Ekrem Doydu: ‘Kısa filmin samimiyeti çıkarsız olmasından gelir’

18 Şubat 2012

Ekrem Doydu, hızlı kısa filmcilerden… Sinema-TV bölümünde okumuyor ama sinema tutkusu onu sürekli sinema dünyasının içine çekiyor, yazı yazıyor, filmler çekiyor ve uzun metrajını çekebilmek için gün sayıyor… Banu Bozdemir, Ekrem Doydu ile güzel bir söyleşi yaptı, iyi okumalar…

blank

Öncelikle biraz bize kendini tanıtır mısın?

1991 İstanbul Doğumluyum. İlk, orta ve liseyi Kağıthane’de okuduktan sonra, Kocaeli Üniversitesi Makine teknikerliği bölümünü okuyarak geçen sene mezun oldum. Şu anda Açık öğretim fakültesi, İşletme 1. sınıf öğrencisiyim. Aynı zamanda okuduğum bölüm üzerine bir firmada ve beyazperde.com’da çalışıyorum. Filmarası dergisinde de yazarlık yapmaktayım.

Kısa film çekmeye nasıl karar verdin? Aslında üniversitede farklı bir bölümde okuyorsun… Kısa film tutkusu nasıl bir şey?

Aslında bu işin en başına gitmek gerek. Yani sinemaya nasıl bağlandığım sorusuna. Sanırım 2005 senesiydi. İzlediğim filmleri düzenli bir şekilde arşivleme kararı almıştım. Bir süre sonra bunu daha bilinçli yapma gereği duydum. İnternet benim konumumdaki biri için o yıllar çok önemli bir yardımcıydı. Sonra bir arkadaşın tavsiyesi üzerine beyazperde.com ile tanıştım. blankOradaki ortam ve edindiğim arkadaşlar sayesinde sinemanın gerçek büyüsünü keşfetme fırsatı buldum. Öğrendiğim filmler, bilgiler, oyuncular, yönetmenler derken sinemayı aşırı bir biçimde benimsemeye başlamıştım. Sıra artık ne yapmalıyım sorusuna gelmişti. Böylesine büyülü bir ortamda kalıp başkalarının oluşturduğu dünyaları ve hayatları seyrederek sürekli etkilenmek mi? yoksa kendi hayal dünyamı başkalarına anlatarak kendime belirleyeceğim hedef doğrultusunda günün birinde hayran olduğum kişiler gibi yaptığım işin konuşulup sevilmesi mi? olmalıydı amacım. Karar verip İkinci seçeneği seçtiğimde lise son sınıftaydım. Bir yanda geleceğimi belirleyecek o kritik sınav stresi, bir yandan da kafaya ciddi bir biçimde koyduğum ‘sinemacı olmak’ kavramını uygulamam gerektiği gerçeği vardı karşımda. Meslek lisesinde okuduğum için sinema üzerine akademik eğitim alma durumu, şartlar gereği pek iç açıcı bir seçenek değildi benim için. Ama sırf okuyamıyorum diye vazgeçmek, önce kendime sonra gönül verdiğim sinemaya haksızlık olurdu. Bu yüzden ikisini birden eş zamanlı yürütmenin çok iyi bir fikir olduğunu düşündüm. Kısa film çekme kararını da bu aşamada verdim. Bir yerden başlamak gerekiyordu ve Kısa film, benim için doğru bir başlangıç yeriydi. Sinemanın alt yapısı olduğuna inandığım Kısa Filmler, bana göre hayatı en kısa yoldan anlatarak yeni yaşamlar ve dünyaları izleyiciyi etki altına alma çabası içerisinde iyi niyetle yapılan işlerdi. Bu sebeple ben de, hayal dünyamı ve düşüncelerimi özgürce ifade edebilecek olmanın verdiği mutlulukla ilk kısa filmim olan Günlüğü çektim.

Kısa film çekerken ilham aldığın konular neler?

Bence bu aslında biraz tarz meselesi. İnsan yapmak istediği konuyu kafasında belirleyince gördüğü her şeyden ilham alabiliyor. Benim konularımın en belirgin özelliği, içinde sürekli merak unsuru barındırıp izleyicinin finalde sürpriz sonla karşılaşmasını sağlamaktır. Bu tarz konuları işlemeyi sevdiğim içinde en büyük ilham kaynağım hayal gücüm aslında. Ama Takıntı’nın konusunu rüyamda görmüştüm. Ordan yola çıkarak çıktı o hikaye.

Kısa film çekerken konu mu yoksa teknik mi önemli senin için?

