Kibar Dağlayan Yiğit ile Bozcada Ekolojik Belgesel Film Festivali’nde tanıştık ve kısa zamanda arkadaş olduk. İçten ve samimi tavırlarını belgesellerinde de görebilirsiniz. Dünyaya sunulacak bir katkının da filmlerle belgesellerle olacağına inanan Kibar Dağlayan Yiğit ile konuştuk…
Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir
Öncelikle seni kısaca tanıyalım mı Kibar?
1968, Kiğı (Bingöl) doğumluyum. Küçük öyküler yazıyordum küçük yaştan beri. Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filmini ilk izlediğimde çok etkilenmiştim. Sinemaya ilk merakım o zaman yeşerdi. Öykü yazma dilimi geliştirmek için 2004 yılında yazarlık atölyesine kaydolmak üzere BEKSAV’a gitmiştim. Tesadüftür, bana yazarlık atölyesinin başlamasına birkaç ay olduğunu ama istersem sinema atölyesine katılabileceğimi, onun yeni başladığını söylediler. Ben de bir derse girip şöyle bir bakayım dedim. İstedim ama o zamana kadar elime kamera almış değildim; kameranın nasıl bir şey olduğunu bile bilmiyordum. Hatta profesyonel bir fotoğraf makinasına bile aşina değildim. Uğur Kutay’ın sinema analizi vardı, ben de derse girdim. Dokuz saat sürdü ders o gün. Sonsuzluk ve Bir Gün filmini izlemiştik. “Bu ne ya?” demiştim. Sinema hocamız Uğur Kutay’ın analiz derslerinden çok şey öğrendim çok öğreticiydi. İkinci film Çingeneler Zamanı, üçüncü film Cennetin Rengi derken ben atölyeye kaydoldum sonunda. Dokuz ay devam etti böyle analiz dersleri. Sonra ışık, kamera hareketleri, kurgu, senaryo ile devam eden atölye 1,5 yıl sürdü. Halen Zeugma Film Festivali belgesel bölümünün ve Belgesel Sinemacılar Birliği’nin gösterim koordinatörlüğünü yürütmekteyim.
Derdini kamerayla, belgelerle, belgeselle anlatmak fikri nasıl doğdu?
Sinema atölyesinden gelen bir belgesel sinemacı kadın olarak sinemanın yaşamı değiştiren dönüştüren güçlü bir yanı olduğuna inanıyorum ve her geçen gün kötüye giden bir dünyanın ve farkındalığın azaldığı, empatinin yok sayılacak duruma geldiği zamanlarda sinema bir nefes olur insan ömrüne. Bu dünyanın vicdanıdır sinema. Kısacası sinemayı seviyorum. Başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanıyorum.
İlk belgeselin Özgürlüğü Ararken sanırım. Fikir nasıl şekillendi?
Pazartesi dergisinin okuyucusuydum. Kadın hareketiyle tanışıyordum. 1980’den sonra ilk kadın dergisini kuran Türkiye’deki kadın hareketinin ilkleriyle ilk dergi, ilk dernek, ilk kitap. Bunların içinde feminist, müslüman, sosyalist, cumhuriyetçi ve cinsel yönelimi farklı olan kadınlar vardı. Kısaca kadın hareketinin ilkleri idi. (İlk film olmasına rağmen aslında o filmi çok paylaşmadık.) Çünkü o filmin kitabını da yayımlayacaktık fakat aynı isimde aynı konu aynı insanlar Amargi’nin çıkardığı aynı isimli kitap da çok iyi biçimde yazılmış idi. O yüzden kitabı çıkarmaktan vazgeçtik. Ama bu yıl o filmin gösterimini yapacağız.
Daha çok işçiler, çocuk ve kadınlar üzerinden kuruyorsun hikâyeni. Seni bu konularda çekim yapmaya iten duygu nedir?
