Kısa filme fazlaca gönül vermiş biri olarak ilgimle şekillenen bir kısa film tarihim olduğunu söyleyebilirim. Kısa filme tam anlamıyla dalışım senaryosunu Taner Gündöner’le birlikte yazdığımız Tören filmiyle olmuştu. Oyunculuk, prodüksiyon, çarşı pazar derken kısa filmin meşakkatinde mest olmuştum. Bütün ev halkının hatta mahallelinin seferber olduğu film çekimlerinde ilginç bir olay bile yaşamıştık. 6-7 Eylül olayları nedeniyle çıkan kargaşada annesinin yaptığı çilek reçelini yiyemeyen küçük kızın dramına odaklı hikayede baskın gecesini anlatmak istemiştik. Rumeli Hisarı’nın yakınlarında gecenin bir vakti meşalelerle bağrış ve çağırışlarla uyandırdığımız yaşlı bir teyzenin yitip gitmiş belki de unutmak istediği anılarını canlandırmış ve onu çok korkutmuştuk. Tabii hepimiz çok üzülmüştük, kendisine film çektiğimizi ve bunun da onun bir sahnesini olduğunu anlatana kadar bayağı uğraştık. Ondan sonraki sahneleri balkonunda izleyerek sabahı ettiğini hatırlıyorum yaşlı teyzenin. Bu bizim hatamızdı o kadar geç saate kalmak ve onlara haber vermemek. Ama o sahneyi hakkıyla tamamladığımızı düşünüyorum. Her şeyimle içinde yer aldığım film deneyiminden sonra kısa filmlere her türlü destek olma durumu benim için kaçınılmaz olmuştu.
Hatta kendi filmim Bakış’ı da sinema yazarı olarak çuvaldızı kendime batırmak için çektim. TRT’nin Genç Sinemacılar programının desteğiyle çektiğimi ve her şeyi kendim sırtlandığım filmimde zorlandığımı söylemeliyim. Arkadaş filmlerine yardımcı olmaya benzemiyordu, bütün gözler benim üzerimdeydi ama yine de altından iyi kalktığımı düşünüyorum. Ama sonra yolum yazmaya saptı, belki de daha çok kendimle hesaplaştığım kişisel bir iş bana daha uygundu!
Bir yandan da kimsenin pek de ilgisini çekmeyen, haber değeri olmayan kısa filme ve filmcilere destek olmak için kolları sıvadım. Kısa filmin biraz da (belki de artık değil) anarşik bir yapısı olduğunu düşünüyorum, sistemlerle uyuşmayan, eyvallahı olmayan ve pek de kimseleri takmayan… Teknik olarak yetersiz olsa da sevilebilecek, konu olarak sarksa da hoşgörülebilecek. Gerçi son yıllarda her şeye sinen, sızmaya çalışan popülerlik kısa filmlerin de yakasına yapıştı. Yani bir nevi içini boşaltma, yıllarca dimdik duran bir yapıyı bir anda içini boşaltmaya dönüştü. Bence popülerlik kısa filme yakışmıyor. Böyle olunca hayatı boyunca kısa film izlemeyen belki de küçümseyen isimler jüri koltuğunda arzı endam ediyor. Kısa filmciler bir amaçtan çok araca dönüşüyor. Oysa kısa filmin de bir anı depolaması var, değişimi, bazı yıllarda öne çıkan konuları, janrı, tekrarı, yükseliş ve inişi… Kısa film izlemek öyle uzun metraj izlemeye benzemeyen bir alışkanlıktır, gerçekten izlemekten keyif almak lazım. Deneyseli, kurmacası, canlandırması, belgeseli var. Çok kişisel motiflerle karşınıza çıkan yönetmene çok sinirlenmeden filmini bitirebilmek lazım. Çok içselleştirdiği için çıkmayan detaylar, fazla kastığı, gözünüze soktuğu şeylere alışkın olmanız lazım. Bunların hepsi bir izleme kültürü süzgecinden geçerek ortaya çıkan şeyler.