Sinema görsel bir anlatım dili olduğuna göre ikisi de önemli aslında. Ama illa bir kıyaslama yapılacaksa Tabikide Konu derim. Bunu şöyle bir örnekle açıklayayım. Diyelim elimde iyi bir Red One kamera var. Yanında da Şaryo, dev bir Jimmy jib ve diğer önemli ekipmanlar. Anlatacak bir konum, hikayem, fikrim olmadıktan sonra onlarla ne yapabilirim ? Tam tersine, aklımda yaratıcı bir fikir, hikaye olduktan sonra cep telefonu kamerası bile iş görebilir. Teknik sonradan gelişip oturan bir şeydir bence. Zaten çoğu kısa filmci bu işe sıfırdan başlar. Ben de arkadaşımın sıradan el kamerasıyla çekerek başlamıştım. Burada önemli olan, geçen zaman içerisinde kişinin kendini geliştirip her seferinde daha iyi bir iş yapabilmeye çalışmasıdır.

Sinema bölümünde okumuyorsun ama filmleri okulda çekiyorsun, malzemeleri nasıl buluyorsun, destek nereden geliyor?

Sinema ile hiç alakası olmayan bir bölümde okuyup bu tarz işlerle uğraşmak, aslında direkt 1 – 0 mağlup başlamaya sebep oluyor. Nitekim ilk filmimde bunun zorluklarını o kadar çekmiştim ki, oyuncu bulamayıp rolün bana kalması gibi bir durum dahi söz konusu olmuştu. Ama kısa filmciliğin temelinde zorluklara karşı yaratıcı fikirler bulup her şeye rağmen bir şeyleri başarabilmek olduğu için, bu felsefe üzerinden gittiğimde çok iyi sonuçlar aldığımı söyleyebilirim. Günlük filmimi ev arkadaşımın DV kamerasıyla çektim. Bu kameraya mikrofon takılamadığı için sonradan dublaj yapmak zorunda kaldım. Diğer gerekli ekipmanları da bu şekilde derleyip toparlayarak bir şeyler çıkartmaya çalışmıştım. Kısacası ilk başlarda tamamen kendi imkanlarımla bir şeyler yapmaya çalıştım. Ama bunun hep böyle gidemeyip ciddi bir çözüm bulmam gerektiğini anlamak üçüncü filmimde kısmet oldu. İnternet üzerinden tanıştığım 2 arkadaşımla birlikte Pirana Film Grubunu kurduk. Pirana Film’in çatısı altında yardımlaşma ve ekip ruhunu en iyi şekilde kullanarak kaliteli işler çıkmasını sağlamaya çalışıyoruz. Oyuncularından Kameramanına kadar şuanda 25 kişilik bir ekip olduk. Her geçen gün de büyümekteyiz. Ekipmanlarımızı da kendi imkanlarımızla yavaş yavaş büyütüyoruz. İmkansızlıklar yüzünden filmlerini çekemeyip karamsarlığa düşen herkese kapımız açık. Bize dahil olarak kendi filmlerini çekmek isteyenlere her konuda yardımda bulunuyoruz. Amacımız birlikten kuvvet doğar mantığını uygulayarak bağımsız bir şekilde kendi işlerimizi çıkarmak. Sorudaki desteğin bu olduğunu söyleyebilirim.

blank

Filmlerin okulda özel bir gösterimle öğrenci ve öğretmenlere sunuluyor sanırım. Onların görüşleri nasıl?

Evet. Takıntı filmim için okulda ufak bir gala yapmıştık. Güzel bir katılım oldu. Gözlemlediğim kadarıyla ortak görüş, bu zorluklara rağmen çok iyi bir iş çıkarttığım yönündeydi. Birde gelecekte çok iyi yerlere geleceğimi düşündüklerini söylediler. Bu tarz destekler moral açısından gerçekten çok önemli. Hocalarım bu konuda bana çok destek oldular. Özellikle Hasan Kaya hocamın bu konudaki hakkını ödeyemem. Bana inanıp destek olan herkese bir kez daha teşekkür ediyorum.

Günlük’te gerçek kan kullanmışsın. Bunun nedeni neydi?

Aslında o biraz kendiliğinden gelişen bir şey oldu. Uygun bir yapay kan bulmakta zorlanmıştım. Bilinen kana benzer maddeler de sıcak gelmemişti. Bir gün okuldan bir arkadaşım, ‘’gerçek kan kullanalım hatta ben verebilirim’’ deyince bunun çok iyi bir fikir olduğunu düşündüm. Hem bu zamana kadar duyulan bir şey değildi. Hem de çok orjinal olacaktı. Gönüllü arkadaşı da alıp sağlık ocağına gittik. Doktora durumu anlatınca önce inanmadı, sonra ‘Ne günlere kaldık Allah’ım’ deyip arkadaşın kolundan enjektörle kanı çekerek isteğimizi yerine getirdi. Ben de o doktorun adını alıp filmin sonunda teşekkürler kısmına yazdım.

