İçi boş diyaloglarla bezeli, gerçekliğin yakınından dahi geçmeyen, sonu baştan tahmin edilebilen ikinci sınıf aşk filmlerinden çok mu sıkıldınız? O zaman Kırık Bir Aşk Hikayesi tam size göre! Edilen her bir cümlenin anlamlı olduğu, ayrılığın da sevdanın içine dâhil edildiği, aşkı iki kişilik bir süreç olmaktan çıkaran film, sinema tarihimizin en realist aşk hikâyelerinden biri olarak öne çıkıyor. Bununla da yetinmiyor; etkileyici diyalogları ile herkesin hayatına bir noktada dokunmayı başarıyor. Yönetmenlik koltuğunda, sinemamızın kendine has isimlerinden Ömer Kavur’un oturduğu filmin başrollerini ise Kadir İnanır, Hümeyra ve Kamran Usluer gibi isimler paylaşıyor.
Aysel (Hümeyra) 1980 darbesi sonrası, kasabaya yerleşen bir edebiyat öğretmenidir. Şehrin keşmekeşinden sonra kasabanın dinginliği ile sakin bir hayat sürmek isteyen Aysel için işler hiç beklediği gibi gitmez. Okulda tanıştığı resim öğretmeni Bedri (Kamran Usluer) ile olan diyalogları onu en başta istediği sakinliğe ulaştırıyor gibi gözükse de kasabada gerçekleşen bir nikâh esnasında tanıştığı Fuat (Kadir İnanır) hayatını tümüyle değiştirecektir. Fuat ise; işleri kötü giden ve bu yüzden de kasabanın zengin ailelerinden birinin kızıyla evlenmek durumunda kalan, içine kapanık bir gençtir. Onun kendi nişanında Aysel ile tanışması ise hiç bilmediği duyguları keşfetmesine neden olacaktır. Bu iki insanın birbirleriyle yakınlaşması, karşı koymaları gereken bir dünya düzenini de beraberinde getirecektir.
Kırık Bir Aşk Hikayesi’ni iki bölümde ele almakta fayda var. İlk bölüm; Aysel’in kasabaya geldikten sonra Bedri olan diyalogları. Aysel sakin bir hayat arayan, bunun için de gözlerden ırak bir kasabaya gelmiş bir kadınken, Bedri ise hayatta tutunmak için son şans arayan bir adamdır. Bu iki insanı ortak noktada buluşturan ise karamsarlıklarıdır. Bir nevi filmin bu ilk bölümünün, hikayenin kötümser tarafını temsil ettiğini söyleyebiliriz. Böylelikle Aysel’in ruh hali ve onu hikâyenin ikinci bölümünde daha iyi anlamımıza yardımcı olacak karakter tahlili, daha belirgin bir şekilde izleyiciye aktarılmış oluyor. Bedri bu yolla; Aysel’i izleyiciye tanıştırma görevini başarıyla gerçekleştiriyor. Keza Bedri’nin Fuat ile yaptığı diyaloglar da, Fuat’ın neden karamsar bir havada olduğunu anlamamıza yardımcı olacak cinsten. Bu yüzden Bedri’yi hikâyenin katalizörü olarak değerlendirebiliriz. O, hikâyenin iki ana etmeniyle bilmeden de olsa tepkimeye giren ve bu sayede hikâyenin akışını hızlandıran bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Burada da aslında Ömer Kavur’un Selim İleri ile birlikte yazdıkları senaryonun hakkını vermemiz gerekir. Karakterlerin hangi yolu, neden seçtikleri gerçekleri arkalarında hiçbir soru işareti bırakmadan böylelikle anlatılmış oluyor. Ancak bazı noktalarda, özellikle Bedri’nin akıbeti konusunda düşünme görevini izleyiciye bırakmaları bir nevi izleyicinin filmle bütünleşmesine olanak sağlıyor.
