Ayhan IŞIK’ın İtalyan Korku Filmleri
Klaus Kinski’nin Türkiye’de film çevirdiğini ilk kez birkaç yıl önce duymuştum. Bir tanesinin yıllar önce televizyonda oynadığını ve Ayhan Işık’ın da (!) rol almış olduğunu geçen yıl öğrendiğimde ise kulaklarıma inanamadım ve bu filmleri izleyebilmeyi iyice kafama koydum. Sonunda yalnızca bir zamanlar televizyonda gösterilmiş olanı değil, çekim aşamasında yarım kalmış ve kaybolmuş olduğu sanılan, Türkiye’de hiçbir zaman seyirci karşısına çıkmamış diğerini de buldum. Ve bu mutlu haberi, Radikal gazetesinin Cumartesi ekinde kısa bir haber yazısı ile duyurdum. Evet, Ayhan Işık gerçekten de Türk-İtalyan ortak yapımı korku filmlerinde Klaus Kinski ile birlikte oynamıştı. Bu filmlerin yapılış serüvenlerinin ardındaki gerçekleri ortaya çıkarmak ise filmleri bulmaktan daha da zor olacaktı. Şimdi burada, parçalarını toparlayabildiğim kadarıyla çözmeye çalıştığım bu büyük bulmacayı tüm ayrıntılarıyla aktaracağım.
Ayhan Işık, kariyerinin son döneminde uluslararası ortak yapımlara yönelmişti. İtalya’da yaşayan bir Türk işadamı olan Şakir V. Sözen’in yapımcılığı üstlendiği ve Frank Agrama’nın yönettiği Babanın Arkadaşları / L’Amico del Padrino (1972) adlı filmde Richard Harrison’la başrolleri paylaşıyordu.
Daha sonra yine Sözen’in girişimiyle İtalyan sinemacılar bu kez çok daha ünlü bir oyuncu olan Alman asıllı Klaus Kinski’yi yanlarına alarak Ayhan Işık’ın da rol alacağı iki korku filini çekmek amacıyla İstanbul’a geldiler ve Kanlıca’daki Hidiv Kasrı’nda çekimlere başladılar. Kinski, Werner Herzog’un Aguirre’sindeki (1972) mükemmel oyunu sayesinde bu dönemde ününün doruğundaydı. Ancak çok uyumsuz ve geçimsiz bir oyuncu olan Kinski çekimler sırasında sürekli sorun çıkarıyordu; bu yetmezmiş gibi Kinski ve İtalyan sinemacılar bir gün ortadan kaybolarak Türkiye’den apar topar ayrıldılar: Oynadığı bu filmleri izlemek 1979’da ölen Ayhan Işık’a hiçbir zaman nasip olamadı. Derken 1986’da Yılmaz Duru, bu iki filmden birinin negatiflerini Roma’da görüştüğü Şakir Sözen’den aldı. Duru’nun adını Ölümün Nefesi olarak koyduğu film, göçmen Türk işçileri için yurtdışında video piyasasına sürüldü ve yurtiçinde özel tv kanallarında gösterildi. Ölümün Nefesi, 1 Nisan 1986’da Cumhuriyet gazetesinin kültür-sanat sayfasında “Ayhan Işık’ın yarım kalan filmi 7 yıl sonra tamamlandı” başlıklı bir habere konu oldu. “7 yılın” aslında filmin çekildiği tarihten değil de Ayhan Işık’ın ölümünden itibaren hesaplanmış olması bir yana bu haber çok daha vahim yanlışlar içeriyordu: Haberin bir yerinde, Yılmaz Duru “filmin eksik kalan bölümlerini Hidiv’in Köşkü’nde kendisi çekti” deniliyordu.
Oysa aslında yabancı sinemacılar Türkiye’den ayrıldıklarında Hidiv Kasrı’ndaki çekimler esas itibariyle tamamlanmış bir aşamaya varmıştı. İtalyanlar Roma’da çekilen bazı ek sahnelerle takviye ederek her iki filmi de gösterime hazır hale getirmişler ve 22 Mart 1974’te 64152 ve 64190 numaralarıyla sicile geçirmişlerdi. Böylece İtalya’da 29 Nisan 1974’te gösterime giren La Mano Che Nutre La Morte’nin (Ölüye Hayat Veren El) ardından Le Amanti de1 Mostro da (Canavarın Sevgilisi) 28 Mayıs 1974’te bu ülkede gösterime girmişti bile… Her iki film ayrıca yıllar sonra GVR General Video Realvision şirketi tarafından İtalyan video piyasasına da sürülmüştü.
