Bu ülkede kısa filmin iki tane temel sorunu var: sektörleşememesi, yani kısa film yönetmenlerinin çektikleri filmlerden para kazanamaması ve kısa filme bakış açısı. Genel kanının aksine kısa film sevimli, cici, eğlencelik bir alan değildir; kısa film sinemadır, sanattır. Kısa filmin yönetmeni, senaristi, oyuncusu da sanatçıdır. Hatta kısa film oldukça ciddi bir iştir çünkü uzun metraja göre daha yoğundur. Bu da normal üstü zeka gerektirir. Bu bakımdan kısa film çok değerlidir. Yıllardır sıklıkla dile getirilen bir öneri var: Sinema salonlarında kısalar uzunların önünde gösterilsin. Bunu uygulayan bazı festivaller de var. Ben de şeytanın avukatlığını yapmak pahasına her zaman şöyle dedim: “Neyi neyin önüne koyuyorsunuz! İlla bir şeyin önüne bir şey konulacaksa uzunu kısanın önüne koyun!”.

Şeytanın avukatlığını yapmaya devam edip, çok gerilere gitmeden bu yıl yapılan üç tane kısa filmin adını zikredeyim. Siyah Çember (Hasan Can Dağlı), İki Parça (Murat Uğurlu) ve Asfalt (Süleyman Demirel). Sayıyı arttırmak mümkün ama bu konu hakkındaki görüşümü örneklendirmek için üç film yeterli. Bu üç filmi ele alarak ortaya atmak istediğim sorum ve iddiam şu: Bu yıl yapılan kaç tane uzun film bu kısalardan daha iyi? Kaç uzun metrajda bu kısalardaki yoğunluk, zeka, derinlik mevcut? Cevap verirken isim zikretmeyeceğim: sadece üç. Bu üç filmden ikisinin ustalık eseri olduğunu söylemem gerek. Yeşim Ustaoğlu, Reha Erdem, Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan gibi usta isimler önümüzdeki yıl film yapmazlarsa kısa filmler geçen yıllarda olduğu gibi yine uzunlardan daha iyi olacak ama bunu kimse konuşmayacak. Neden mi? Nedeni çok açık: uzun film sektörleşebilmiş. Festivallerde en prestijli ödüller uzunlara veriliyor, bu filmler vizyona giriyorlar, DVD pazarına çıkıyorlar, televizyonlara satılabiliyorlar. Seyirciye de uzun film dayatılıyor, seyirci yüzünü nereye çevirse uzun film.

Her şeyimiz ters. Uzun, hem de çok uzun film yapmayı marifet sanıyoruz. Filmlere bakıyorum da özellikle son yıllarda 120 dakika modası var. Anlattığı hikâye 90 dakikalık ama bir bakıyorsun 120-140 dakika film var karşında. Ticari sinemaya bile öylesine bulaşmış ki bu hastalık, komedi filmleri dahi iki saat. Batacağı o kadar aşikâr ki bu filmlerin! Popüler sinema seyircisi eğlenmek için gidiyor sinemaya, eziyet çekmek için değil. Ticari olarak da hiç mantıklı değil bu süre, zira film ne kadar uzunsa yapımı da o kadar pahalı. Sonra oturup düşünüyorlar neden battık diye!

