“Siz yaşamak için mutlu olmak zorundasınız, ama ben değilim!”
Adının anlamı Hawaii dilinde “Dağlardan esen soğuk rüzgâr” anlamına gelen Hollywood’un tartışmalı en iyi oyuncularından biri… Dünya yıkılsa yüz ifadesini değiştiremeyeceğiniz gösterişten uzak ve izole bir hayat seçen Reeves her anlamda farklı bir aktör. Birçok oyuncunun kariyerine sığdıramayacağı başarılı filmlerde rol alma başarısına sahip.
1964 yılında Beyrut’ta dünyaya gözlerini açan Keanu İngiliz kostüm tasarımcısı Patricia Taylor ve Çin asıllı bir Hawai’li olan jeolog Samuel Nowlin Reeves’in iki çocuğundan ilki olarak hayata merhaba dedi. Annesi ile babasının boşanmasının ardından gençliğini Kanada’da yaşayan Reeves her seferinde kendisinin Kanada’lı olduğunu söyler. Oyunculuk kariyerine de yine bu ülkede adım atan aktörün ilk heyecanı 15 yaşında rol aldığı “Wolfboy” adlı oyundur. O dönemlerde farklı işlere de merak salan Keanu pastane yöneticiliği ve buz pateni altı bileyiciliği de yapmıştır. Toronto’da yaşadığı dönem içerisinde birkaç kısa film ve reklam filmlerinde de rol almış ve Hollywood’a girişi “Bill and Ted Excellent Adventure” ile olmuştur. Ondan öncesinde Kanada yapımı olan “Youngblood” ve “Dream To Believe” ile ısınma turları attı.
On Adımda Keanu Reeves
1. Adım; Bill and Ted’s Excellent Adventure (1989):
Zamanda yolculuk üzerine uçuk kaçık bir film…
Bill ve Ted’in akılları fikirleri günün birinde ünlü birer rock yıldızı olmaktır. Okuldaki durumları da oldukça kötüdür ve mezun olmaları bir hayalden ibarettir. Fakat onlara son bir şans verilir. Yapmaları gereken tek şey geçmişte yaşamış bir kişinin günümüz dünyasında nasıl yer edinebileceğini göstermektir. Onlar kara kara bunu nasıl yapabileceklerini düşündükleri sırada ne hikmetse uzaydan bir zat gelir ve onları geçmişte çılgın bir yolculuğa çıkartır. Bilim kurgu öğelerinin beceriyle harmanlandığı uçuk bir komedi olan yapım aynı zamanda Reeves’in inişli çıkışlı kariyerinin başlangıç noktasıdır. Yapım iyi bir gişe elde etmiş ve1991’de devamı niteliğindeki Bill and Ted’s Bogus Journey ile başarısını taçlandırmıştır.
2. Adım; My Own Private Idaho (1991):
Yönetmenliğini Good Will Hunting adlı filmden de hatırlayacağımız Gus Van Sant’in üstlendiği yapım Shakespeare’in Henry IV oyununun güncel bir uyarlamasıdır.
Mike ve Scott sokaklarda yaşayan uyuşturucu bağımlısı iki gençtir. Geçimlerini ve uyuşturucu ihtiyaçlarını vücutlarını satarak sağlamaktadırlar. Mike aynı zamanda narkolepsi hastasıdır ve çoğu zaman nerede uyandığından habersizdir. Hayattaki tek amacı ise kaybolan ailesini bulmaktır. Scott zengin bir ailenin çocuğudur fakat saplandığı bu tekinsiz hayattan kendi çekip çıkaramaz. Gus Van Sant’in aynı zamanda senaryosunu da yazdığı yapım bir çok oyuncu tarafından geri çevrilir fakat Reeves bu cesur yapımı kendi oyunculuğunu kanıtlamak için bir şans olarak görür. Aynı zamanda her daim mutsuz duruşunun da bir iz düşümüdür yapım. Reeves’i oyunculuk performansı ile bir adım öne taşıyan film rol arkadaşı için aynı kaderi sunmaz. River Phoenix bu filmi sırf gençlik idolü olmaktan çıkıp performans oyuncusu olmak adına kabul eder ne yazık ki sonuç umduğu gibi olmaz ve genç adam uyuşturucunun karanlık dünyasına yuvarlanır.
