Bu yazıyı uzun zamandır yazmak istiyordum ancak durumun ‘acıklı resmi’ ciddi baş ağrısına sebep olduğu için hep yazmaktan kaçınıyordum. İnternette dolaşırken ve artık kesin olarak bir ‘internet bağımlısı’ olduğum gerçeğiyle yüzleşirken, bir haberle karşılaştım. Burçak Evren, TRT Türk’te yayınlanan Film Arası programına katılmış ve Türkiye’deki eğitim sisteminin sinemacı yetiştiremediğini aksine öğrencileri sinemadan soğuttuğunu anlatmıştı. Bu tespitine karşı çıkmam mümkün değildi. Söylediklerine yüzde yüz katılmakla birlikte, yazmayı ertelediğim bu konuyu kendi açımdan değerlendirmenin de vaktinin geldiğine karar verdim.

sandalyej

Kişisel olarak inandığım şey; sanatın teorilerle ve yöntemlerle anlatılacak bir şey olmadığı gerçeğidir. Metotlar, yaratıcılığı sınırlayan ve üreteni dar kalıplara sokan törpü makineleri gibi düzleştirici mekanızmalardır. O yüzden bana göre resim yapmanın, şiir yazmanın ya da film çekmenin kesin kuralları yoktur ve öğretilemezler. Teknikleri ve yöntemleri vardır sadece. Ya da hiçbiri! Yöntemleri siz belirlediğiniz sürece sorun yoktur. Çünkü ancak o zaman özgün ve yaratıcı olabilirsiniz. Aksi ise tek tornadan çıkmış fabrikasyon bir üretimin bir parçası olmanız dışında hiçbir anlam ifade etmez. Size hiç kimse kalıpların dışına çıktığınız için, yazdığınız herhangi bir şeyin şiir olmadığını ya da karaladığınız/boyadığınız şeyin resim olmadığını söyleyemez. Söylemek isteseler de aldırış etmeyin. Sokakta bir duvara çiziktirilmiş bir şekil, galeride sergilenen bir eser kadar değerli (sanatsal anlamda) olabilir, yapanın maksadına ve amacına göre… Çünkü sanat da zaten bunun için vardır. Düşünmek, tasarlamak, karşı çıkmak, yaratmak, haykırmak, ters köşeye yatırmak, şaşırtmak, isyan etmek, direnmek, bütünleşmek, eyleme dökmek ve paylaşmak için…

Bu noktada ‘sanat eğitimi’ bana hep tutarsız ve büyük bir kandırmaca olarak görünmüştür. Kalıplaştırıcı ve baskıcı… Eğitim kurumları da, o yüzden size sahip olmadığınız bir şeyi veremezler. Sadece farkındalık yaratabilirler! Eğer onu da yapamıyorlarsa boş verin gitsin!

Ben çiçek çocukların söylediği tarzda ya da somut olarak, Pink Floyd’un meşhur dizelerindeki gibi “bizim hiçbir eğitime ihtiyacımız yok, bizim düşünülen hiçbir kontrole ihtiyacımız yok… …hey öğretmen! O çocukları yalnız bırak” fikrine gerçekçi olmadığı için çok da katılamıyorum. Sadece bu romantik yaklaşıma hayranlık duymakla yetiniyorum. Çünkü genel anlamda iyi bir eğitim almış, okuyan, yazan, çizen birisinin bir noktada uyanıp da benim aslında bunlara ihtiyacım yokmuş demesi gayet normal bir şey. Ama o eğitime hiç sahip olmamış birisinin, o eğitime ihtiyacı olup olmadığını anlamasını nasıl beklersiniz? Hele ki Türkiye gibi okur yazar oranının yerlerde olduğu bir toplumda ben kimseye ‘hey dostum! senin eğitime falan ihtiyacın yok, çapaya devam!’ demem kadar saçma bir şey olamaz. Demek istediğim; okullar ve eğitim sistemleri sizi bir kalıba sokmak ve adam gibi adam olmanız için uğraşırken, siz onların istediği şeye dönüşmeden, sadece almanız gerekeni aldığınız sürece tehlikeli sistemler değillerdir. Sanat okulları ya da konumuz olduğu üzere ‘sinema okulları ya da bölümleri’ farkındalık yarattığı, işinizi kolaylaştırıcı bilgileri paylaştığı, yaratıcılığınıza katkı sağlayacak yönde yönlendirebildiği ve sizi motive edebildiği sürece uzak durulması gereken yerler değillerdir. Ama yine de bu eğitim kurumları sizde olmayan bir şeyi size veremezler! O bahsettiğim şey sizde olmalı ki, üzerine daha çok koymak için almasını becerebilesiniz.