Aslına bakılırsa kısa film sadece uzunun karşısında üvey evlat muamelesi görmüyor. Maalesef seyirciyle buluşabileceği, sinema sektörüne kendini gösterebileceği tek yer olan festivallerden de kötü muamele görüyor. Yıllar içinde bunu gözlemlemiş hem kısacıların hem de festival yöneticilerinin bu konudaki düşüncelerini dinlemiş biri olarak bu işin bu şekilde daha fazla gidemeyeceğini, bir yerde patlayacağını düşünüyordum. İlk kıvılcım da 16. Kısaca Öğrenci Filmleri Festivali’nde kısacıların ödül törenine yarım saat kala sosyal medyada imzalı bildiri yayınlamasıyla geldi. Finale kalan sekiz filmin yönetmeni bildiride festivalde çifte standarda maruz kaldıklarından, iyi ağırlanmadıklarından bahsediyorlardı. Jürinin ve festival yüzü olarak getirilen ünlü konukların beş yıldızlı otelde konakladığı, bu insanlara özel davetlerin verildiği ve bu davetlere kendilerinin giremediğini, festivalin açılışının kalabalık olduğunu ama film gösterimlerinde seyircinin az olduğunu dile getiriyorlardı. Bu bildiriye imza atan yönetmenlerin bazılarıyla bire bir konuştum. Yanlış anlaşılmasın, bu insanlar beş yıldızlı otelde kalma, yemekli davetlere çağırılma derdinde değiller. Dedikleri şey şu: “Bu bir kısa film festivaliyse, mevzu bahis bizim yaptığımız filmlerse, herkes bizim filmlerimizden dolayı oradaysa biz neden festivalin içinde ikinci sınıf insan muamelesi görüyoruz?” Şüphesiz bu çok haklı bir feveran. Açıkçası halihazırda iki tane festival yöneten biri olarak, böyle bir durumla karşılaşsaydım yapacağım tek şey özür diledikten sonra yönetmenleri dinlemek olurdu. “Bütçemiz yetersiz, seneye katılmazsanız katılmayın, katılacak film çok” deyip bildiriye imza atan yönetmenlerden birini “unutmayacağız, unutulmayacak!” diye bağırarak tehdit etmezdim. Kabul etmeliyiz ki yeni nesil dünyayı değiştiriyor. 20 yaşında yapay zekâ geliştirip yaşam tarzımızı kökünden değiştiren web siteleri kuruyorlar, dev şirketlerin en önemli kademelerinde çalışıyorlar. Sabah 9 akşam 5 çalışmak istemiyorlar, 15 gün tatil yapıp bütün yıl motive olmuyorlar. Farklı motivasyon kaynakları var. Google, Facebook, Twiter gibi şirketlerin ofis yaşamındaki esnek çalışma saatlerine, basketbol sahasına, ofiste bisikletle gezip paten kullanan çalışanlara bakıp hayrete düşmemek gerek. 30 yıl önceki yöntemlerle bu devran sürmez. Ya yeni kuşağa uyum sağlayacağız ya da yok olacağız. Eğri oturup doğru konuşalım: bu gençleri dinlemek, anlamak, onlarla uzlaşmak zorundayız.

Ah Festivaller, Vah Festivaller…

Boğaziçi Film Festivali’ni yıllardır uzaktan takip ediyorum. Her yıl festivali geliştiriyorlar. Çok da merak ediyorum, önümüzdeki yıl bir fırsat bulup festivale katılmak istiyorum. Boğaziçi Film Festivali hakkında birkaç satır yazılması gerektiğini düşüyorum. Festival kısa filmlere oldukça kayda değer bir para ödülü veriyor. Bunu her zaman destekliyorum. Ahmet Uluçay Büyük Ödülü’nün değeri 50 bin lira. Kısa filmciler için büyük bir miktar bu. Ödülü alan yönetmenin hayatını, sinemasını değiştirecek bir miktar… Yalnız bu ödül 4 yıldır yabancı filmlere veriliyor. Elbette bu jürinin tercihi, buna kimse bir şey diyemez. Ama ödüle aday filmlerin ulusal filmlerden oluşturulması, ödülün de yerli filmlere verilmesi sinemamız açısından daha faydalı olmaz mı? “İntihar eder gibi sinema yaptım” (1) diyen Ahmet Uluçay’ın adına verilen ödül, ülkemizde intihar eder gibi kısa film yapan genç yönetmenlere daha çok yakışmaz mı?

Antalya Film Festivali (Altın Portakal) iki yıl önce radikal bir karar alarak kısa film yarışmasında jüriyi ve para ödülünü kaldırdı. Bunun yerine kısa filmler için seyirci ödülü getirip filmlere gösterim ücreti ödemeye başladı. Oysa Türkiye’nin en köklü festivali olan Altın Portakal’ın jürili kısa film ödülü çok kıymetliydi. O ödülü aldıktan sonra reklam şirketlerinden, sinema sektöründen iş teklifi alan kısa film yönetmenleri oluyordu. Her yıl yüzlerce sinema profesyonelini konuk eden festivalin 3-5 tane misafirine kısa film jüriliği yaptırması çok zor olmasa gerek. Kaldırılan para ödülü de festivalin bütçesini zorlayacak bir miktar değil. Peki, son iki yılda Altın Portakal ödülü alan kısa film yönetmenleri şu an ne yapıyor? Geçen yıl en iyi kısa film ödülünü Zilan filmiyle Mehmet Mahsum Akyel almıştı. Akyel 9 aydır çekmeyi bekleyen projesi için para arıyor. Filminin toplam bütçesi 10 bin lira, filmi bitirmek için 3 bin liraya daha ihtiyacı var. Bu yıl 7 Santimetre filmiyle ödül alan Metehan Şereflioğlu Şubat ayında çekeceği yeni film için para arıyor. Bu yönetmenler 3 yıl önce Altın Portakal’dan ödül alsalardı yeni filmleri için finans sorunu yaşamayacaklardı belki de.