Filmin tam da ortalarında bir çembere sıkıştığından bahseden Bedri’nin; hikâye içindeki görevini tamamlayıp gitmesi ise filmin seyrini değiştiren ve hikâyenin ikinci bölümüne geçmesine olanak sağlayan olayı temsil ediyor. Bir nevi Fuat ile Aysel’in yakınlaşmasının tam olarak başladığı nokta da diyebiliriz. Ancak filmi etkileyici ve konuşulur kılan ise onların yakınlaşmasının bu denli gerçekçi oluşu. Evet, belki onlar imkânsız bir aşkı temsil ediyor olabilirler. Ancak bunu yaparken tek bir anın bile boş kalmaması, özellikle diyalogların vuruculuğu filmin gerçeklik algısını had safhada tutan kavram olarak karşımıza çıkıyor. Bu çiftin, hayatın onları getirdiği noktada birbirlerine sıkı sıkıya bağlanmaları onların özelinden çıkıp, herkesin hayatına dokunuyor. Böylelikle film, insanların kendi hayatından çıkarımlar yapabileceği, “işte bu benim” diyebileceği reel bir dünya yaratmış oluyor. Bir kitap okuyucusunun yahut sinema izleyicisinin gizliden gizleye en çok aradığı kavram, karşısındaki sanat eserinde kendisini bulabilme çabasıdır. Kırık Bir Aşk Hikayesi ise herkesin hayatından kesitler sunarak izleyici-film bütünleşmesini harikulade bir şekilde harmanlıyor. Bu da haliyle filmin vuruculuğunu iki katına çıkarıyor. Bu noktada Ömer Kavur’a ayrı bir parantez açmamız gerekir. Yönetmen, insanların olaylara karşı verdiği tepkileri ve toplumu ne denli iyi analiz ettiğini bir kez daha bu filmde gözler önüne seriyor. Keza Ömer Kavur’u sinemamız içinde özel yapan en büyük unsurlardan biri de bu. Onun insanları böylesine iyi bir şekilde tanıyor oluşu.
Filmi değerli kılan unsurlardan bir tanesi de; imkânsız bir aşkın altından filizlenen aşk tasviri. Fuat ile Aysel, hikâye ilerledikçe birbirlerine körü körüne bağlanan bir çift olsa da onların aracılığıyla aşkın iki kişilik bir süreç olmadığı gerçeği bir kez daha karşımıza çıkıyor. Özellikle bu noktada devreye giren paranın gücü ise çıkar ilişkileri ile örülü olan dünya düzenini tekrardan tokat gibi yüzümüze çarpıyor. Ve “Mutlu olmak için sadece sevmek yeterli mi?” sorusu ile bir kez daha karşılaşıyoruz. Ömer Kavur’un yarattığı bu dünyayı ilginç ve muadillerinden ayıran nokta da burası. Kırık Bir Aşk Hikayesi ne kendinden önceki Yeşilçam anlatıları gibi kesin bir mutluluk vaat ediyor, ne de günümüzdeki çoğu aşk filmi gibi ütopik bir dünya sunuyor. Hikâye olanları ve olabilecekleri tüm çıplaklığı ile ağdasız bir şekilde resmediyor. Aşkın içinde yer alan her kavram; mutluluk, haz, acı ve ayrılık bu şekilde karşımızda beliriyor. Bunun yanında çağımızın en büyük vebası olan para ve kudreti ise adeta filmin kötü adamı olarak karşımıza çıkıyor. Aşkı, bir kaçış hatta bir kurtuluş olarak gören iki kişinin çektiği acı bu şekilde daha belirgin bir şekilde ete kemiğe bürünüyor. Çünkü film direkt olarak paranın yönetici gücünün olduğu yerde, aşkın sürekliliği yoktur diyebiliyor. Bu da bir nevi iki gönül bir olunca samanlık seyran olur mottosunu kapı dışarı ediyor. Aslında Ömer Kavur kendi bildiği yoldan; kapitalist düzende aşk, ancak hayallerimizde yaşayan bir kavramdır diyor.