Ölümün Nefesi’nin La Mano Che Nutre La Morte ile dikkatlice karşılaştırılması, Türkçe versiyonun İtalyan orijinalinden hiçbir fazla sahne içermediğini, hatta tam tersinin söz konusu olduğunu ortaya koyuyor. Yılmaz Duru, doku nakli deneyi gösteren oldukça kanlı sahnelerin bir tanesinden insanın içini en fazla kaldıran yaklaşık bir dakikalık kısmı, ayrıca müfettişin odasındaki bir sohbet sahnesinden de yaklaşık yarım dakikalık kısmı makaslayarak filmi biraz kısaltmıştı. Filmlerin kurgusu da ufak bir farklılık içeriyor: lezbiyen seks sahnesi, Türkçe versiyonda peçeli kadınla karşılaşma sahnesinden sonra, İtalyan orijinalde ise önce yer alıyor (İlginç olan bir nokta Duru’nun belden aşağı olmasa da oldukça cüretkar sayılabilecek olan bu sahneyi hiç kısaltmamış olması; Ölümün Nefesi televizyonda gösterildiğinde bu sahnenin yer alıp almadığını merak ediyorum). Duru’nun yaptığı asıl katkı, Arif Melikov’a film için yeni bir müzik hazırlatmış olması. İtalyan orijinalin özellikle son sahnelerindeki hüzünlü müzik yerini, korku filmlerinin geleneksel müziklerini daha çok andıran ürpertici bir müziğe bırakmış. Dublaj sırasında Ayhan Işık’ın canlandırdığı Alex adlı karakter Türkleştirilerek adı Han Bey yapılmış. Ancak bununla da yetinilmeyerek filmdeki diğer karakterlerin adları da neredeyse tamamen değişmiş: Erol Taş’ın canlandırdığı uşak Vanya, Johnson; Kinski’nin canlandırdığı Nijinsky, Marshall; Katia Christine’in canlandırdığı Masha, Marta; Katya, Marie; Feodor, George; Sonia, Eva olmuşlar…
Georges Franju’nun Les Yeux Sans Visage’inden (Yüzsüz Gözler; 1959) esintiler taşıyan filmin konusu çok kısaca şöyle: Alex/Han Bey ve eşi Masha/Marta bir araba kazası geçirerek Nijinsky/Marshall’ın yaşadığı Hidiv Kasrı’na kaldırılırlar. Nijinsky/Marshall, yüzü yanarak deforme olmuş karısını eski güzelliğine kavuşturmak için bir deneyle Masha/Marta’nın yüzünden doku nakli gerçekleştirir. Bu arada Vanya / Johnson tarafından içinde iskelet olan bir tabuta kapatılan Alex / Han Bey, Vanya / Johnson’un ırzına geçtiği Eva / Sonya tarafından kurtarılır: Alex/Han Bey’in karısının yerine geçerek onunla birlikte yaşamaya niyetlenen Nijinsky / Marshal’ın vefasız karısı, kendi asıl kocasını öldürmeye yeltenir ama başaramaz. Nijinsky/Marshall, bir yangın çıkararak intikam alır. Film, yüzü kanlar içindeki cesedi gören Alex/Han Bey’in düşüp bayılmasıyla son bulur.