Bu yıl iki kez ertelenen Edirne Film Festivali geçen sene En İyi Kısa Film Ödülü verdiği Wong Kar Wai Üzerine Kısa Bir Film’in 7500 lira olan para ödülünü hala ödememiş. Diğer ödüller ödendi mi bilmiyorum. Festivali düzenleyen organizasyon firmasının sorumluluğundaymış ödeme. Bu konunun da bizzat takipçisi olacağım.

Altın Çınar Kısa Film Festivali de geçen yılki para ödüllerini hala ödememiş. İyi niyetlerinden şüphem yok, bazı gerekçeleri olduğunu duydum ama ödülleri ödeyip ödemeyeceklerini gerekçeli olarak açıklamaları gerekir. Para ödülü veriyorum deyip vermemek bir hak ihlalidir ve hiç etik değildir. Para ödüyorum diye reklamını yapıyorsan ve iyi filmler para ödülü var diye senin festivalini tercih ediyorsa, sonrasında çıkıp ödemiyoruz diyemezsin. Kandırmış oluyorsun insanları.

Yapan Nasıl Yapıyor?

Yıllardan beri İzmir Kısa Film Festivali’ni takip ederim. Küçük bir bütçeyle çok iyi bir festival yapıyorlar çünkü ilkeleri var. Jüri de, festival yüzü olan ünlü konuklar da, kısa film yönetmenleri de, sinemacı konuklar da Alsancak’ta 4 yıldızlı bir otelde kalıyorlar. Herkes aynı yemeği yiyor. Herhangi bir jürinin kısa filmcilerle neden aynı otelde kalıyoruz, 4 yıldızlı otelde kalmam, kısa filmcilerle aynı masada yemek yemem dediğini duymadım. İzmir’e gelen jüri de, ünlü konuklar da uzaydan gelmiyor. İzmir, kısa filmcilere değer verdiği için Türkiye’nin en önemli kısa film festivallerinden biri. Para ödülü bile vermiyorlar ama kısa filmciler İzmir’de olmak için, orada ödül almak adeta yarışıyorlar.

Öteki Sinema için yazan: Sidar Serdar Karakaş

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]

(1)

https://www.youtube.com/watch?v=gsGdZEnlRYQ

[/box]

blank

Sidar Serdar Karakaş

Çok küçükken kiralık VHS’lerden dayısıyla birlikte zombi filmleri izledi. Zombilerden çok korktu. Büyüyünce o filmleri George A. Romero’nun yaptığını öğrendi. Üstada hayran oldu. Sinema öğrencisiyken Andrzej Zulawksi filmlerini keşfetti. Zulawksi filmleri ona her zaman güç verdi. En zor anlarında kurtarıcı filmi Possession (1981) oldu. 2006 yılında Öteki Sinema’yı düzenli okumaya başladı. Korku filmlerini ve B Filmleri burada sevdi.

2 Comments Bir yanıt yazın

  1. İzmir film festivalinin arkasında İzmir Büyükşehir Belediyesi var evladım. Yıllardır İzmirde yaşayan biri olarak bu festivali çok az kişi biliyor ve çok az insan davet ediliyor. Orda eleştirerek bahsettiğin festivallerde binlerce insan karşılıksız olarak bu işi yapıyor. Hiçbir kanal hiçbir yayın organı kısa filmcileri ciddiye almazken Festival düzenleyenlerin karşılığı ne peki, yeni neslin bencilliği ve şımarıklığı. Hem ödül al, hem herşeyi eleştir. Bravo. 3-5 tane densiz yüzünden o festivalleri de bulamayacaksınız.

  2. Konca Hanım her festivalin arkasında bir kurum var. Buradaki sorunu anlayamadım? Ayrıca ne güzel söylemişsiniz çok az insan davet ediliyor İzmir’e diye, demek ki ağırlayabilecekleri kadar insanı layığıyla misafir ediyorlar. Türkiye’deki hiçbir festivalde binlerce insan çalışmıyor, yazdığınız cümle mübalağa da değil, yanlış bir bilgi veriyorsunuz. Kimse kimseye hayrına el vermiyor. Festivaller kısa filmlerle reklamlarını yapıyorlar, neredeyse tüm festivallerin bir amacı var: Bu kimi zaman şehri tanıtmak, kimi zaman bir kurumu öne çıkarmaktır vb. Yazıda da belirttiğim gibi, gençleri anlayıp onlarla uzlaşamazsak yok oluruz. İzmir’e çok selamlar, sevgiler.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Sylvester Stallone’un Yönetmenliği Creed’e Neler Katar?

İlk Creed filminde yalnızca oyuncu olarak karşımıza çıkan Sylvester Stallone’un
blank

Sevgili Dayım…

Kartpostal çocuğu olmayı bıraktıktan sonra da halkını kollamaya ve ona