Sürekli söylediğim şeyi tekrar söylemek istiyorum. Kameranın kapitalizme, kirlenen dünyaya karşı bir silah olduğunu düşünüyorum. O yüzden de filmlerimde kadınlar ve çocuklar başrolü oynuyor. Çocuklar kirlenen bir dünyada yürekleriyle saf kalan tek şey. Biz büyükler, kirlenmişliğe, kötülüğe alışıyoruz. Alıştırılıyoruz daha doğrusu. Ölümler bizim için doğal bir şey oluyor, çok çabuk kanıksıyoruz ama çocuklar bu büyük adamların kirlenmişliğine direniyor. O yüzden ben çocuklardan çok umutluyum. Onların ileride ırkçı, savaş yanlısı olmayacağına inanıyorum.
Belgesel çekmenin kurmaca film çekmekten senin için farklı olan tarafları nedir? Kurmaca düşünmüyor musun hiç?
Belgesel gerçekliktir. Her zaman dediğim gibi belgesel derdi olanın yaşam biçimidir. Belgesel ne bir hobi ne de meslektir. Kurmaca düşünüyorum lakin yine bir yaşanmışlıktan yola çıkarak yapmayı düşünüyorum. Ben şu an reelde hobi olarak kısa film yapan arkadaşlara rastladım ama dişini tırnağına takarak kısa film çeken arkadaşlara da rastladım. (Sinemanın her bir türünü hobi olarak bile yapılsa güzel ve anlamlı buluyorum.) 12 yıldır bu ülkede sinema yapıyorum, belgeseli hobi olarak yapana rastlamadım.
Filmlerin için maddi koşulları nasıl yaratıyorsun, fonlar, ödenekler bu anlamda derdine derman oluyor mu?
Çok iç yakıcı bir soru öncelikle onu belirteyim. Çok zor şartlarda derdimi anlatmaya çalışıyorum. Şimdiye kadar hiçbir sponsorluk almadım. Bundan sonra olur mu, olursa güzel olur.
Son belgeselin Didem Madak üzerine. Onun arkasından, onu anmak, onun şiirlerini okumak… Didem Mamak haberini görünce aklından ilk neler geçti ve fikir nasıl ete kemiğe büründü…
Didem Madak belgeseline gelince ben iki versiyonunu yaptım. Birinde şiirleri ön plandaydı. İlk versiyonu Marmaris Film Festivali’nde yarışma filmiydi ve Ankara’da Alternatif Karşılaşmalar Film festivalinde paylaştım. Hemen ardından yurtdışında iki festivale yolladım. Fakat İlk festivalde bize şöyle bir mektup geldi. “Bu filmin şiirlerini kısaltın, hayat öyküsünü ön plana çıkararak tekrar bizimle paylaşmanızı çok istiyoruz” cevabını aldık. Yeni versiyonunda yaşamını ön plana çıkardık ve şiirlerini kısalttık. Yani kısacası filmi baştan sona kadar yeniden kurgulayarak yeniden çektik. Şu anda son aşamalarında. Kısa zamanda her iki versiyonu da izleyici ile buluşturmak istiyoruz. Didem Madak sokağın şairi, kadınların, sokak çocuklarının, yaşamın çok içinden sahici bir şairdi. Çok sahici, çok içten. Filmimizdeki sanat danışmanımız Hilal Polat arkadaşımız hep şunu der. Tekrar paylaşmak isterim. Didem Madak her nerde her kimde dile geliyorsa samimi olmalı. Onun duygusuna yakın olmayan bir mekânı, bir insanı sakın filme koyma.
Belgesel biraz da ikna etme sanatı diye düşünüyorum. Hayatını çektiğiniz ya da hayatı çekilen insanlarla ilgili konuşanların ikna aşaması nasıl oluyor, en önemli aşaması o olsa gerek belgesellerin… Belgeselci iyi bir anlatıcı olmalı bir yandan da…
Şimdiye kadar bütün belgesel karakterlerimin çok sıcak ve samimi olduğunu düşünüyorum. Belki de sinemanın bana öğrettiği en önemli şeylerden biri insanlara yaklaşırken onları dinine, ırkına, cinsiyetine, ideolojisine bakmaksızın insanı ve vicdanı odağıma alarak yaklaşıyorum. Geri dönüşler de aynı samimiyette oluyor. Bu durum benim için paha biçilmez…
Nuri Bilge Ceylan hala uzakta mı sence?
