blankBu sene ağırlıklı olarak Norveç sinemasını takip etmeye karar verdim. İzlediğim film sayısı daha iki haneli rakamların başlarında ve hepsi de 1990 sonrası çekilen filmler. Ama daha şimdiden söyleyebilirim ki izlediklerim içinde birkaç yönetmen hemen öne çıkmaya başladı bile. Bunlardan biri Bent Hamer. Sade anlatımı ve hayatın hızlı akışına karşı pasif direniş sergileyen kahramanları ile Hamer filmleri  kimilerine durağan ve sıkıcı gelse de ben bu durağanlığı, tuhaflığı ve tuhaflıktan beslenen ince mizahı ilk bakışta da son bakışta da beğenenlerden biriyim. Mutfak Hikayeleri (Salmer Fra Kjøkkenet / Kitchen Stories) filminin yapımcılığını Hamer üstleniyor, senaryoyu da yine Bent Hamer ve Jörgen Bergmark yazmış.

İsveçli bir mutfak gereçleri araştırma enstitüsü olan HFI, her sene Norveçlilerin mutfak alışkanlıklarını inceleyip buna göre tasarım yapmak için içlerinde Folke Nilsson’un (Tomas Norström) da olduğu onlarca gözlemcisini misafir olarak bu ülkeye göndermektedir. Bu seneki inceleme konusu ise yalnız yaşayan erkeklerin mutfak alışkanlıklarıdır. Nilsson, misafir olduğu evin sahibi aksi, inatçı Isak (Joachim Calmeyer) ile didişerek görevini yerine getirmeye çalışacaktır.

Mutfak Hikayeleri (Kitchen Stories) filminin sergilediği şey, iki adam arasındaki iletişimsizlik olsa da işaret ettiği şey birisi genel, diğeri yerel olan iki çelişki.

blank

Çelişkilerden genel olanı hayatın hızlı aktığı sanayileşmiş şehirlerde yaşayan insanlar ile hayatın daha rölantide seyrettiği az gelişmiş kırsal yerleşimlerin sakinleri arasındaki çelişkidir. Bir başka deyişle koşturmaca ile sakinliğin, kazanma başarma hırsı ile aza kanaat etmenin, mesafeli bir resmiyet ile banal bir samimiyetin karşı karşıya gelmesidir. Dünyanın neresine giderseniz gidin üç aşağı beş yukarı aynı şekilde karşınıza çıkar.

Çelişkilerden yerel olanı ise tarih boyunca Norveç ile İsveç arasındaki iktisadi ve askeri ilişkilerden kaynaklanan eşitsiz konumun yarattığı çelişkidir. İlk bakışta insanları ve dilleri birbirine benzeyen,  Benelux Ülkeleri ve Kanada ile birlikte dünyanın en müreffeh devletleri arasında  gösterilen, yüksek gayri safi yurt içi hasılalarının yanında bu hasılanın düzgün bir şekilde dağılımına işaret eden düşük Gini katsayısına sahip olan İskandinav ülkeleri arasında birtakım sürtüşmelerin olmasını ilk başta ben de hayretle karşıladım ama ülkelerin tarihine bakınca sürtüşme çıkmasına neden olacak bir sürü malzeme buldum. 8. ve 11. yüzyıllar arasında diğer İskandinav ülkeleri gibi Viking hakimiyeti altında bulunan Norveç, 11. yüzyılda Hristiyanlığın etkisine girmeye başlıyor ve kral 1. Haakon Hristiyanlığı kabul eden ilk kral oluyor. Ülke, 1030 yılında Danimarka tarafından ele geçiriliyor. 1363 yılında Danimarka, İsveç, Finlandiya, Grönland ve İsveç ile birlikte Kalmar Birliği adını taşıyan bir imparatorluk haline geliyor. İsveç 1521 yılında birlikten ayrılırken Danimarka ile Norveç beraber hareket etmeye  devam ediyor. Napolyon döneminde Fransızların yanında yer alan Danimarka, İngilizlere yenilince Norveç’i İsveç’e bırakmak zorunda kalıyor. Lakin Norveç halkı yeni işgalcileri sıcak karşılamıyor ve ilhaka karşı direniş başlıyor. İsveç son savaşını 1814’te Norveçli direnişçileri yok etmek için veriyor. Norveç uzun bir mücadelenin sonunda 1905 yılında bağımsızlığını kazanıyor. İsveç ise bölgenin hegemonik gücü ve endüstri açısından gelişmiş devleti olarak savaşsız bir “büyük birader” politikası güdüyor.(1) II. Dünya Savaşı öncesinde İskandinav ülkeleri, Nazi Almanyası’nı örnek alıyor ve bu ülkelerde Nazi sempatizanı hükumetler başa gelmeye başlıyor. Özellikle İsveç bu konuda en ileri örnek oluyor.(2) İsveç II. Dünya Savaşı’nda tarafsız kalıyor. Aslında bu “tarafsızlık”, pasif Nazi sempatizanlığı olarak da adlandırılabilir. 1940 yılında Almanya Norveç’i işgal ediyor. Gözlerini İsveç’e çeviren Norveç o taraftan bir yardım alamayacağını anlıyor. Bu arada İsveç Nazi Almanyası’na stratejik hammaddeler ve makina satmaya devam ediyor. İsveç’in Alman işgali altındaki Norveç’e tek faydası ise ülkeyi Almanlara teslim etmeyen kral 7. Haakon’u ve İngilizlerin eğittiği Norveçli direnişçileri barındırmak oluyor. Savaş sonrasında İsveç enerji ve otomotiv  sektörüyle,  Norveç de petrol ve balıkçılık kaynakları sayesinde hatırı sayılır bir refah seviyesine ulaşırken her iki ülkenin demokrasi düzeyi dünyada parmakla gösterilir hale geldi. Köprünün altından çok sular aksa da  Norveçliler İsveç’in 1814 hoyratlığını ve 1940 hodbinliğini hala unutmuş değil.(3)