Canavarın Sevgilisi
İtalyanlar’ın La Mano Che Nutre La Morte ile eş zamanlı olarak hemen hemen aynı oyuncu kadrosuyla çekmeye giriştikleri diğer film olan Le Amanti del Mostro ise ünlü Dr Jekyll – Mr Hyde öyküsünden esintiler taşıyor. Film, Klaus Kinski ve Katia Christine’in canlandırdığı bir çift olan Alex (evet, bu kez Ayhan Işık’ın değil, Klaus Kinski’nin canlandırdığı karakter bu adı taşıyor!) ve Anna’nın Hidiv Kasrı’na gelerek yerleşmeleriyle başlıyor. Filmdeki ilk sahnesinde silindir şapka giyen ve ata binen Ayhan Işık’ın canlandırdığı İgor adli karakterle ile Anna arasındaki yakınlığı kıskanan Alex, kitaplıkta bulduğu eski bir defterin yardımıyla mahzende gizli bir laboratuar keşfediyor ve yine defterin yardımıyla burada bir takım deneylere girişiyor. Ölü bir köpeğin iç organlarını kullandığı bir deney sırasında yanlışlıkla çarpılıyor ve böylece geçici olarak vahşi ve saldırgan ikinci bir kişiliğe bürünerek çevrede bazı cinayetler işliyor. Erol Taş’ın canlandırdığı, olaylarla ilgisiz zavallı bir serseri bu cinayetlerden sorumlu sanılarak linç ediliyor önce. Sonra da Osiride Pevarello’nun canlandırdığı başka bir serseri yine suçsuz yere idama mahkum ediliyor. İgor, bir akşam ziyaretinin ardından ayrılmak üzereyken içeriden Anna’nın çığlıklarını duyuyor ama içeri girmeyi başaramıyor. Irzına geçtiği Anna’yı öldüren Alex, pişmanlık duyarak suçsuz serserinin idamını önlemeye çalışıyor ama vurularak öldürülüyor. Ayhan Işık, 84 dakikalık bu filmde yalnızca 10-15 dakika görülüyor. Ayhan Işık’ın Türk seyircilerin hiçbir zaman hiçbir şekilde izleme olanağını bulmadığı bu görüntüleri şöyle: dk. 06.40-07.35 bahçede Kinski (K) ve Christine (C) ile birlikte, 08.08-08.20 salonda K ve C ile birlikte, 16.15-17.50 bahçede C ile birlikte, 52.20 flashbackte, 58.15-59.30 yatak odasında K ve C ile birlikte, 59.52-1.01.00 bahçede C ile birlikte, 1.07.28-1:10.06 yemek masasında K ve C ile birlikte, 1.10.16- 1.10.55 odada C ile birlikte, 1.11.37- 1.12.26 C tarafından dışarı yolcu ediliyor, 1.12.44 ses duyuyor, 1.13.41- 1.15.28 (içerideki tecavüz sahnesinin görüntüleriyle karşılıklı olarak) içeri girmeye çalışıyor, 1.15.44 çaresizlik içinde çöküyor.
Bunlara ek olarak 21’nci dakikada başlayan ve her üç oyuncunun balkonda birarada oldukları sahne Le Mano Che Nutre La Morte / Ölümün Nefesi’nde de yeralıyor. Her iki filimde birden yeralan başka sahneler de var: at arabasının geliş görüntüsü, Kinski’nin kitapları devirdiği sahne, laboratuardaki saat ve sayaç görüntüleri, çimlerde sevişen çiftlerin saldırıya uğradığı sahne ve müfettişin odasındaki sohbet sahnesi.
Bu filmler, yapım sırasındaki sorunların da katkısıyla çok başarılı birer film değiller. Ancak yine de adeta hüzünlü havalarıyla değişik bir tat taşıyorlar. Bunda kuşkusuz büyük bir oyuncu olan Klaus Kinski’nin burada bile iyi performanslar sergilemesinin, Elio Maestosi ve Stefano Liberati’ye ait müziğin ve görüntü yönetmeni Emore Galeassi’nin payı var. Dekorları ve kostümleri de İtalyan sinemasının bu alandaki en önemli isimlerinden Amedeo Mellone gerçekleştirmiş… Kanlı özel efektler Ditta Rambaldi’ye ait.
Her iki filmin yapımevi olarak CineEquippe, prodüksiyon amiri olarak ise Claudio Sinibaldi adları jeneriklerde geçiyor. İtalya’daki düşük bütçeli seks ve şiddet sinemasının kötü – ünlü adlarından Sergio Garrone, her iki filme de yönetmen ve senarist olarak imzasını atmış. 1926 doğumlu Garrone yönetmenliğe 1960’lı yılların ikinci yarısında Django il Bastardo (1969) gibi spagetti westernlerle başlamış. Garrone’nin yönetmen yardımcısı olarak imzasının geçtiği Io Monaca… Per Tre Carogne E Sette Peccecatriei / Ich, Die Nonne und Die Schweinehunde (1971) adli ve ABD’de The Big Bust Out (1973) adıyla gösterilen İtalya-Alman ortak yapımı bir seks ve şiddet filminin de Türkiye’de çekildiği kaydediliyor. Garrone, kariyerinin sonraki döneminde bu tür filmlerin meraklılarının bile pek azının hoş karşıladığı bir alana yönelerek Nazi toplama kamplarında geçen sadizm ağırlıklı Lager SSadis Kastrat Kommandantur (1976) gibi filmler çekmiş. Yine aynı şekilde sadizm ağırlıklı ama bu kez kadınlar hapishanesinde geçen Detenute Violente’run (1984) ardından sinemayı bırakmış. Şimdi bir restoran işlettiği söyleniyor.