Benim ilk atölye filmim Nuri Bilge Ceylan Çok Uzakta adlı filmimdi. İlk filmimin hikâyesi epey komiktir. Atölyeyi tanıtırken bize sizin hocalarınız Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu demişlerdi. Ama hiçbiri gelemedi. O yüzden ilk kısa filmimin adını Nuri Bilge Ceylan Çok Uzakta koymuştum. O zamanlar Nuri Bilge Ceylan, ‘Uzak’ filmini çekmişti. Ben de gelmeyen Nuri Bilge Ceylan’dan yola çıkarak bu filmi çektim. Sorunun cevabına gelince o kadar da uzak sayılmayız.
Kadın sinemacı kimliği hem kadınlar tarafından kullanılmak istenmeyen ama savunma aracı olarak bir yandan da sürekli gündeme gelen bir konu. Bu konuda sen ne düşünüyorsun, sinema ağır bir sanat dalı olduğu için mi kendi içinde böyle ayrıştırmalara müsaade ediyor?
Aslında kadın sineması, Türk sineması, Türkiye sineması gibi kümelere ayırmak çok içime sinmiyor. Sinemanın evrensel olduğuna çok inanıyorum Ve böyle anılmasını istiyorum. Lakin bu kadın gözünden anlatılan filmlerin daha çok etkileyici olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Festivallere giden biri olarak nasıl gözlemliyorsun, katılımcılara ne gibi faydaları oluyor?
Ben film festivallerini çok önemsiyorum ve benim biçin bir atölye. Her bir gittiğim festivalde bir şeyler öğrenerek dönüyorum. Festivale gelen filmleri izleyen insanlarla birebir göz temasında bulunmak paha biçilmez bir şey. Ülkemizde festivallerin içi biraz boşaltılıyor. Artık ülkemizde çok amaçlı festival modası başlamıştır. Öyle ki içinde film bulmakta güçlük çektiğimiz film festivalleri bizi bekliyor gibi görünüyor. Tüm olumsuzluklara rağmen halen direnen festivaller var. Onlara selam olsun.
Bundan sonraki projeler neler olacak, neler çekeceksin?
Bu hafta başladığım bir belgesel var. Tam bir vicdan ve insan filmi. Bir kadın doktorun yaşam öyküsü… Elimden geldiği kadar onu anlatmaya çalışacağım.
Son olarak neler söylersin?
Ülkemde filmlerin tekrar festivale döndüğü ve sokağın yaşamla buluştuğu günler diliyorum… Çok teşekkürler. Sevgimle arkadaşım.
[box type=”info” align=”” class=”” width=””]
Kibar Dağlayan Yiğit Filmografi
- Bir Çok Sevmelerin Öyküsü: Didem Madak (2017), Yönetmen
- Rüzgarın Şarkısı (2016), Yönetmen
- Mutluluğun Belgeseli (2012), Yönetmen
- Camdan Köprüler (2010), Yönetmen
- İplik Hayatlar (2008), Yönetmen
- Özgürlüğü Ararken (2007), Yönetmen
- Lodos (2008), Yapım Yardımcısı
[/box]
2020 Ekim ayında başlayan ve bir kaç ay daha sürecek olan, İzmir Büyük şehir kültür-sanat etkinlikleri kapsamında ”Mahallemiz Kadınları Sinema Yapıyor ” projesi başlığı altında, Yavuz Gümüş hocamızla beraber biz sanatın görsel ve duyusal biçiminin en güzel hali olan sinemaya olan ilgimizi başka bir boyuta taşımak adına yardımcı olmaya başladı. Böyle güzel projeler yapıp engin bilgisini ve evrensel insani vicdanını bizimle paylaştığı için samimi ve bir o kadar da tatlı hocamıza sonsuz teşekkürler. Projeleri gibi daha nice güzel başarılarını izlemek dileklerimizle…