Her festivalde bir tat, seçki, yan etkinlik olarak kısa filmin kapısı çalınıyor ama o kapı daha festival devam ederken kısacıların suratına kapanıveriyor. Otelleri ayrı, gösterim yerleri ayrı. Hadi uzun metraj film festivallerinde bu oluyor diyelim, de adıyla sanıyla kısa film festivaliyiz diye ortalıkta dolaşanlar niye konuk ve jüri odaklı bir festival yapma derdine düşüyor anlamak zor. Amacın, olayın kısa film ve kısa filmciler yani! Yine yakın zamanda ayrımcılık yaşadıklarına dair isyanlarına tanık olduk kısa filmcilerin. Ama kısa filmcilerin de dediğim dedik durması gerekiyor. Yani koşullar düzelene kadar birlik olup festivallere katılmayabilirler. Ama bu sadece kısa filmciler arasında değil bizim ülke kültürümüzde maalesef olmayan bir şey. Mutlaka birileri çıkıp o festivallere bile bile filmlerini yolluyor, yarışıyor, arkasına bakmıyor ve sonucun hüsranı giderek artıyor. O yüzden kısa vadeli mutlulukları ve sonrasında hayal kırıklıklarını bırakıp uzun vadeli çözümlere ulaşmak gerekiyor. Her alanda ama!
Eskiden sevgili Hilmi Etikan’ın binbir emekle (hala devam) düzenlediği kısa film festivalinde yurt dışından gelen filmleri hayranlıkla izlerdim. Teknik ve konu olarak çok tatmin edici filmlerdi. Bizim kısa filmler için üzülürdüm neden bu kadar başarılı değiller diye. Ama artık o seviyeye geldik diye düşünüyorum. Bir tek geriye festivalleri toparlamak kaldı. Kısa filmcilerin de kendilerini toparlayıp ağırlıklarını koymaları ve bu festivallerin kendileri olmadan olamayacağını hatırlatmaları gerekiyor. Bu da örgütlü davranmaktan ve sık sık bir araya gelmekten geçiyor.
Kısa filmin politik yapısına ilişkin de bir şeyler söylemek de fayda var diye düşünüyorum. özellikle beş altı yıl önce Kürt kısa filmcilerin yarattığı politik kısa film algısını da çok başarılı bulduğumu ve o rüzgar içerisinde toplumsal gerçekçi kısaların varlığının çoğumuza iyi geldiğini söylemek yerinde olur. Mesela Serhat Karaaslan’ın Bisiklet’i bu anlamda başarılı örneklerdendir. Örneklere devam etmek gerekirse Orhan İnce’nin Ali Ata Bak filmi en fazla festival dolaşan ve ödül alan filmlerden sayılabilir. Hatta bir kere boş bulunup ‘yine mi sen Orhan’ bile demiştim. Tabii bu işin şaka kısmı. Ama biraz da bu anlamdaki gerçekliğe dikkat çekmek için iyi bir örnek olabilir. Bir filmin yolculuğu ne kadar olmalıdır? Ya da jüri kolaycılığa kaçmadan, her festivalin seçtiği filmi dikkate alarak ama diğer filmlere de fırsat tanıyarak bir sonuç belirleme derdine düşmeli. Her festivalde aynı filmin birinci çıkması bazen o filmin iyi olmasından çok jürinin yetersizliği ve kolaycılığı gibi duruyor. Aynı şey uzun metraj yarışmalarında çok olmuyor mesela. Yani önümüze yığılan yüzlerce kısa filmi hakkaniyetle izlemek durumundayız. Tabii jüri olarak bizler de haklıyız. Atıyorum 300 filmi üç günde izleyin diye uç bir programla karşılaşınca bizde de devreler yanıyor. Tabii bu daha çok ön jüri olma durumunda yaşanıyor. O durumda filmin sonuna kadar izletebilme formülüne başvuruyoruz, izletemiyorsa eleme yoluna gidiliyor. Kısa filmlerin geleceğin sinemacılarını seçmek ve belirlemek için de iyi bir keşif yöntemi olduğunu düşünüyorum. Ödüllü kısacıların çoğu uzun metraja sıçrayıp, kısa filme sonsuz vedalarını sunsalar da kısa filme bir katkı, bir yol sundukları, açmaya çalıştıkları hep aşikar kalıyor!
Kısa film ve kısa filmcilerin tabi ki festival festival dolaşmasından, ödülleri kucaklamasından ve görünür olmalarından daha doğal bir şey yok! Ama bunu yaparken çoğu zaman yaşadıkları problemleri unutmamalarını, sistemlerle uyuşmayan, denk düşmeyen, amatör yanlarını korumalarını ve olabildiğince birlikte hareket etmelerini salık veririm. Ancak o zaman istedikleri çizgide kalıp, festivaller karşısında dik durabilir vaziyete gelebilirler. Ben kendi adıma senaryolarını okumaya, kısa filmlerini izleyip görüş bildirmeye, jürilerde yer alıp doğru seçimler yapmaya ve röportajlarımla onların sesi olmaya devam edeceğim! Ama sizden de bir ricam var uzun ama çok uzun süre kısacı gibi kalın!