cinema

Gelelim Türkiye’deki sinema eğitimi meselesine… Gerçekten de sinema eğitimi veren üniversitelerin ilgili bölümleri ya da özel kurslar yukarıda bahsettiğim işleve sahipler mi? Hemen cevap veriyorum: Hayır hem de hiç değiller!

Öncelikle sistem daha en başından yanlış kurulduğu için etkisiz ve içi boştur ya da odağı çok yönlü ve dağınıktır. Dört yıllık eğitim veren bölümlere bakarsanız ‘Radyo, Televizyon ve Sinema’ diye bir ana bölüm başlığıyla karşılaşırsınız. Sinemanın radyo ile ya da televizyonun, sinema ile iletişim aracı olması dışında ortak nasıl bir noktası olduğunu söyleyebilirsiniz? Eğer ki bu durum sizin için yeterliyse sorun yok. Evet bir iletişim öğrencisinin iletişim araçlarını öğrenmesi veya bilmesi kadar doğal bir şey yoktur ancak siz buradan ne sinemacı, ne televizyoncu, ne de radyocu yetiştirebilirsiniz. Çünkü sinema sanıldığı gibi projeksiyon cihazıyla perdeye yansıtılan görüntünün adı değildir. Ya da sadece, kuramsal ve tarihsel olarak teorik bilgilerle izah edilecek bir mevzu hiç değildir. Dört yıl boyunca okuyup eline kamera bile almayan öğrencilerin olduğu bir fakülte, fakülte olma özelliğine sahip midir? Kimya laboratuarında deney yapmayan biri sizce kimyager olabilir mi? Ya da yazmadan, çizmeden, çekmeden, kurgulamadan, denemeden film yapabileceğini mi kanıtlamaya çalışıyor bizim bu eğitmenlerimiz. Siz öğrencilere, internetten ya da kitaplardan kolayca bulabilecekleri bilgileri anlatmak dışında ne veriyorsunuz? Kameranın vizöründen tek bir kez bile bakmamış kimselerin akademisyen olduğu, kendilerine ait çekilmiş tek bir senaryolarının bile olmadığı kişilerin senaryo yazmayı anlattığı, kendilerine ait kısa filmleri bile olmayan kişilerin film yapımı ve film çekmek üzerine ahkam kestiği bir ortamda ‘sinemacı’ yetiştirmekten nasıl söz edebilirsiniz ki? Türkiye’de yapılan işler, çekilen filmler ya da gösterime bile çıkamayan ama çok değerli kabul edilebilecek filmlerin kaçından haberdar acaba bu eğitim kurumlarının başındaki hocalar. Sinema tarihine geçmiş filmleri izlettirip alın işte adamlar yapmış, çözümlemesini de yapın, aferin, demekle mi sinemacı yetiştiriyorsunuz?

Bana kimse, yatırım eksik, laboratuar yok, cihaz yok, teknik imkansızlıklar diye başlamasın. Bugün neredeyse bütün cep telefonlarının kamerası ve video çekme özelliği var. Bütün ev bilgisayarlarının işletim sistemlerinde video kurgu programları mevcut. Teknikse, teknik olarak film üretiminin ana iki enstrümanı zaten mevcut. Mesele o da değil! Bu öğrencilere bakış açısı, estetik, özgünlük, perspektif, renk bilgisi, sanat tarihi anlatıyor musunuz? Ya da dediğim gibi sadece anlatıyor musunuz? Sanırım sorun bu: Göstermiyor, denetmiyor, uygulatmıyor sadece anlatıyorsunuz! Hepsini geçtim Türkiye’deki sinema endüstrisinin realitesinden, yapısından bahsediyor musunuz? Ya da bu hocalar Türkiye’deki realiteden ne kadar haberdarlar? Kaçı piyasa şartlarını veya mevcut durum konusunda bilgili?