Sobe ve Takıntı bireyden yola çıkıyor ve diğer insanları da kapsıyor. Biraz mistik ve bilinmeze olan ilgi mi var?

Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlatmak da diyebiliriz aslında buna. İzlerken merak uyandırıp, filmin sonunda şaşırtmayı seviyorum. Böyle bir tarzı uygulayınca da işin içine ister istemez mistiklik giriyor. Ama bunun filme ayrı bir hava kattığı gerçek.

46’yı henüz izlemedim… Neden 46 diye sorayım öncelikle… Burada da fiziksel ve aynı zamanda psikolojik sorunların gizeme taşıdığı bir durum var gibi?

blankAynen öyle. Rutin bir yaşamın aslında çok farklı bir geçmişten gelip olayların bambaşka boyutlara ulaştığını göreceğiz filmde. İsminin neden 46 olduğunu da aslında filmin sonunda anlıyoruz. İzledikten sonra bu ismin doğru bir isim olduğunun anlaşılacağını düşünüyorum.

Tek mekan avantaj mı dezavantaj mı?

Benim için çoğunlukla avantaj oldu aslında. 46’nın tek mekanda ve kapalı ortamda çekilmesi, kış şartlarına göre daha sağlıklı bir çekim yapılmasına sebep oldu. Ayrıca bu sayede daha konsantre çalışabildik. Zaman konusunda da avantajlıydık. Görselliğin kısıtlı olup, daha zengin görüntüler olmaması ise dezavantajdan sayılabilir.

Kısa filmci ülke sorunlarına nasıl bakar?

Kısa Filmciden ziyade ‘Sanatçı’ kimliği olan biri, bence duyarlı insandır. Çıkar ilişkileri yoktur onun için. Gerçek sanata maddiyat giremez. Gerçek sanatçı da sanatla doyar zaten. Sanatını yapabilmesi için de etrafında olup bitenler onun için çok önemlidir. Olup bitene göz yummaz. Yummamalı da. Kısa filmciliğin temelinde de sanat olduğundan dolayı bu söylediklerim onlar içinde geçerli. Bence yaşadığımız yerde bir sorun varsa bu hepimizin sorunu olmalı. Ve asıl önemli olanda, onu doğru yoldan nasıl çözüme ulaştırabileceğimizi bilmektir.

Beğendiğin kısa ve uzun film yönetmenleri?

Kısa Filmde Can Sarcan, ve Murad Zaloğlu’nun işlerini çok beğeniyorum. Serhat Karaaslan’da Bisiklet filmiyle büyük başarılar yakaladı. Onunda gelecek vadettiğini düşünüyorum. Uzun Filmlerde David Fincer,ın tarzı bana yakın olduğu için filmlerini çok seviyorum. Ayrıca James Cameron ve Steven Spielberg’de değişmezlerim arasında. Türklerden de başta Yavuz Turgul olmak üzere, Onur Ünlü, Çağan Irmak ve özellikle son zamanlarda çektiği filmlerle Tolga Örnek’i çok beğeniyorum.

Uzun metraj çekmeyi düşünüyor musun?

Evet kesinlikle. Zaten bu işte hedefleri yüksek birinin kısa filmlerle sınırlı kalması pek olası bir durum değildir bence. Bir aksilik olmazsa önümüzdeki sene için düşündüğüm bir uzun metraj projesi var. Yeterli desteği de sağlayabilirsem çekememem için bir sebep kalmayacak. Ama kısa filmlere de devam tabi

Kültür Bakanlığı’ndan destek aldın mı filmlerine?

Hayır Şimdiye kadar hiç başvurmadım bile. Ama sıradaki projem için kapılarını çalacağım. Türkiye’de bu zamana kadar iyi görsel efektlere sahip bir savaş kısası çekilmedi çünkü.

blank

Banu Bozdemir

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu... Sinema yazarlığına Klaket dergisiyle adım attı, Milliyet Sanat muhabirliği yaptı. Skytürk TV’de sinema, sanat ve "Sevgilim İstanbul" programlarında yapımcı, sunucu ve yönetmenlik yaptı. TRT için Bakış isimli bir kısa film çekti. Yayınlanmış yirminin üzerinde çocuk kitabı var. Halen cinedergi.com’un editörü, beyazperde.com ve Öteki Sinema yazarı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Can Merdan Doğan: ‘Sempatik bir film yaptığımı düşünmüyorum’

Ankara Film Festivali'nde en iyi kısa film ödülünü kazanan Stiletto'nun
blank

Haydar Demirtaş: ‘Bazen konuşan kafalar değil görüntüler anlatmalı belgeseli’

Mardinli olan Haydar Demirtaş kamerasının yönünü doğduğu, yaşadığı topraklara çevirmiş,