Her iki filmin jeneriğinde yeralan oyuncu kadrosu neredeyse tamamıyla aynı, hatta aynı sırayla yazılmışlar. Baş kadın oyuncu olan Katia Christine, 1970’li yıllar boyunca birkaç filmde daha oynamış. Bunların en ünlüsü, Tony Curtis’in başrolde olduğu Casanova ı Co. (1976); ancak Christine o filmde çok küçük bir rolde yeralıyor. İnanılmaz ama her iki filmin jeneriklerinde de Ayhan Işık’ın ve Erol Taş’ın adlan geçmiyor! Hatta İtalyalılar, Türk oyunculara takma adlar vermeye bile tenezzül etmemişler… Öte yandan Yılmaz Duru’nun şirketi Tuğra Film yapımı olarak sunulan Ölümün Nefesi’nde prodüksiyon amiri olarak “Fuat Coşkun”, yönetmen ve senarist olarak ise Sergio Garrone değil de, Yılmaz Duru gözüküyor! Ama en azından burada görüntü yönetmeni olarak Emore Galeassi’nin adı ve başrollerdeki yabancı oyuncuların adları jenerikte geçiyor. Oyuncu kadrosunda yabancı adlara ve Ayhan Işık ile Erol Taş’a ek olarak bir de “Gülen Aygün” ve “Turgut Giray” adları yeralıyor. İlginçtir ki Ölümün Nefesi’nde, İtalyan orijinalinde yeralmayan iki yabancı isim, “Eva Curtis” ve “John Collins”, oyuncu adları arasında geçiyor… İşin içinden çıkabilirseniz çıkın…
Düşük bütçeli sinema, araştırılması en heyecan verici ama en zor sinema alanıdır. Çünkü bu konuda hazır yazılı kaynak pek yoktur, genellikle sıfırdan başlamak zorundasınızdır. Hele konunun üzerinden yıllar geçmişse ilgili kişilerin kimisi çoktan ölmüştür, hayatta olanların ise belleği güvenilmeyecek kadar zayıflamıştır. Hatta bazen gerçeklerin çarpıtılıp, çarpıtılmadığından ya da gizlenip gizlenmediğinden dahi emin olamazsınız. Bazı kişilerin bazı sırlarla birlikte gömüldüğü ya da gömüleceği hissine kapılırsınız. Bu vakada anahtar kişi olarak gözüken Şakir Sözen’in hayatta olup olmadığını kesin olarak saptamak dahi ne yazık ki henüz mümkün olamadı. Bundan 25 yıl, yani çeyrek yüzyıl önce bir grup yabancı sinemacının Türk meslektaşlarını neden ortada bıraktıkları ve daha da önemlisi çekilen filmleri nasıl olup ta onlardan habersiz gösterime soktukları belki hiçbir zaman tam olarak öğrenilemeyecek…
Kaynak – Kaya Özkaracalar (Bu makaleyi Geceyarısı sineması dergisinde okuduğumu hatırlıyorum sanırım www.kameraarkasi.org sitesi de oradan alıntı yapmış, bir de burada yayımlamış olduk. Amacımız mümkün olduğunca çok “meraklısına” ulaşabilmesi.)
Bu filmleri bi şekilde izleyebilsek çok güzel olur, teşekkürler.
evet, Geceyarısı Sineması’nın ilk sayısındaki yazılarımdan, sene 1998! ufak bi farkla: yazının dergideki orjinalinin sonunda “Orhan Ünser, Julian Granger ve Sabah Duru’ya teşekkür” notu vardır, onu da burada tekrar koymuş olalım. Hatta bu vesileyle teşekkür sebeplerini açıklayayım: Kinski’nin Türkiye’de film çektiğini BFI arşiv yöneticilerinden dostum JG’dan duymuş ve bunu Antrakt’taki kısa bi yazıda paylaşmıştım. Sonra Orhan Ünser bey, o yazı üzerine beni bulup o filmde A.Işık’ın da oynamış olduğunu aktarıp Cumhuriyet’teki küpürü gönderdi nazik biçimde. Cumh’daki haberde Y.Duru’nun adının geçtiğini görerek sayın Sabah Duru’dan randevu aldım, kendisi bir öğleden sonrasını bana ayırıp YD’nun filme bağlantısını anlattı.