Pekâlâ, Kırık Bir Aşk Hikayesi yalnızca bir aşk filmi midir? Kesinlikle hayır. Özellikle filmin 1980 askeri darbesinin akabinde çekilmesi filmi farklı bir konuma yerleştirmemize olanak sağlıyor. Sansür kurulunun en çok işlevsel olduğu dönemde, siyasi bir film yapmak şüphesiz en zor işlerin başında yer alıyordu. Ancak Ömer Kavur, bir aşk hikâyesi altından aslında kasaba insanın sosyo-kültürel hayatına da bir eleştiri getiriyor. Özellikle burjuva diye tabir edebileceğimiz kasabanın üst tabakasının konken partilerinden çevirdikleri muhabbetler oldukça çarpıcı. Fuat’ın bir sahnede kasaba için söylediği, “Bu sadeliğin altında neler yatıyor bir bilseniz!” cümlesi ise Ömer Kavur’un yaptığı bu eleştiriyi destekler cinsten. Yine aynı şekilde Aysel’in Fuat ile ilk karşılaştığı nikâh günü, beyazlar içine bürünmesi de aslında onu tüm bu çıkar ilişkilerinin ortasındaki iyilik meleği havasına büründürüyor. Keza böylelikle kasaba halkını ima ederek; kötülüğün yer, zaman ve mekân belirtmeden her ortamda cereyan edebileceği gerçeğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Yönetmen bu noktada; kör göze parmak sokmadan aslında her filminde yaptığı gibi; yer yer metaforik bir şekilde, alttan alta vermek istediği mesajı bu yolla vermiş oluyor.
Tüm bunların dışında, filmin başından sonuna kadar takındığı atmosfer de bir hayli ilgi çekici. Franz Kafka’nın anlatılarını aratmayacak şekilde ilerleyen hikâyenin iç karartıcı havası şüphesiz filmin gerçekçiliğine katkı sağlıyor. Bunu yaparken akıcılığını bir nebze olsun kaybetmemesi ise filmi başarılı kılan en büyük unsurlardan biri. Esasen bir aşk anlatısında fazlaca karşılaşmaya alışık olmadığımız bu durum, filmin anlatmak istediği birçok konuyu daha inandırıcı hale sokuyor. Taşra insanın hayatı, paranın gücü ve ayrılık temaları böylelikle tamamen sahtelikten uzak bir hale bürünüyor. Cahit Berkay’ın yaptığı müzikler ise tüm bu iç karartıcı atmosferde filmin duygu yoğunluğunu pekiştiren bir unsur. Günümüzde yapılan birçok film; müzikler ile anlatısını rayına sokarken, Kırık Bir Aşk Hikayesi bu tuzağa düşmüyor ve müziklerini gerektiği yerde, gerektiği zamanda kullanarak film içinde doğru bir matematik kurduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Film; içinde yer alan birçok usta isimle oyunculuk anlamında da başarısını taçlandırıyor. Kadir İnanır ve Hümeyra’nın uyumu adeta parmak ısırtan cinsten. İkili, imkânsız aşklarını öylesine içten oynuyorlar ki bu performans onları hayali karakter olmaktan öte içimizden biri haline getiriyor.
Hayatlarını değiştiremeyen, ancak başka hayatlarının olacağına her daim kendisini inandırmışların anlatısı olan Kırık Bir Aşk Hikayesi, Ömer Kavur’un eşsiz yorumuyla sinemamızda çok ayrı bir yere sahip. Her bir diyalogu ders niteliğinde olan ve adeta hayatın kendisi olabilmeyi başaran hikâye, kurgusal normlara uyan, eşine az rastlanan türden bir sinema örneği. İlk yarısında karamsarlığı ikinci yarısında ise karamsarlıktan nasıl çıkılabileceğini öğütleyen hikâye; her şeye rağmen aşkın tek getirisinin mutluluk olmadığını ve hayatın para ile olan sınavını açıkça ortaya koyabiliyor. Tüm bunları birleştirdiğimizde ise; filmin aradan geçen onca yıla rağmen hala sadeliğini koruyup adından söz ettirebilmesi şaşılacak bir durum olmaktan çıkıyor…