Popülerliği zaman zaman alçalıp yükselse de, bilimkurgunun en sevilen eserleri uzay operası alt türüne ait. Özellikle 90’lı yıllara kadar türün devamlılığını da Uzay Yolu ve Yıldız Savaşları gibi eserler sağladı. Bugün bilimkurguda bunların yanı sıra Babylon 5, Farscape gibi büyük markalar olsa da, özellikle Yıldız Savaşları’nın baskın olduğu dönemde türün daha canlı olduğunu görüyoruz.

Bugün de bir istisna değil. Lucasfilm’in Disney’e satılmasının ardından yaşananlar ve Bölüm 7’de giden süreçte uzay operası kervanına ilk atlayanlardan biri Guardians of the Galaxy (Galaksinin Koruyucuları) ile Marvel oldu. 2015’te virüs televizyona sıçradı ve üç yeni dizinin prodüksiyonuna başlandı. The Expanse, daha büyük bütçesiyle dört başı mamur bir uzay operası deneyimine daha çok yaklaşsa da, 6 ay kadar önce gösterilmeye başlanan ve daha mütevazı bir yol izleyen Killjoys ve Dark Matter da kendini sevdirmeyi başardı ve ikinci sezon onayını aldı.

Hatırlayalım, Killjoys dört gezegenli bir güneş sisteminde özel kolluk kuvveti olarak görev yapan üç kişilik bir ekibi anlatıyordu. Dark Matter’da ise hiçbir şey hatırlamadan uyanan 6 kişi ve 1 androidin maceralarını izliyorduk. Her iki dizide de lider bir alfa dişisiydi ve her iki dizi de bütçeye bağlı prodüksiyon sorunları yaşıyordu ama yazınsal açıdan yeterince iyiydiler. Gezegen ve karakter sayısının azlığı Killjoys’a yarıyordu ve dizi daha derli toplu bir portre çiziyordu. Bütçeye bağlı en önemli sorun mekânlardı ve bu zaaf hâlâ devam ediyor. Çok sık göründüğü için özen gösterildiği belli olan birkaç istisna hariç her iki dizinin de dekorları hâlâ ikna edici değil. Peki bunun haricinde, diziler ikinci sezonlarında nasıl gelişiyor, neler sunuyor?

KILLJOYS

blank

Karakterleri tanıtma işini ilk sezonda halleden Killjoys, ikinci sezonda bir mitoloji yaratma işine girişiyor. Başka bir deyişle Killjoys, sürekli ve tek bir konu anlatan seçkin uzay operası örneklerinin yolundan gidiyor. İlk sezon boyunca varlıkları bile tartışma konusu olan Altıncı Seviye’lerin yaratılma süreçlerini, kökenlerini anlatmaya başlıyor ve ilerleyen sezonlarda da olaylar bu mitolojiyle tanımlanan çerçeve üzerinden ilerleyecekmiş gibi görünüyor. İlk sezonun sonunda esir düşen John Jacoby’nin burada yaşadıkları kilit rol oynarken iş dönüp dolaşıp Khlyen’la Dutch’ın ilişkisine dayanıyor.

İşte bu noktada kalıpları Killjoys’a dar gelmeye başlıyor. Daha az karakter, daha az gezegen ve daha az “güç odağı” dizinin fakir hissettirmesine sebep oluyor. Sayılarının az olması ve hikâye içinde birden fazla görev üstlenmiş olmakarı, dizinin karakterleriyle yeteri kadar oynayamaması, yeteri kadar tehlikeye atamaması gibi bir yan etkiyi de beraberinde getiriyor. Dizinin düşman olan odakları müttefik olmaya zorlaması etkili bir çözüm olamıyor. Neyse ki bu durum özellikle son iki bölümde değişiyor ama dizinin kesinlikle yeni karakterlere, hatta daha zengin bir karakter setine ihtiyacı var.

DARK MATTER

blank

Dark Matter da Killjoys’la aynı yolu izliyor ve tıpkı Killjoys gibi bunu ilk sezonun gizemlerinden birinin üzerine kuruyor. Ancak kadro daha geniş olduğu için Killjoys kadar köşeye sıkışmıyor ve daha ilk bölümden karakterleriyle hiç beklemediğiniz bir şekilde oynamaya başlıyor. Ölenler, kadroya yeni katılanlar oluyor ve dizi onları da derinleştirmek için çaba gösteriyor. Zaten geniş olan kadrosunu daha da genişletiyor. Var olan karakterlerini de beklemediğiniz yönlere doğru ilerletiyor. Özellikle aktris Zoie Palmer’ın çabalarıyla dizinin en sevilen karakterlerinden biri olan Android’in ve Dört’ün geçirdiği değişimler dizinin artı hanesine yazılıyor. Bölüm içi hikâyeler çok orijinal olmayabilir, ancak ana hikâyenin bazı enteresan gelişmelere gebe olduğunu da belirtelim.

Sonuç itibariyle her iki dizinin de paralel gidişlerini sürdürdüğünü görüyoruz. Her ikisi de ilk sezonlarının üzerine bir şeyler koymaya çalışıyor. Killjoys bunu başarmaya tam sezon biterken başlıyor, bu yüzden de Dark Matter’ın gerisine düşüyor. Dark Matter’ın ikinci sezonu, benim önem verdiğim alanlarda daha başarılı. Yine de her iki dizinin de hayranlarını küstürecek hatalar yapmadığını belirtelim. Bu da üçüncü sezon onayını almış olmalarından belli zaten.

blank

Kaan Zanbakcı

1976, İstanbul doğumlu. Sinema denen sanatın ne kadar büyülü bir şey olduğunu 1986’da, Şişli Site sinemasında izlediği Return of the Jedi ile farkına vardı. 10 yıldır çevirmenlik yapıyor. Önce Divxplanet bünyesinde, ardından Öteki Sinema’da film eleştirileri yazdı. Sender’in açtığı senaryo atölyelerine katıldı. Hayalî İcraat adında bir bilimkurgu/fantastik sinema sitesi hazırladı ancak o büyüklükte bir siteyi tek başına hazırlamanın zorlukları, hosting firmasının saçmalıklarıyla birleşince 6 yılda büyük mesafe kat eden, 800’ü aşkın makale içeren sitesini kapadı ve Öteki Sinema’ya geri döndü.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Broadchurch in America: Gracepoint

Broadchurch’e hiç başlamadıysanız ve illaki İngiliz yapımı olsun diye bir
blank

İçinden Spielberg Geçen Mini Dizi: Taken (2002)

Yapımcılığını Steven Spielberg’in üstlendiği 10 bölümlük Syfy mini dizisi Taken’daki