3. Adım; Bram Stoker’s Dracula (1992):
Bram Stoker’in romanından uyarlanan yapımın yönetmen koltuğunda mesleğinin en iyilerinden olan Francis Ford Coppola’yı görmekteyiz. Stoker’in birçok uyarlaması arasında bir adım önde duran film aynı zamanda Coppola’nın sinemaya saygı duruşu niteliği taşır. Reeves’in Jonathan Harker’e hayat verdiği filmde Gary Oldman, Anthony Hopkins ve Winona Ryder rol alır. Üç dalda Oscar alan eser büyük bir başarı kazanır. Coppola’’ya neden başrol için Reeves’i seçtiği sorulduğunda “Çünkü gençlerin ilgisini çekecek başka bir isim bulamadım!” demiştir.
4. Adım; Little Buddha (1993):
Yönetmenliğini İtalyan sinemasının kuşkusuz en büyük yönetmenlerinden biri olan Bernardo Bertolucci’nin üstlendiği yapımdır. Bertolucci’nin en çok eleştiri alan yapımı batı kültüründen uzaklaşıp doğu kültürüne yaklaştığı üçlemesinin ikinci ayağıdır. (Çölde Çay ve Son İmparator) özünde bir reankarnasyon hikâyesi olan film Buda’nın gerçeğe dayanan öyküsüdür. Öyküde Buda ve uzak doğu felsefesi misyonerlikten uzak ve anlaşılır bir dilde anlatılmıştır. Reeves’in Siddhartha’yı canlandırdığı öykünün diğer başrol oyuncuları ise Bridget Fonda ve Cris Isaak’tır. Reeves bazı eleştirmenlerden donuk bir performans gösterdiğine dair eleştiriler alsa da çoğu izleyicinin fikri aynıdır. Aktör bu rolü hakkıyla kotarmıştır.
5. Adım; Speed (1994):
Oyuncunun Hollywood’un en aranan oyuncusu olmasını sağlayan ve çıkış ivmesinin o dönemlerdeki son adımlarından olan aksiyon tarzındaki film gişede elde ettiği başarı ile akılda kalıcıdır. Devam macerası da gecikmeyen yapımda oyuncuya Sandra Bullock eşlik etmiştir. Jan de Bont’un yönetmenliğini yaptığı hikâye Reeves’in kariyerindeki en önemli basamaklardan biridir.
Reeves ardı ardına çektiği filmlerle kariyerinde önemli bir yere gelir ta ki 1995’e kadar bu tarihten 1997’ye kadar olan süreç onun çıkış ivmesini aşağılara çekecektir. Lakin dağlarda esen rüzgâr hafiflese de kesilmez ve yoluna hızlanarak devam eder.
6. Adım; Johnny Mnemonic (1995):
Robert Longo yönetmenliğindeki bilim-kurgu aksiyon filmidir. William Gibson’un Neuromancer adlı romanındaki harici bir hikâyeden uyarlanan yapım Reeves için Matrix’in ayak seslerini içerir. Bir nevi çıkışından önceki düşüşüdür.
21. yy.’da en değerli mücevherin bilgi olduğu dönemde şirketler önemli verilerini kafalarına bir çip yerleştirdikleri “veri kuryeleri” aracılığı ile taşımaktadırlar. Mr. Smith’de bu kuryelerden biridir. Yerine getirmek zorunda olduğu son görevinde ise beyninde yaşadığı bir sorundan dolayı hayatı tehlikeye girecektir. Yapım eleştirmenler tarafından oldukça ağır eleştirilere maruz kalır. Gişede de umduğu başarıyı elde edemez. Genç aktörün yükselişine balta vuran iş ona iki yıl boyunca sıkıntılı günler yaşatacaktır. Ta ki Al Pacino karşısına çıkana kadar. Fakat yaşattığı sıkıntılı günlerin yanında yapım onun oyunculuk kariyerindeki yolunu da çizecek ve onu Neo olmaya hazırlayacaktır.
