Sinemada uyarlama denilen üretimin nasıl çileli bir savaş olduğunu filmi çeken kadar seyreden de biliyor. Bir filmi iyi film yapan unsurlarla iyi uyarlama yapan unsurların her zaman paralel olmadığını, yönetmenin (bazen iyi bir eser üreteceğine olan inancı yüzünden, bazen ise sadece kolaya kaçmak için) iyi film uğruna iyi uyarlama şansını çoğu kez feda ettiğini gözlemledik, hüznünü yaşadık.
Muhtemelen bu fedakarlığın en acı örneği, 2006 yılının çok ses getiren filmi V for Vendetta olmuştu. Çoğu genç seyirciye hayatlarının en radikal kahramanını bahşeden V for Vendetta filminin, çizgiromanın yazarı (Hz.) Alan Moore tarafından “aşırı Amerikanlaştırılmış ve özünden sapmış” bulunduğu için aforoz edildiğini sadece ilgilisi bilir. 2010 yapımı Kick-Ass’e de geldiğimizde de benzer bir durumla karşılaşıyoruz. Mark Millar’ın aynı adlı mini serisinden uyarlanan Kick-Ass, kesinlikle çok keyifli bir film, ancak her çizgiroman fanatiğini de aşk-nefret ikilemine düşürecek, uyarlama niteliği tartışmalı bir yapım.
Dave Lizewski, babasıyla birlikte yaşayan bir lise öğrencisidir. Okulda popülerlikten uzaktır ve zamanının çoğunu çizgiroman okumakla geçirmektedir. Rutin hayatının pençesinde kıvranan Dave sonunda her azılı çizgiroman okurunun hayatında en az bir kez sorguladığı soru ile karşı karşıya gelir: Neden çizgiromanlardaki gibi kötülüklere karşı savaşmayı deneyen kostümlü kahramanlar yoktur? Neden bir çılgın, bir dahi ya da gözünü kahramanlık/intikam ateşi bürümüş herhangi biri kendine kostüm dikip böyle bir yola sapmayı denemez? Bu sorunun daimi cevabını değiştirmek için Dave kendini dünyanın ilk kostümlü kahramanı olmaya adar. Kıyafet ve silah edinir, sokaklarda suç avcılığına girişir. Ancak gerçek dünyada işler hiç de umduğu gibi yürümeyecektir.
Öncelikle Kick-Ass’in yazarı Mark Millar’a değinelim. Anaakım Amerikan çizgiromanının 2000’lerdeki en önemli yazarlarından biri olan Millar, adını politik süperkahraman serileri Superman: Red Son ve Marvel: Civil War ile geniş kitlelere duyurmuştu. Öykülerine yoğun bir detay yüklemesi yapan Millar, görülen o ki bir Watchmen 2 üretip Alan Moore’un tahtına oturmadan süperkahraman mitolojisini sorgulamayı kesmeyeceğe benziyor. 2008-2010 yılları arasında basılan ve filme kaynaklık eden ilk Kick-Ass serisi de gene Millar’ın bu mitolojiyi sorguladığı/sorgulamaya çalıştığı eserlerden.