–Bu noktadan sonra çözümlememiz sürprizbozan (spoiler) içeriyor. Filmi izlemeyenlerin derhal mutfağı terk etmesini rica ederiz!–

blank

Mekan olarak çoğunlukla mutfakta geçen Mutfak Hikayeleri (Kitchen Stories), çelişkileri anlatmak için kullanacağı alegoriyi mutfakta kurar. HFI gözlemcisi Folke ev sakinlerinin mutfaktaki hareketlerini daha rahat görebilmek için mutfağın bir köşesine yerleştirilmiş yaklaşık 1,5 metre yüksekliğindeki kolçaklı sandalyeye oturur. Mutfaktaki her şey, hatta ev sakinleri Folke’nin göz seviyesi altında kalır. Folke onları görebilmek için bakışlarını aşağı yöneltmek zorundadır. Tabiri caizse yüksekten bakar. Bu yüksekten bakışa bir de HFI kuralları gereği ev sakinleri ile olan her türlü insani iletişim ve temasın asgari düzeye indirilmesi eklenince mutfaktaki gözlemci 1907 sonrası İsveç’in “büyük birader” tavrının bir simgesi haline gelir. Ev sahibi Isak ise zaten gönülsüz bir şekilde evine buyur ettiği gözlemciye  asık suratla, ketum ve ilgisiz tavırlarla karşılık verir. Bu, İşgalciye karşı verilen direniştir. Mutfakta yemek pişirmez, üst kata çıkarak  mutfağın tavanına açtığı delikten gözlemciyi “gözlemeyi” de ihmal etmez. Çünkü ne de olsa o “mutfaktaki yabancı”dır. Bir tarafta enstitünün kuralları, diğer tarafta yabancıya olan güvensizlik ikili arasındaki iletişimi en alt seviyede tutar. Kuraldır; böyle çift frenli açmazlar daima pragmatizm sayesinde bozulur. Çünkü insan yaşadıkça bir şeylere ihtiyaç duyar ve ihtiyaç duyulan şeylerin bir kısmı başklarından temin edilir. Folke ile Isak arasındaki yakınlaşma da pragmatik bir nedenle başlar ama sonra insani bir boyuta, Isak’ın arkadaşı Grant’ın (Bjørn Floberg) kıskanacağı bir boyuta ulaşır. Önceleri bu iletişim, birbirine karşı olan ilk konumlarını muhafaza etme amacını güder. Örneğin Folke kendine olan güvensizliğini 1778’de ölmüş ünlü biyolog Carl Linnaeus’un soyundan gelmekle övünerek kapatmak ister. Isak ise sorduğu soyadı ile ilgili akıllıca sorular ile bu boş böbürlenmeyi kolayca savuşturur. Başlangıç pragmatik de olsa bitiş her zaman insanidir. Çünkü iletişim hiyerarşi sevmez. Finalin hemen öncesindeki ölüm ise (kimin öldüğünü söylemeyelim de sürprizi kaçmasın) bu başarılı senaryo açısından bir zayıflık olarak görülebilirse de benim görüşüm aksi yönde. Bence bu ölüm ucuz bir bitiriş numarasından çok ölen kişi ile birlikte bir önyargının tümden yok olmasını, bir duvarın yıkılışını simgeliyor. Zaten final de bu görüşümü destekler nitelikte.