7. Adım; Devil’s Advocate (1997):
“Kendine bu kadar güvenme evlat! Ne kadar iyi olursan ol, asla dikkatleri üzerine çekme. Bu en büyük hatan olur. Her zaman küçük görünmek zorundasın. Sessiz ol, küçük adam ol! Aptalı oyna, istenmeyeni… Saf görünen zeki ol. Mona Lisa’nın eteğindeki el benim! Ben bir sürprizim evlat! Geldiğimi asla görmezler. Sende eksik olan bu!”
Kevin Lomax işini oldukça ciddiye alan, sadece kazanmayı düşünen, müvekkilleri suçlu olsa bile vicdanının sesini bastırarak onları adaletin elinden kurtaran hırslı bir avukattır. Kazandığı son davadan sonra başlarda hayatının fırsatı olarak gördüğü adam, John Milton ile tanışır. John ona hayatında istediği tüm fırsatları sunacaktır. Küçük bir bedel karşılığında… Şeytanla anlaşma yapmak…
Yapım Reeves’e Al Pacino ile oynamak ve büyükler ligine parlak bir dönüş yapma imkânı verir. Oyunculuk performansının tavan yaptığı filmde Pacino gibi büyük bir oyuncunun altında ezilmeden başarı ile bitirir başladığı işi. Tabi bunda ona çoğu zaman dezavantaj olan donuk oyunculuğunun da payı vardır. Dik ve sade duruşu bu kez işe yarayacaktır.
8. Adım; Matrix Triolgy (1999-2003):
“Ne yazık ki Matrix’in ne olduğunu kimse anlatamaz, onu kendin görmek zorundasın!”
Matrix serisi temelinde Matrix, Matrix Reloaded ve Matrix Revolutions olmak üzere üç bölümden oluşur. Tüm bölümler aynı sanal dünyada geçer.
Matrix’in hikâyesini yedi bölüm altında toplayabiliriz.
“Yolu bilmek ile o yoldan yürümek farklı şeyler…”
1- İkinci Rönesans: Milenyum çağının ortalarında insanlar tüm yükümlülüklerini ürettikleri robotlara vermiş ve tüketim toplumuna doğru hızlı adımlarla ilerlemektedirler. İnsanoğlu tüm hizmetlerini yaptırdıkları robatlara zerre kadar saygı duymamaktadırlar. Sonunda bir robot sahibine direniş gösterir. İnsan zekâsına sahip olduğu için insan gibi yargılanır ve onun gibi üretilen tüm robotlar yok edilir. Kalan son robotlar da dünya üzerinde bir noktada birleşirler. Toplandıkları bölgeye “01” adını verirler. Birkaç dönem sonra robotların üretip dünya pazarına sürdükleri cihazlar gezegenin ekonomik dengesini bozunca durumu sonunda ciddiye alan dünya liderleri birleşir ve robotların enerji kaynağı olan güneşin karartılmasına kararı verilir.
2- Savaş: Dünya atmosferine atılan sis bombaları ile robotların enerji kaynağı olan güneş karartılır. İnsanlar atağa geçtiklerinde bilmedikleri bir şey vardır. Robotlar bu atağı çoktan beri beklemektedirler ve insanlığı yeryüzünden silecek güce sahiptiler. Savaş bittiğinde robotlar dünyada kalan güçsüz ve suçsuz bedenlere gözlerini dikerler. İnsanlık yeryüzünden silinmiştir.
3- Yeni Dünya Düzeni: Savaşta insan bedenini inceden inceye araştıran robotlar güneş’in sönmesiyle yeni enerji kaynaklarına yönelirler. Araştırmalar sonucunda insan bedenindeki ısıyı füzyonun bir türüyle birleştirip elektrik enerjisine dönüştürmeyi başaran makineler, buldukları üreyen ve kendini yenileyebilen bu yeni enerji kaynağının beyinlerini insanlığın en mükemmel yıllarını içeren Matrix adını verdikleri bir simülasyonla uyuşturarak bedenlerinden faydalanır ve karşılıklı bir döngü yaratırlar.