Görsel olarak çizgiromanın dokusunu çok iyi kotarmış olan Kick-Ass, ilk başta her ne kadar (çizgiromanın da yapmaya çabaladığı gibi) kostümlü kahraman varoluşunu irdeler gibi görünse de film belli bir noktadan sonra bu irdelemeden ciddi biçimde sapıyor. Dave’in bir kostümlü kahraman olarak süreçteki edilgenliği ve çaresizliği, çizgiromanda sert bir tokat gibi çarpıyor ve okuyucuyu (yazarın amacı doğrultusunda) demoralize ediyordu. Filmdeki Dave’in ise kitaptakinden farklı olarak bir “kazanan” olarak lanse edilmesi, Kick-Ass’i bir uyarlama olarak zayıflatan en kritik nokta.(Dave’in Kick-Ass olduğunu ve kendisine yakın olmak için gay taklidi yaptığını öğrenen Katie filmde Dave ile aşk yaşamaya başlarken, çizgiromanda Dave’i kendisini kandırdığı için yeni erkek arkadaşına dövdürtüyordu). Bir diğer nokta ise çizgiromanda Big Daddy’nin kızına ve Dave’e anlattığı geçmişin aslında bir yalandan ibaret olduğunu öğrenirken, filmde bu yalan hikayenin aynen korunmuş olması (Filmi seyredecekler için “spoiler” tehlikesinden ürküp detay vermiyorum ama Kick-Ass’i okumuş olanlar neden bahsettiğimi anlayacaklardır). Kick-Ass çizgiromanını basit bir eğlencelik okumadan öteye taşıyan, ona altmetin kazandıran bir şey varsa o da çizgiroman klişelerinin gerçek dünyadaki geçersizliğini Millar’ın acımasızca gözümüze sokmasıydı. Film olan Kick-Ass ise, son yılların en başarılı uyarlamalarından biri olabilecekken hikayenin tüm altmetnini yoketmeyi seçiyor.
Buna rağmen Kick-Ass filmine, V for Vendetta’ya sinirlendiğim gibi sinirlenemiyorum. Bunun sebebi, (çizgiroman V for Vendetta’dan farklı olarak) çizgiroman Kick-Ass’in altmetinleri açısından kafasının çok karışık olması. Dave’e başlarda gerçek dünyanın steril süperkahraman hikayelerine yuva olamayacak kadar kompleks ve kirli bir yer olduğunu anlatmaya çalışan Millar, hikayenin ortasında (hem filmin hem de çizgiromanın en merak uyandıran karakteri) Hit-Girl’ü koyarak kendi çizdiği gerçekçilik duvarını yerle bir ediyor. Hikaye öyle bir noktaya geliyor ki kitaba ismini veren Kick-Ass basit bir gözlemci, Hit-Girl ise esas protagonist rolüne bürünüyor. Tüm hikaye bittiğinde ise heyecanlı ve zevkli bir macera okumuş oluyoruz ancak Mark Millar’ın gerçeklik tokatı, Hit-Girl’ün masalsı varlığı ile çoktan ilk sızısını yitirmiş oluyor. Hal böyle olunca yapımcıların, Millar’ın zaten hikayesini yazarken feda ettiği gerçekçiliği sahiplenmemelerine de çok şaşırmamak gerek. Ortada uyarlamanın niteliğini koruyacak bir bağlılık ihtiyacı yok çünkü yazar zaten kendisi hikayeyi yazarken bu niteliği yaratacak pek çok etmenin tabanını zayıflatmış. (Millar’ın 2012’de yayınlanan Kick-Ass 2 serisinde maceranın tam gaz gittiği ve kostümlü kahraman sorgulamasının entelektüel ağırlığının çok daha aşağı çekildiğini belirtmek gerek).
Aslında Millar’ın kendi eserlerine yaklaşımına baktığımızda Kick-Ass’in bir uyarlama olarak şanslı bile olduğunu söyleyebiliriz. Zira 2008 yapımı gene bir Millar uyarlaması olan Wanted’ın, 2003 tarihli aynı adlı seriyle uzaktan yakından bir alakası yoktu.
Kesinlikle iyi vakit geçirmenizi sağlayacak olan Kick-Ass, (eğer kitabını da okuduysanız) çizgiroman uyarlamalarına bakışınızı değiştirmese bile sorgulatacak bir film. Uyarlama olarak kafalarda çok soru işareti çaksa da film olarak oldukça tatmin edici bir yapım. Bir komedi-aksiyondan talep edeceğiniz her şey fazlasıyla var ve (okurların tahmin ettiği) malum sahne geldiğinde hassas bünyeleri gözyaşlarına boğması da garantili. Kaçırmamakta fayda var.
Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz