönemine hürmette kusur etmeyen, o dönemde çekilmiş ve zaman içinde kültleşmiş iyi kötü filmler ile çoğunluğun küçümsediği bu filmlere düşkün sadık izleyici kitlesi arasındaki ilişkinin boyutlarını kurcalayan, birçok bakımdan ilgi çekici bir belgesel.
Yazının başında Searching for Sugar Man’den bahsetmiştim. Heyecanlı bir polisiye, gerilim ya da macera filmi gibi ilerleyen belgesel, finaldeki ağzı açık bıraktıran sürpriziyle izleyen herkesi şaşırtmayı başarıyordu. Straight to VHS de aynı heyecanla başlıyor ama üçte ikilik kısmı bittiğinde yakıtı tükeniyor ve pek de tatmin etmeyen bir final yapmak zorunda kalıyor. Şöyle biraz geriden bakınca belgeselin, direkt videoya çekilen filmlerle olan benzerliğini fark etmemek mümkün değil. Straight to VHS, genelde filmle ilgisiz ama inanılmaz güzellikteki video kaset kapağına ya da uçuk kaçık konusuna bakıp kiraladığımız/aldığımız kaseti heyecanla oynatıcıya takıp izlediğimizde yaşadığımız, bir parça hayal kırıklığıyla bezeli ama asla pişman olmadığımız deneyime benzer bir tat bırakıyor ağızda. Şimdi düşünüyorum da, belki de belgeselin adı çok da yanıltıcı değildir, ne dersiniz?
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
Keyifli bir yazı olmuş ben de bu tarz düşük bütçeli filmler yapmış kayıp yönetmenleri araştırmış çoğunu bulmuş facede sohpet etmiştim birkaç siteye yazmıştım son durumlarını fotoğraflar eklemiştim reklam olmaması için o siteleri yazmıyorum güzel yazı olmuş murat tolga şen abi de güzel afiş yapmış gerçek gibi olmuş tebrik ederim keşke afişi olmayan şeytan kızlar gibi filmlere afiş yapsa yıllar önce yönetmen kadir akgün yaşıyor mu ne durumda diye bir araştırma yapmış ama ne yapsam izine rastlayamamıştım en son 2006da röportajlarına ve bu arada 2000lerde kendi adı ya da farklı adlarla epey filmini bulmuşdum bu filmler benim arşivimde olmayan filmleriydi çok şaşırmıştım o dönem gazete ile hediye veriliyormuş bu filmler hatta televizyonda bile yayınlanmış eros kuşağı altında malesef bu filmler vcd için çekilmiş filmlerdi çok amatörce işlerdi en ünlüsü köylü kızı adlı filmdi bilen bilir bu filmleri 80 ve 90larda çektiği filmlerin eros versiyonlarıydı ayrıca foto film adında şirketi olan yazıp yöneten yapımcılık yapan bildiğin erşan kunerinin yaşayan versiyonu diyebileceğim yönetmen 2006 röportajlarında eros filmlerini yurt dışına sattığını bahsediyor ayrıca 80lerde pek tanımayan dansözlerle video kasetler yapıp foto film şirketiyle satmış birkaç tanesi foto film youtube hesabında var ayrıca bu dansözler 80ler filmlerinde var bu dansöz video kasetlerin hepsine ulaştım malesef tanınmamış dansözlerden oluşan videolar youtube foto filmde yayınlananlarla aynı amatörce videolar sadece ticari amaçla çekilmiş videolar kadir akgünin en son filmleri ise cinayetin sırrı ve Kumpas ve Karım Sevgilim ve Ben filmleridir bu da türkiyeden kayıp bir yönetmen vakasının 2022deki son durumu