4- Matrix: Programın tasarımcısı ilk önce insanlar için mükemmel bir dünya kurar. Bu dünyaya inanmayan insanlar programdan uyanmaya kalkışır. Bazıları da tam tersine simülasyonun içinde ölmektedir. Mimar güncelleştirmelerine devam eder ve son olarak 19. yy. dünyasını inşa eder ve insan psikolojisini araştırmak için “Kâhin” karakterini dâhil eder. Yıllar içinde Kâhin de işe yaramayıp uyanmaya kalkan insanlar programı çökertmeye kalkışınca mimar bu kez “Seçilmiş Kişi” adını verdiği karakteri programa katar. Bu kişi Matrix’de üstün güçlere sahip olacak ve insanlığı kurtaracaktır.
“Gerçek Dünyaya hoş geldin!”
5- The One: Yüzyıllar içinde seçilmiş kişiyi arayarak Matrix’ten kurtarılan insanlar “Zion” adını verdikleri yer altı şehirlerinde yaşamaya başlarlar. Bu arada arayışlarına devam edebilmek için Matrix’e gizlice girip çıkmaktadırlar. Bu giriş çıkışları engellemek için program ajan denen öğeleri programa ekler. İnsanlık seçilmiş kişiyi ararken bir taraftan da ajanlarla mücadele halindedir.
6- Döngünün Sonu: Kâhin insanların ölümüne sebep olan temizleme işlemine bir süre sonra dayanamayıp son döngüde seçilmiş kişiye yüklenmiş olan güçlerin aynısını Smith adlı bir ajana da yükleyerek güçleri eşitler ve kavgayı seyre başlar. Smith bir süre sonra fazlasıyla güçlenecek ve programın her kademesine nüfuz etmeye başlayacaktır. Tam bu sırada seçilmiş kişi Neo ortaya çıkar.
“Hiç gerçek olduğundan emin olduğun bir rüya gördün mü? Ya bu rüyadan hiç uyanmasaydın o zaman gerçek dünya ile rüya arasındaki farkı nasıl ayırt ederdin?”
7- Barış: makine şehrine girerek anlaşma yapan Neo, Matrix’e yeniden girerek Smiht ile karşılacak fakat ona yerleştirilmiş kodun kendisininkiyle aynı olduğunu fark ettiğinde virüsün kendine de bulaşmasına izin vererek kendini ve Smiht’i yok edecektir. Böylece anlaşma gereği makinelerle insanlar arasındaki barış sağlamış olacaktır.
“Bu açıklanamaz ama hissedersin. Hayatın boyunca dünyayla ilgili bazı şeylerin yanlış olduğunu hissetmişsindir. Ne olduğunu bilmezsin ama o oradadır, beynine saplanmış bir kıymık parçası gibi… Seni deli eder…”
Larry ve Andy Wachowski kardeşlerin yazıp yönettiği bilim-kurgu filmi olan yapım gişede dünyada kırılması zor bir rekora imza atmış ve gösterime girdiği günden itibaren özellikle de gençler arasında fenomene dönüşmüştür. Oyuncuya büyük bir şöhret kazandıran macera ona Hollywood’un tüm kapılarını da sonuna kadar açtı. Keanu Reeves Neo karakteriyle o kadar özdeşleştirildi ki üzerine yapışan bu görevden kurtulmakta zorlandı. Artık yeni başladığı her işte bir parçası Neo olarak kalacaktı. Durgun, soğuk ve her anında dengeli…
9. Adım; Constantine (2005):
DC Comics’in korku çizgi romanı olan “Hellblazer”dan sinemaya uyarlanan yapım gösterime girdiği tarihten itibaren başarılı bir gişe elde etmiş ve izlenmesi gereken filmler listesine adını yazdırmıştır. Yönetmenliğini Francis Lawrence’ın üstlendiği macera iyi ile kötünün garip ve karanlık mücadelesini anlatır. John Cosntantine’nin bazı özel yetenekleri vardır. Cosntantine dünyada dolaşan bazı melez melekleri ve iblisleri tanıyabilmektedir. Yolu bir gün henüz aydınlatılmamış bir intihar vakasına düşer ve macera başlar. Cosntantine hayatı ciddiye almayan, ölümle dalga geçen ve günde paket paket sigara içen garip bir dedektiftir. Şeytan onun ölmesini o ise bu komedinin bitmesini beklemektedir.
10. Adım; The Day the Earth Stood Stil (2008):
Reeves’in bir kez daha Neo’nun kökenlerine dönmeye çalıştığı lakin Matrix’te elde ettiği başarıyı yakalayamadığı bilim-kurgu aksiyon filmidir. Filmin orijinal çekimi yine aynı isimle 1951 yılında yapılmıştır. Oldukça ağır eleştirilere maruz kalır oyuncu. Yönetmenliğini Scott Derrickson’un üstlendiği yapım gişede de istediğini elde edemedi.
Washington D.C’de sıradan bir gün yaşanırken, içinde uzaylı Klaatu ve onun birçok güce sahip robotu Gort’u taşıyan bir UFO şehrin tam ortasına iniş yapar. UFO’nun içinde çıkan Klaatu ve Gort, yeryüzüne barış getirmek için görevlendirilmişlerdir. Ancak gezegenler arası bir barış için belki de yeryüzünü yok olması gerekmektedir. Klaatu, yeryüzü için hala umut olduğunu düşünürken, ordu tarafından yok edilir. Bu nedenle robotu Gort, daha sert ve saldırgan tedbirler almak zorunda kalır. Filmde Reeves Klaatu’yu canlandırırken, Jennifer Connelly ise onun yeryüzünde tanışacağı bilim insanlarından Helen Benson’ı oynuyor.
Son Dönem Yapımlarından; Man of Tai Chi (2013):
Çin-ABD ortak yapımı filmdir. Yapımın en önemli özelliklerinden bir tanesi de Reeves’in ilk yönetmenlik denemesi olmasıdır. Oyuncu maceranın bir bölümünde arkadaşı olan dublör Tiger Chan’in yaşamından etkilenmiştir.
Yapım seksenler ruhunu taşıyan bol aksiyonlu ve dövüş tekniklerinin yeni, eski ayırt edilmeksizin harmanlandığı hızlı bir maceraya sahip. Öyküsünü dolaysız bir aksiyonla aktarıyor ve izleyiciyi sıkmadan keyifli anlar yaşatıyor.
Keanu Reeves sanat yaşamını acılarla, inişlerle ve çıkışlarla yaşayan bir oyuncu. Tam da zirve yaptığı dönemde önce bebeğini daha hayata gözlerini açamadan kaybetti. Ardından da sevdiği kadını… Kendini müziğe verdiği ve bunu da gayet iyi başardığı bir grubu var. Basit ve gösterişsiz yaşamayı seviyor. Parayla arası pek yok. Öyle ki kazandığı servetin büyük bir bölümünü vakıflara harcıyor. Motor tutkunu ve bir apartman dairesinde yalnız yaşıyor. Reeves ilginç bir aktör, birçoklarına göre yeteneği sıfırın altında. Fakat kabul etmek gerekir ki o sinema dünyasına adını çoktan yazdırdı ve isminin silinmesine de hiç niyeti yok.
Açıkçası Point Break de eklenebilirdi diye düşünüyorum listeye. En azından diğer bazı filmlerden daha iyi bir tercih olurdu. Bir de Devil’s Advocate neden bu kadar abartılır anlayamıyorum; hem film kötü, hem de Al Pacino aşırı abartılı oynuyordu.
Yazarımız bu konuda bir ekleme yaparsa yayınlamaktan keyif alırız. Gerçekten de Point Break, hem Keanu Reeves, hem Patrick Swayze hem de filmin yönetmeni Kathryn Bigelow’un filmografisinde önemli bir film…
Kariyerinde yer eden, en azından popüler kültürdeki değeri ile John Wick serisinin eklenmesi de doğru olabilir.