Mutfakta kurulan bu başarılı temsilin  yanında çoğunlukla  Folke’nin karavanı, mutfak ve Isak’ın odası olarak sayacağımız üç mekanı kullanan film, HFI’nın mutfağın bir mekan olarak daha verimli kullanılmasını sağlayacak tasarımları araştırmasına benzer şekilde bu üç mekanın, bilhassa da mutfağı gayet verimli ve ekonomik kullanmayı başarıyor. Yine çoğunlukla 3 karakter arasında akan film bu açıdan da bir sadeliğe imza atıyor. Mutfak Hikayeleri (Kitchen Stories) filminde Bent Hamer, düşmanlık ve önyargılarla uğraşırken, tavrını biraz Norveçli bir bakış açısı ile olsa da durağanlıktan kaynaklanan tuhaf ama sıcak bir mizah anlayışı ile hoşgörü, hümanizm, dostluk ve diyalogdan yana koyuyor. Peki biz tırmandığımız kulelerden, oturduğumuz yüksekçe koltuklardan inmeye, muhatabımız ile aynı zemine basmaya hazır mıyız?

Öteki Sinema için yazan: S. Özgür Ilgın

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]

Dipnotlar

(1) tr.wikipedia.org/wiki/Norve%C3%A7

(2) 1935-1976 arasında yaklaşık 62.000 kişi yabancı, akıl hastası veya sakat olduğu için kısırlaştırılırken İsveç Devleti bu faşizan uygulamalar yüzünden 1997 yılında özür dilemek zorunda kalıyor. (hurriyet.com.tr/dunya/isvecte-kisirlastirma-skandali)

(3) Özellikle İsveç’in Alman işgali karşısındaki duyarsızlığının Musevi olan karakterimiz Isak açısından ne anlama geldiğini varın siz hesap edin!

[/box]

blank

S. Özgür Ilgın

1977 Yılında Aydın'da doğdu. Üniversitede bir elin parmakları kadar üyesi olan Felsefe Topluluğunun çıkardığı, iki elin parmakları kadar “tirajı” olan Yitik adlı fotokopi fanzinde öykü ve albüm tanıtımları yazdı.

Blues, Heavy/Rock, Doom, Thrash, Death, Jazz ve Proggressive müziğe bayılıyor. Sergio Leone'yi David Lynch'i, Stanley Kubrick'i, Metin Erksan'ı, Ertem Eğilmez'i, Nuri Bilge Ceylan'ı, Zeki Demirkubuz'u ve Yılmaz Atadeniz'i çok seviyor, sinema ve müzik gibi eğitiminin olmadığı konularda ukalalık etmekten çok hoşlanıyor.

2 Comments Leave a Reply

  1. Filmi merak ettim mutlaka izleyeceğim yönetmen bent hamer in diğer filmlerini de teşekkürler s.özgür ılgın abi.

  2. @Mansur Yıldırım çok sağol. Şu ana kadar 30’un üstünde Norveç filmi izledim Joachim Trier’in Thelma’sı ile Bent Hamer’ın Mutfak Hikayeleri izlediğim en iyi iki film. Hamer’in O’Horten filmini de tavsiye ederim. O’Horten biraz daha kendi halinde, mesaj kaygısız, sakin bir film. Ayrıca Factotum da iyi bir Bukowski uyarlaması.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Bir Gerilla Sinemacılık Örneği: Film (2011)

Film, Kerem Topuz gibi ileride harika filmler çekecek bir yönetmeni
blank

Kült Filmler Zamanı: Daughters of Darkness (1971)

“Daughters of Darkness” (1971) en sevdiğim vampir filmlerinden biri. Bu