Beyazperdede ya da ekranda, şimdiye kadar bir çok kez o muhteşem ‘Amerikan Ailesi’ni izledik. Birbirine bağlı, birbirini aldatmayan, vatansever ve idealist… Ergenliğimde izlediğim Cosby Ailesi (The Cosby Show) ve benzeri sitcom’lardan dolayı ben de Amerikalıların boşanma ve suç işleme istatistiklerini görene kadar öyle olduklarını düşünüyordum. Etkileyici bir illüzyon. Elbette bu aşırı olumlu önermenin tam karşısında duran örnekleri de görmek mümkündü ama bu arızalı varyasyon daha çok slasher’lara ve komediye malzeme olarak kaba ve karikatüre varan bir abartıyla tezahür etti.
William Friedkin müthiş bir yönetmen! Bildiğimiz türden bir sinemacı değil. Stüdyo sisteminin kölesi hiç değil! Sistemin dışında kalarak bu kadar çok eser verebilen Amerikalı sinemacı sayısı da çok az. Usta yönetmen bizi bu defa izlemeye hiç alışık olmadığımız bir aile içi hesaplaşma öyküsüne çekiyor ve “aile toplumun aynasıdır” iddiasına paralel bir çöküş/tükeniş/çürüme macerası izlettiriyor.
Chris (Emile Hirsch) henüz çok genç ancak feleğin çemberinden geçmiş bir karakter. Sokaklarda uyuşturucu satarak yolunu buluyor. Sorumlu ebeveynlere sahip değil çünkü zulasını çalıp kayıplara karışacak kadar ‘uçmuş’ bir annesi (Julia Adams) var. Bu yüzden kendini bir anda çıkmaz bir sokakta buluyor. Uyuşturucunun asıl sahibi olan Digger’e (Marc Macaulay) olan borcunu ödeyebilmek için annesini öldürtmenin ve hayat sigortasına konmanın planını yapıyor. İlk açıldığı ve bu planda kendisine ortak olmasını istediği kişi ise annesinin eski kocası, kendi öz babası Ansel (Thomas Haden Church)! Planı sakince dinleyen ve hevesle kabul eden babasıyla birlikte aynı zamanda polis dedektifi olan kiralık bir katil tutuyorlar. Tekinsiz ve tuhaf bir adam Joe Cooper (Matthew McConaughey). Katil Joe “para peşin, kırmızı meşin” çalışan biri olduğu için bu iki çulsuzun planlarını öylesine dinleyip işten uzaklaşmak istiyor ancak Chris’in kardeşi Dottie’yi (Juno Temple) görünce fikrini değiştiriyor. Dottie iş bitip de para paylaşılana kadar Joe’nun emaneti oluyor. Kağıt üzerinde her şey çok güzel, her şey çok yoz ancak Ansel’in yeni karısı Sharla’nın (Gina Gershon) bambaşka planları olunca işler içinden ancak ölümle çıkılabilecek bir yumağa dönüşüyor.
Katil Joe (Killer Joe) aslında bir tiyatro oyunu… Filmin senaryosunu, oyunun sahibi Tracy Letts yazmış. Açıkça belli ki artık esnemekten ağzı yırtılan tiyatro seyircisini sürekli şoklayarak uyanık tutmaya çalışan bir eser var ortada. Amerikan tiyatrosundan son yıllarda neredeyse Fransızların Grand Guignol* geleneğine uygun sert yapımlar çıkıyor ve Katil Joe da bunlardan biri… Oyun, MPAA’nın sınıflandırma sistemini elinin tersiyle itecek şekilde aynı sertlik derecesinde sinemaya uyarlanmış. Bu da ancak William Friedkin gibi bir sinemacının çekebileceği bir iş…
Katil Joe’yu izlemek birbirini kemiren kurtçuklarla dolu bir tasa bakmak gibi bir deneyim. Epey sarsıcı. Hikaye, bu kurtçukların içine, akıl melekelerinden yoksun olduğu için, tamamen temiz kalmış Dottie karakterini atarak tezadı güçlendiriyor. Aslında daha fazlası da olabilirdi ancak tüm performanslar, “izlediğiniz şey aslında bir tiyatro oyunudur” dercesine abartılı, en uzaktaki seyircinin anlayabileceği kadar yüksek oynanmış. Örneklemek gerekirse; Katil Joe’ da Dönüş Yok (Irréversible) filmindeki gibi bir ultra realizmden bahsetmekten söz konusu değil. Amerikalı olgun bir sinemacıdan bu kadar yoğun şiddet ve çıplaklık içeren bir film gelmesi şaşırtıcı ancak sanki bir şeyler bilinçli olarak ıskalanmış. Yine de, Joe’nun, Ansel’in karısı Sharla’ya bir KFC buduyla oral seks yaptırdığı sahne gibi sinema tarihinin unutulmaz anlarından olarak hatırlanacak bir iki sekans içeriyor film. Son bir tespit; sinema galaksisinde Arzu Film yapımı Gülen Gözler (1977) nerede duruyorsa, en uzağına düşecek, milyonlarca ışık yılı ötede Katil Joe duruyor. Ne demek istediğimi izleyince daha iyi anlayacaksınız.
Katil Joe toplu izlemeye çok uygun bir yapım değil. Sinefil dostlarınızla izleyebilirsiniz elbette… Afişine aldanıp, sıradan bir suç/gerilim hikayesi izleyeceğinizi düşünmeyin. Hele de hala modern toplumun geleceğine umut besleyen bir seyirciyseniz sizi bir süreliğine başka bir ruh haline sokabilir bu film. William Friedkin seyirciyi şaşırtmayı, zorlamayı seven bir yönetmen ve bir kez daha bunu başarıyor. Benim için birkaç kez izleme sebebi olabilecek sekanslarla dolu, güçlü bir izlek. Kaçırmayın!
*Grand Guignol: Paris’te bir tiyatro ve sonrasında onun adıyla anılacak ekol. 1897’de açılıp 1960’larda kapanmıştır. Çok gerçekçi sahneler içeren dehşet, cinayet, vahşet temalı oyunlarıyla ün salmıştır. Edgar Allen Poe ve pek çok ünlü yazarın oyunları burada sergilenmiştir.
Murat Tolga Şen / murattolga@gmail.com
Beyazperde.com sitesi için yaptığım kritik…
*** Can Evrenol’un yazdığı Grand Guignol başlıklı yazıya BURADAN ulaşabilirsiniz. ***