Sinema yazarlarının bile Türkiye’de çekilen çoğu filmi izlemediğini çok iyi bilirken, sizin bu filmlere ulaşmak için bir tarafınızı kaldırıp çaba harcayacağınızı nasıl bekleyebilirim ki?! Bağımsız sinemacıların, ki bana göre Türkiye’de sinema zaten sadece bağımsızdır. (Herhangi bir stüdyo ya da yapım şirketinin tekelinin söz konusu olmadığından bahsediyorum.) filmlerini gösterememek sorunuyla karşı karşıya oldukları şu durumda, üniversitelerin ilgili bölümleri, onu da geçtim sinema kulüpleri neyle meşguller?

Kimse kusura bakmasın ve isteyen istediği yerinden alınsın! Gerçek budur! Hiçbiriniz kendiniz dışında hiçbir şey için hiçbir şey yapmıyorsunuz! Bu; bu kadar açık ve nettir. Böyle olmasaydı, o okullardan mezun olanlar nerede diye sormazdık? Tamam diyebilirsiniz ki, ‘Her şey bizde bitmiyor. Devletin eğitim sistemini baştan yenilemesi lazım ki, biz de ona uyan bir şekilde kendimizi yenileyelim.’ (Buna hak vermekle birlikte, bahaneye yer vermemek için yemezler diyorum) Ya da ‘Kendimizi yırtıyoruz ama işlediğimiz madende cevher yok!’

Evet bu da ikinci büyük sorun olarak karşımızda hatta devletin eğitim politikasından sonra üçüncü sırada. Kısaca sıralamak gerekirse sorunu bu üç madde özetleyebiliriz.

1. Eğitim sistemi
2. Öğretmenlerin yetersizliği ve/veya ilgisizliği
3. Öğrenci Profili

Eğitim sistemi zaten rezalet. Ders veren hocaların da çoğu bu pespayeliğe kendilerini kaptırmışlar ve boş vermişler. Direnen küçük bir kesim de ömründen ömür yemiş ve muhtemelen rehabilitasyona girmişlerdir. Ama öğrenci profili ne durumda peki? Büyük heveslerle bu bölümlere girenler neyi hedeflediklerini, ne beklediklerini biliyorlar mı? Sadece film seyretmiş olmak ya da sinemayı sevmek, bu işi meslek olarak da yapmak istedikleri anlamına geliyor mu?

Ünlü olmanın, şöhret peşinde koşmanın sadece osuruktan ibaret olduğu ve havalı bir işe sahip olmanın, yaptığın işten ve işin içeriğinden daha önemli olduğu bir toplumda, bireylerden ne bekleyebilirsiniz ki? Peşine kapılıp geldiği sinema dünyasını Hollywood sanan ve işin sadece renkli kısmının peşinde koşan, yönetmen diyince sadece monitörün başında oturup oldu olmadı diye caka satan, film zevki ve kültürü olarak sadece vizyonda izlediği filmlerle sınırlı olan, dünya sineması ve diğer sanat akımları hakkında fikri dahi olmayan, hayata karşı belli bir bakış açısı ve duruşu olmayan bir kitleden söz ediyoruz. Bu adamdan ne sinemacı olur ne de başka bir şey. Sadece odun olur, o da yaş olduğu için çabuk söner.

Yazımın başında bahsettiğim mevzu, yani neden çiçek çocuklar kadar romantik takılamadığımın asıl sebebi işte budur! İlk önce odun olmamayı kabul edecek bir cevhere ihtiyacımız var.

Bu odunluk mevzusu rakamsal olarak sayının bir hayli fazla olmasından kaynaklanan bir genellemeye dönüşüyor maalesef. Arada hiç mi o vizyona sahip kimse yok diye sorarsanız elbette var derim. O zaman da sorun neden ‘sinemacı’ yetişemiyor noktasında, bu cevhere sahip küçük azınlığın ilk önce boktan eğitim sisteminde ısırılmasına, arkasından sektörde tokatlanmasına, sonrasında da hayal kırıklığıyla yola devam edip etmemeye karar vermesiyle sürüyor. keremtopuz-twitter_2Yani paramparça olmasına neden oluyor. Süzgecin delikleri o kadar geniş ki, düşmek istemeyenler bile kayıp çoğunluğa karışıveriyorlar.

Ben, her şeye rağmen iyimserliğimi koruyorum. Çok yetenekli, araştıran, okuyan eden, yazan çizen, çeken kurgulayan, çok sağlam bir kuşağın bomba gibi geleceğine hatta gelmiş olduğuna inanıyorum. Şu an için aşmaları gereken ve bilmeleri gereken realiteyi görmelerini istiyorum sadece. O da Türkiye gerçeği! Çünkü bazı şeyler sadece istemekle olmuyor. Eyleme geçmediğiniz sürece de hiçbir şey olmayacak!

Türkiye’de sinema sektörü sadece ve sadece bireysel çabalarla ilerleyebilen, buna rağmen henüz batmamış bir sektördür. Kendinden, özel hayatından, binlerce kez fedakarlıklarla bu dinamiği sürdüren, ayakta tutmaya çalışan bir avuç insanın, muhteşem başarısıdır. Herkese ve her şeye rağmen direnenlerin olağanüstü zaferidir!

Öteki Sinema için yazan: Kerem Topuz

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

3 Comments Leave a Reply

  1. Hocam okullarda ogrencilerin dort yil bboyunca ellerine bir kamera dahi almadan mezun oldugundan, teknik eksikliklerden bahsetmissiniz. Ben sinema okumadim ama Turkiyede ogrencilerini cep telefonuna muhtac edecek kadar yetersiz sinema okulu var mi gercekten? Bu yazdiklariniz icin okullarin teknik kapasitesine dair herhangi bi kaynak yada arastirmaya baktiniz mi? Ben de hani bu konu uzerinde yapilan herhangi bi arastirma yada makale okumadim ama bir sinema izleyicisi olarak, Turkiyede yapilan filmlerin teknik olarak duzeyi fena gozukmuyor, e bu filmlerin arkasindaki teknik ekipte sinema okullarindan mezun kisilerden olusuyordur. O nedenle okullarin kapasitedi de bahsettiginiz kadar icler acisi deildir diye dusunuyorum.

  2. Böyle bir yazı yazmadan önce Türkiye’deki tüm sinema okullarındaki eğitimi araştırmış olmanız gerekmez mi? Okulların olanakları ve öğrencilerin çalışmalarıyla ilgili yazdıklarımız gerçeği yansıtmıyor. Ayrıca sinema okulları sAdece iletişim fakültelerinde yok, asıl olarak güzel sanatlar fakültelerindeki sinema okullarına da bir baksanız iyi olur.

  3. marmara gsf sinema tv öğrencisiyim (8 yıldır hocalar sağolsun), bizde film çok çekilir ama filmler hem teknik hem içerik olarak çoğunlukla boştur. okulun imkanları çok yetersiz, çoğu kişi eline kamera alır ama okuldan mezun olduğunda ben bizzat biliyorum tripotu açamayan adamlar kızlar var. senarist olmak istiyodum, senaryo hocası beni önce senaryodan soğuttu, şimdi toptan sinemadan soğudum, keşke başka bölümde okusaymışım diyorum. bu arada işsiz falan değilim ama sinema okulları türkiyede istisnası olabilir (marmara iletişim rtsyi de biliyorum bu arada çok arkadaşım var orada), kötünün de kötüsü.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Valentino: Bir İdol Çöllerde…

Şark garp için bir “öteki”yken, Valentino da bir “öteki”ydi. Valentino’yu
blank

Altın Portakal’da Jüri ve Yönetmelik Skandalı!

58. Altın Portakal Film Festivali'nin yönetmeliği neden değiştirildi? Sinema ile